İnsan, natık/ konuşan bir varlıktır. Natıkın nutku mantıklı olmalıdır. Natık, nutuk ve mantık etimolojik olarak aynı kökten gelmektedir. İnsanın bu mantık çerçevesinde hayatını inşa etmesi ve dengeli bir yol izlemesi son derece önemlidir. İnsanlar kelimelerle konuşur, kavramlarla düşünür ve duygularla yaşar. İnsanlar, seçici davranarak güzel ve edebi kelimelerle iyi bir konuşmayı; anlamlı ve derinlikli kavramlarla düşünceyi, sağlıklı ve gerçekçi duygularla hayatı inşa ederlerse, yepyeni ufuklara yelken açarlar.
Cemil Meriç; “Nereye gidersen git, bulacağın aydınlık kendi kafanın aydınlığı kadardır” diyerek zihin dünyamızın aydınlığının farkında olup olmadığımızı sorgulamaktadır. Eğer zihin dünyamız karanlıkla kaplıysa, nereye gidersek gidelim her şeyi karanlık görürüz. Yapmamız gereken zihnimizi, karanlığın tortularından arındırarak, aydınlığın berrak düşüncesiyle inşa etmek. Fıtratımız gereği, aradığımız bu hazine, içimizde saklıdır.
Anlam arayışı
İnsan özü itibariyle anlam arayışı içerisinde olan bir varlıktır. İnsanı biricik kılan, diğer varlıklardan farklı kılan şey, Farkın farkına vardıran bu anlam arayışıdır. Zira farkın farkına varmak insana has bir meziyettir. Bu meziyet, anlam arayışında bizlere yol ve yön gösterir. “Ben kaybolup gidenleri sevmem” (Enam, 76) diyen Hazreti İbrahim aleyhis selam varlığı en doğru şekilde okumuş ve bize bu anlam arayışındaki ideal bakış tarzını göstermiştir. İşte hayatı anlamlandırmak varlığa böyle bakabilmektir.
Günümüzde hikmet sahibi olmanın önündeki engeller; cehalet, basit ve parçacı yaklaşım, sahip olduğu bir kısım bilgi kırıntılarının hikmetten yoksun olması ve kibirli olma hali şeklinde özetleyebiliriz. Oysa olayları ve olguları değerlendirirken parçacı bir yaklaşımla değil, bütüncül bir yaklaşımla olayların ve olguların arka planı üzerinde tefekkür, tezekkür ve taakkul ederek değerlendirmek ancak gerçek bir akıl yürütme olarak nitelendirilebilir.
Parçacı yaklaşım/ kısmi yaklaşım, hakikati böler, parçalar. Parçalanan hakikat, hakikat olmaktan çıkar. Maksat bütünü görebilmek, hakikati yakalamak. Bu sebeple bütüncül yaklaşım, bizi hakikate yaklaştırırken parçacı yaklaşım, bizi hakikatten uzaklaştırır. Parçaya takılmak kalmak güneşe ve aya takılmak gibidir. Onların yaratan gerçek müsebbibi göremeden, onlara bir anlam vermeye çalışmak maddeye takılıp kalmaktan başka bir şey değildir. Onların bağlı olduğu büyük düzeni göremeden parçaya anlam vermeye çalışmak tam anlamıyla körlüktür.
Gözler var görmez
Onun için hakikate gözlerini kapayanlara Bediüzzaman Said Nursi; “Kör olası dinsiz gözü, görmez oldu yüzümüzü/ Hem işitmez sözümüzü. Hak söyleyen âyetleriz biz” diyerek sesleniyor. Parçacı yaklaşım maddeci yaklaşımdır. Varlığı maddeye indirgeyerek, manayı reddeder; İnsanı bedene indirgeyerek ruhu inkar eder. Varlığı maddeye indirgeyerek manayı inkar eden ve insanı bedene indirgeyerek ruhu inkar eden parçacı yaklaşım, ilmî değildir. İlim, bu yaklaşım tarzını reddeder.
İnsanın en büyük kaybı anlam kaybıdır. Varlığının, varoluşunun anlamını, hikmetini kaybetmesidir. Bütüncül yaklaşım, hayatımızı anlamlandırdığı gibi olayların ve olguların arka planını, çevremizi, dünyayı ve evreni idrak etmeye, anlamaya ve her şeyden önce kendimizi tanımaya götürür. Parçacı yaklaşımla değil, bütüncül yaklaşım metodolojisiyle insanın kendisini bilmesi demek fizyolojik, biyolojik, anatomik, psikolojik, sosyolojik ve benzeri tüm fonksiyonları ilmî manada bilmesi; bu ilim dallarının arka planını, hikmet yönünü anlaması, bu alanların birbirleriyle olan ilişkilerine vakıf olması demektir.
Bu ilim dallarını bilmek, aralarındaki ilişkileri kavlî ve kevnî ayetlerin manzumesi çerçevesinde anlamak ve aralarındaki o muazzam nizamı ve ahengi idrak etmek ne büyük bir lütuf! Bu ilimlere vakıf olan kişi hem haddini hem kendini hem de Rabbini bilir. Ukalalık yapan, bilmişlik taslayan ilim adamı değildir. El Alim’i tanımayan “El-Alim” ile “ilm” arasındaki bağlantıyı kuramayan ilim adamı olabilir mi? Bir eğitimci olarak tevazu ile ilmi hiçbir zaman ayrı düşünmemişimdir.
Ne yapmalı?
Peki neler yapılabilir? Yapacak çok şey var. Öncelikle kendimizden başlayarak yakınlarımızla, arkadaşlarımızla, komşularımızla bir gönül bağı kurmalıyız. Her türlü kibirden sakınarak ve tevazuyu kuşanarak, “ben” duygusundan arınarak, “biz” bilincine sığınarak yola revan olmalıyız. Zira “biz” bilinci birlikte olmayı, birlikte iş yapmayı, iş birliği, güç birliği yapmayı sağlar.
Yetenekleri, potansiyelleri, becerileri farklı olan bireyler, bir araya gelip birliktelik sağlayınca müthiş bir potansiyel ortaya çıkar. Üç tane 1, ayrı ayrı “ben” derse, toplamda üç olurken, bu üç tane 1 sırt sırta verip “biz” deyince 111 hükmünde bir güç haline gelir. “Biz” bilinci böyle bir güç devşirir. Bu güç, hayırda ve toplumsal yararda kullanıldığı zaman, toplumda müthiş bir sinerji ortaya çıkar.
Kemal Sayar‘ın dediği gibi; “Dünyaya bir tevazu devrimi gerek. İçimizdeki çocuğu büyütmeliyiz. Zira çocuk; safiyettir, fıtrattır, merhamettir, adalettir.” Bu ise yepyeni bir dünyayı inşa etmek demektir. Bu inşa bir ütopya değildir. Bütün mesele insanlığın özünde var olan o potansiyeli harekete geçirmek. Potansiyeli, kinetiğe dönüştürmek. Toplumsal barışı zehirleyen, ruhumuzu örseleyen “ben” zindanından kurtularak tevazu kanatlarımızı açıp doğruluk, güzellik ve iyilik üzerine yeni bir dünya inşa ederek “biz” cennetine hicret etmektir.
“Köklere inmezseniz, göklere çıkamazsınız” diye bir söz vardır. Medeniyetimizin kökleriyle buluşarak, göklere çıkmak ve yepyeni ufuklara yelken açmak. Bunu yakalama potansiyeline sahibiz. Bütün mesele kendimize güvenmek, atalet gömleğini yırtarak azim, güven ve kararlık gömleğini giyerek yola revan olmak. Hayatı anlamlı kılmanın, meşru dairede hayatı dolu dolu yaşamanın, hayattan zevk almanın, tat almanın yolu, “biz” diyerek adım atmaktan geçer.
Prof. Dr. Şemsettin Dursun/ İrfanDunyamiz.com
Şahsiyet Gelişimi↗
Müslümanca hassasiyetlerle yazılmış kişisel gelişim yazıları okumak için tıklayın.
Adab-ı Muaşeret↗
Sosyal hayattaki edep ve görgü kurallarına dair yazıları okumak için tıklayın.