Diğerkamlık ufkuna ne kadar yakınız?

Manevi hayatı öldüren en önemli etken sonu gelmeyen maddi haz ve zevklerdir. İnsan nefsinin heva ve heveslerine ne kadar önem verir onlara kapılırsa manevi, ruhâni yanı o kadar eksilmeye başlar. Ahlaki değerleri bünyede diri tutmak için kalbî gelişim herkes için gereklidir. Bunun da yolu Allah’ın buyruklarına sarılmak ve daima O’nunla irtibatlı olmaktan geçer.

Bu hususta kişi yoksun kalırsa “ölmeden önce kendim için ne yapabilirsem kârdır” düşüncesiyle “hızlı yaşa hızlı öl” fikrince tüm zevklere dalma hırsıyla kendinden başkalarına ve hakikate karşı kör olacaktır. Bununla ilgili Bediüzzaman Said Nursi rahmetullahi aleyh der ki: “Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise mâneviyatta kördür.” Çünkü gözün göremediğini ise ancak kalp ve vicdan görebilmektedir.

Önce biz

Hayatına huzuru dâhil edip hayırlı bir ömür yaşamak isteyen kimse bencillikten, egoistlikten kurtulup nefsinin kötü çağrılarından kendini uzak tutmalıdır. Böylece hayatta sadece kendinin var olmadığını düşünerek; “Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık” (Hucurat, 13) ayetinin hikmetini kavrayacaktır. Bunu kavrayıp ona göre yaşaması ise “diğerkâmlığı” diri tutmasını sağlayacaktır.

“Önce ben” demek yerine  “önce sen” ya da “önce o” diyebilmek, kendini başka insanların yerine koyup onların acılarını hissedebilmek gerecekten nefis için zordur. “Kendi evini yapamıyorsan yapana taş taşı” bilinci ile “ben” ifadesini lügatimizden çıkarıp “biz” penceresiyle ümmet ve insanlık namına bir şeyler yapmak için çaba sarf etmeliyiz.

Zaten akıl nazarıyla bakıldığında herkes bir başkasına göre “öteki, diğer kimse”dir. Yani bu değeri yaşayan kimse başkalarından da aynı inceliği göreceği için bir bakıma kendisi de fayda görecektir. Ancak buradaki ince çizgi başkası da bana iyilik yapsın diye değil, karşılıksız bir iyilik fikri ile davranmaktır. Misâl, bir işini yaptırmak için birine ikramda bulunmak diğerkâmlık değildir. Bu menfaate dayalı bir iyilik olmuş olur.

Fıtri bir duygudur

Diğerkâmlık duygusu aslında fıtri bir duygudur, insan olmanın gereklerindendir. İnsanın fıtratı Allah’ın bir sanat eseridir. Nasıl ki bilgisayar işleyişi için yazılımcıların temelde girdiği kodlar varsa insanın ruhuna da birçok ahlaki değeri fıtri olarak Cenab-ı Mevla kodlamıştır. O halde bu mükemmel değer toplumsal bir değer olmanın yanında Allah’ın da kullarından istemekte olduğu zıttını da makbul karşılamadığı bir davranıştır.

Diğerkâmlık, ailede iş birliği ile fertlerin sevgi ve saygı çerçevesinde birbirlerine hayatlarını kolaylaştıracak davranışlarda bulunulmalarına teşvik eder. Yine kişinin sokakta komşularına karşı yapabileceği yardım faaliyetleri, köy ve kasabalarda köylülerin imecesi, parkta kendi çocuğu ile beraber komşu çocuğuna da göz kulak olmak örneklerinde olduğu gibi ulvi bir hassasiyet içerir.

Otobüse binerken aynı anda kapıya varıldığında yanındakine öncelik vermek, yaşlıya, hamileye yer vermek, ekmek sırasında ayakta bekleyen değnekli dedeye nineye sıra vermek, caddeden karşıya geçerken âmâ birine yardım etmek, pazardan dönüşte torbasını taşımaktan yorulmuş bir teyzenin torbalarını alıp evine kadar eşlik etmek İslâm’ın bize “diğerini” de düşün diyerek tavsiye ettiği o güzel davranışlardandır.

Toplumda vardı

Anlatılır ki, Fatih Sultan Mehmet tebdil-i kıyafet ile esnafı dolaşır. Esnafın birinden iki kilo yağ ister. Esnaf iki kilo yağı verir. Esnaftan iki kilo da bulgur ister. Esnaf; “Ben siftah yaptım, komşum henüz siftah yapmadı bulguru da ondan alın” der. Fatih Sultan Mehmet diğer esnafa gider iki kilo bulgur alır. İki kilo da mercimek ister. Esnaf; “Ben siftah yaptım. Komşu esnaf henüz siftah yapmadı. Mercimeği de komşumdan alın” der…

Fatih Sultan Mehmet bencillik etmeyip komşusunu düşünen esnafın bu davranışından memnun olur. Bu olay diğerkâmlığın tam mânâsıyla İslâm ahlâkının özünü teşkil ettiğini göstermektedir. Yani bir ütopyadan değil İslam toplumunda geçmişte örneği bulunan, yaşanmış bir olgudan bahsediyoruz. Günümüze geldiğimizde ise bu ahlaki boyuta çok uzağız.

Ebû’l-Hasan Harakanî kuddise sirruh’un diğerkâmlık ufkunu ortaya koyan şu ifadeleri ne kadar da etkileyicidir: “Türkistan’dan Şam’a kadar olan sahada birinin parmağına batan diken, benim parmağıma batmıştır. Birinin ayağına çarpan taş, benim ayağıma çarpmıştır. Onun acısını ben de duyarım. Bir kalpte üzüntü ve hüzün varsa, o kalp benim kalbimdir.”

Hulefa-i râşidin efendilerimizden örnek verecek olursak Osman Nuri Topbaş Hocamızın ifadesiyle; “İslam’dan önceki katı yürekli Ömer, İslam’dan sonra rakik kalpli Hazreti Ömer radıyellahu anh oldu. “Fırat’ın kenarında bir kuzu zayi olsa, bu sebeple Allah’ın beni hesaba çekmesinden korkarım” diyecek kadar ulvi bir mes’ûliyet duygusuna ve diğerkamlık ufkuna ulaştı.”

Çocuklar için yazdığım Namaz Kılan İki Gencin Hikayesini okumak için buyurunuz.

Emrah Topcu/ İrfanDunyamiz.com

Şahsiyet Gelişimi↗

Müslümanca hassasiyetlerle yazılmış kişisel gelişim yazıları okumak için tıklayın.

Adab-ı Muaşeret

Sosyal hayattaki edep ve görgü kurallarına dair yazıları okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Annem bizi namaza ağlayarak kaldırırdı…

Annemin ismi Râbiye’dir. Ne eskimez yazı ve ne de Latin harfleriyle okuma yazması olmayan ümmî …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.