
Konya’nın meşhur hafızlarından Hayra Hizmet Vakfı kurucusu merhum Hasan Hüseyin Varol hocamızın hatıralarını rahmete ve Fatihalara vesile olması niyeti ile yayınlamaya devam ediyoruz.
Aslen Buhârâ, Taşkent Belen Mescid mahallesindendir. İsmi Tölegen=Duran’dır. Babasının adı “Hacı Tölegen”, Annesinin adı “Zöhre” hanımdır. Halk arasında “Çarkçı Baba” diye bilinir. Konya’ya gelmeden önce bulunduğu yerde ekmeğini çarkçılık yaparak kazanırmış. O sebeple kendisine “Çarkçı Baba” denirmiş. 1845’lerde dünyaya geldiği tahmin ediliyor. 1971 yılında 127 yaşında vefat etmiştir.
Taşkent Ruslar tarafından işgal edilince bunlar bir grup arkadaş bir birlik oluşturmuşlar ve ülkelerini düşmanlardan temizlemek ve korumak üzere silahlanıp savaşa başlamışlar. Lâkin düşman ordusu her türlü güç ve kuvvete sahip olunca bunların büyük bir bölümü şehit düşmüş, bir bölümü düşmana yakalanmamak için dağlardan, ormanlardan kaçarak komşu ülkelere dağılmışlar.

Misafir olmuş
Çok farklı memleketlerde kaldığı için oradaki insanların dillerini öğrenmiş, kazancından tasarruf ederek bir “çark” almış… Çarkı sırtına yüklemiş dolaşıyorken bir şehre gelmiş. Bu şehirde garip olduğu her halinden belliymiş. Bu esnada bir meczub kendisine yaklaşmış; “Sen buraların garibisin seni bir zâta göndereceğim” demiş.
Duran Amca “Peki efendim” deyince; “Tut elimi kapat gözlerini” demiş. O ne dediyse yapmış. Çok kısa bir zaman sonra; “Aç gözlerini” demiş. Açınca o anda başka bir memlekette olduklarını görmüş. “Sen burada dur” demiş ve biraz ileride bir evin kapısına vurmuş. İçeriden bir ses: “Kim o?” Kapıya vuran kişi: “Emaneti getirdim, size teslim” demiş ve oradan kaybolmuş.
Duran Amca birkaç gün orada misafir olduktan sonra ayrılıp gitmek üzere hareket edince hane sahibi: “Sen buradan Türkiye’ye gitmelisin, başka hiçbir yerde sana yardım etmezler” demiş. “Peki nasıl gidebilirim” diye sorunca; “Bak şu ilerde tren var, onunla gidebilirsin” demiş.
Gelmiş, trenin 3. mevkiinden bir bilet almak için gişeye yaklaşınca bir adam; “Galiba sen bilet alacaksın! Ben birinci mevki bileti almıştım. Fakat vazgeçtim. Ben bu bileti sana vereyim, sen de bana dua et” demiş. İşte bu biletle Türkiye’ye gelmiş. Hangi memleketteyse orada kendisine Es’ad Erbîlî hazretlerini bul ona mürid ol” demişler. Duran amca bir eşek almış onunla çarkcılığa devam etmiş.
Şöyle anlatmış
Bize bu bilgileri veren Duran Amcanın oğlu Ahmet Efendi anlatıyor… Babam’ın anlattığına göre: “İçime bir ateş düştü. Lâkin param yok… Üç ay çalışayım, yol parasını ayarlayınca İstanbul’a gideyim ve Es’âd efendiye intisap edeyim” diye aklımdan geçirdim… Çalışıyorum. Yani çarkçılık yapıyorum… Biraz param oldu. Vadettiğim üç ay doldu. Bir gün birisinin bıçağını bilerken o anda Es’ad Efendi hazretleri karşıma dikildi: ‘Hani üç ay demiştin. Üç ay geçiyor gelmedin…’ dedi.
Hemen bıçağı tamamlamadan sahibine verdim. Parasını da almadım. Elimdeki çarkı da eşeği de sattım. Doğru İstanbul’a Es’ad efendiye gittim. Kendisine intisab edip döndüm. Konya’ya yerleştim elhamdülillah…”
Ziyaret ettik
Bana gelince… Ağabeylerle beraber Hacı Duran amcanın ziyaretine geldik. Ben ise bu ziyarete niçin geldiğimizin sebebini bilmiyordum. 60 sene sonra oğlu Ahmet Gözönü bana babasının Konya’ya geliş macerasını anlatınca anladım. Çünkü Duran amca da bizim ıhvanımızdanmış. Ve pir efendiden devam edip geliyormuş. O sebeple ziyaret etmiş oluyoruz.
Allah hepsine rahmet eylesin. Çünkü şu anda hepsi gittiler, ben de gidiyorum. Rabbim akıbetimizi hayırlı eylesin. Biz kendisini duran amca diye tanırız. Bu zat aynı zamanda “Kadiri Tarikatından icazetli Şeyhmiş… Yaşlı Konyalılar bilirler. Şimdiki nesil belki onun ismini duymuştur. Kendisini bilmez. Duran Amcanın halen hayatta Ahmet Gözönü isminde bir oğlu bulunuyor. Bu bilgilerin kaynağı da odur.
Bu muammayı çöz
M.Celâleddin Çelikkol, Sahipata camii imamı Hafız Ahmet Büyükatıcıgil, Hafız Mustafa Gözükara, Ali Ağaççı ve bendeniz toplandık; “Haydi Duran Amcayı bir ziyaret edelim” dediler. Gittik. Ben o zatı hiç görmemiştim. Sahipata Camii’nin orta kapısının karşısına rastlayan yokuştan yukarı çıktık ve sağda ilk sokağa girdik. Biraz gittikten sonra solda bir eski evin kapısını tıkladılar. Kapı açıldı: “Ziyaret için geldik” dediler. “Buyurun” dendi, içeri girdik. (Şu anda oralar tamamen yıkılmış, evler ve binalar yok olmuştur.)
Pek fazla geniş olmayan bir oda, karyola üzerinde yatan uzunca boylu bir zât. Başında bir Türkistan takkesi var. Gür sakallı, nur yüzlü bir adam. Selam verip etrafına oturduk. “Hoşgelmişsiniz”, “Hoş bulduk” “Yahşimisiz” “Hamdolsun, sen nasılsın”? “Yahşiyem Elhamdülillah” dedi. Sonra eskiden yeniden konuşmalar sürdü gitti. Ben o zatı ilk defa gördüğüm için hep onu gözetledim. Konuşmasıyla, lehçesiyle ve Türkçesiyle hayalimde canlandırdığım Yunus Emre’yi gördüm onda.
Konuşmaları esnasında bir yolculuktan bahsetti. Şöyle: “Birkaç kardeşimizle Yalvaç’a gitmiştik.” Tarih vermedi. Orada misafir olduğumuz hane sahibiyle sabah namazına camiye gittik. Caminin direkleri ağaçtandı. Dünya harbinde askerler oradan geçerken birkaç gün o camide kalmışlar. Onlardan birisi o ağaç direğin düzgün bir yerine bir şeyler yazmış ve MUAMMA başlığını koymuş. Diyor ki:
Derdim ondur, dokuzun diyemem ağyara ben
Sekizinde kaldı aklım, yedisinden âvâre ben
Altısı bende bulunsa, beşe çekmezem elem
Dördünü hakk nasib etse, üçe bulam çâre ben
Âh gönül, eyvâh gönül ikiden hâlî değil
Ânın içün, yalvarıram gece gündüz bire ben
Bendeniz yanımda daima kağıt ve kalem bulundururum. O henüz muamma’yı okumaya başlamadan kalemi kağıdı hazırladım. O okurken bir taraftan da yazdım. Benim yazdığımı görünce: “sen bu muammâyı çöz bakalım evlat” dedi. Bende Celal Ağabey’e baktım. “Hadi bakalım” dedi. Ondan güç alarak açıkladım.
“Derdim ondur dokuzun diyemem ağyara ben”
Tarikat erbabı bilir. İnsan vücudunda on letaif bulunur. Bunun beşine “Letâif-i Hamse-i Zâhiriye” diğer beşine “Letâif-i Hamse-i Bâtıniye” denir. Bunlar: kalb, ruh, sır, hafâ, ahfâ, nefs, sultan-ı zikir, nefyü isbat, murâkabe-i ehâdiyet ve murâkabe-i mâiyyet’dir… Görüldüğü üzere bunlardan letâif-i kalb herkes tarafından bilinir. Lâkin diğer dokuz tanesini ancak tarikat ve tasavvuf mensubu kişiler bilirler. Tarikata intisab etmiş bir kişinin bütün derdi, tasası, işi, gücü, gayesi ve maksadı işte bu letâifleri çalıştırmaktır. Bu muammâyı yazanın da böyle birisi olduğu anlaşılıyor.
“Sekizinde kaldı aklım, yedisinden âvâre ben”
“Aklım sekiz Cennette kaldı, yedi Cehennemi de ben istemem” diyor. Halk arasında meşhur alan şekliyle sekiz cennet, yedi cehennem görüşüne istinat ediyor.
“Altısı bende bulunsa, beşe çekmezem elem”
Eğer imanın altı şartı bende bulunsa İslam’ın beş şartına elem çekmem, o benim için kolaydır demek istiyor. Malumdur ki imanın şartı altı, İslam’ın şartı ise beştir. Bunlara işaret ediyor.
“Dördünü hak nasib etse, üçe bulam çâre ben”
Eğer abdestin şartlarını yerine getirmeyi Cenâb-ı Hakk nasip ederse, güslün veya teyemmümün şartlarını yerine getirmem hususunda ben bir çare bulurum, diyor.
“Âh gönül, eyvâh gönül, ikiden hâlî değil”
İnsan oğlunun son nefesinde iki ihtimal daima vardır. İmanlı ve şuurlu olarak ruhunu teslim etmek, veya Allah hepimizi korusun imansız olarak dünyadan ayrılmak. Kişi imanla giderse ebediyyen mutlu olacak, imansız giderse ebediyyen perişan olacaktır. Bu duruma göre olması gereken Allah’a yalvarmaktır ki onu da şöyle ifade ediyor:
“Ânın içün yalvarıram gece gündüz bire ben”
Evet gecede ve gündüzde durmadan Allahü Zülcelâle yalvarmaya devam ediyoruz… “Efendim benim anladığıma göre bu “MUAMM”nın çözümü böyle olsa gerek” dedim. Duran Amca: “Bess” dedi. “Tamam, kâfî” yeterli demekmiş. Çok ibretli bir “muammâ” oluşu itibariyle bir hatıranın tescili ve adı geçenlerin hepsinin Rahmet-i İlâhiyye’ye mazhar olmaları düşüncesiyle buraya derc ettim.
Hasan Hüseyin Varol/ İrfanDunyamiz.com
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.