Mezhepler konusunda ince bir çizgi…

Müslümanım diyen ve pratikte İslam’ı yaşama kararlılığına sahip hiç kimsenin mezhepsiz kalması mümkün değildir. Bu bağlamda şu ince çizgiye dikkat etmeliyiz. Üzerinde titreyip asla taviz veremeyeceğimiz şey, ümmetin icmaı ile hak oluşu kabul edilen mezheplerin dördünü de aynı derecede hak olarak kabul etmektir.

Böylece mensubu bulunduğumuz mezhebi, dinin tamamı yerine ikame etmeden, pratik bir aidiyet olmanın ötesinde bir ideoloji gibi algılamadan, dolayısıyla diğer hak mezhepleri dışlama veya antipatik bulma hatasına düşmeden yaşamaktır.

Mezhepçilik zarar verir

Aksi takdirde büyük bir yanlışa düşerek mezheplilik yerine mezhepçiliği savunmuş oluruz. Bu ise, hem itikat, hem islam fıkhının, bir bütün halinde Müslümanların hayatında var kılınması hem de İslam toplumunda yol açması kaçınılmaz hale gelecek sosyal huzursuzluk bakımından, mezhepsizliği savunmak kadar beraberinde büyük sıkıntılar getirecektir.

Hal böyle olunca yağmurdan kaçarken doluya yakalanma durumuna düşmüş oluruz. Bu çerçevede, hepimizin malumu olduğu üzere, mezhep imamlarımızın birbirlerine olan büyük saygıları, en güzel örnekleriyle çok iyi bilinmesine rağmen, gerek tarihten gelen gerekse günümüz pratiğinde birtakım sıkıntıların varlığından söz edilebilir.

Şöyle ki, İmam Malik‘in en önemli öğrencilerinden olan ve Muvatta‘yı on beş yaşında ezberlediği rivayet edilen İmam Şafii Mısır’a yerleşip, burada daha önce yaygın olan Maliki mezhebinin gerilemeye başlaması üzerine bu mezhebin mensupları ona husumet etmeye başlamış ve kaynaklarda yer alan bir rivayete göre, aralarından bir fanatik, imamı ağır şekilde darp etmek suretiyle kanama geçirmesine ve sonunda vefat etmesine sebep olmuştur.

Tarihten örnek çoğaltmak mümkün olduğu gibi, günümüzde de tanıklık ettiğimiz bir iki örnek vererek sözlerimi bitirmek istiyorum. Bundan birkaç yıl önce İstanbul’da çağrıldığımız Ensar Vakfı’nın Genel Kurulu’nda, konuşmacılardan adını vermeyeceğim aksakallı bir hoca efendinin, esasen seçilmesi gereken yegane mezhebin Osmanlı’dan tevarüs edilen Hanefi mezhebi olduğunu söylemesi, benim için ciddi ve o oranda da tatsız bir sürpriz olmuştu.

Bunun tam zıddı olarak Diyarbakır’ da ömrünü müderrislik ve resmi din hizmetinde geçirmiş olan yine adını vermek istemediğim ve aynı zamanda pederimin de hocası olan, dolayısıyla hocamız demek zorunda olduğum aksakallı bir hocaefendinin, imam Ebu Hanife‘ye İmam-ı Azam, en büyük imam denmesine tepki göstererek en büyük imamın, kendi tabiriyle İmam-ı Azam’ın kendi imamı olan İmam Şafii olduğunu söylediğini defalarca dinlemiştim.

Hal böyle olunca mezhep mensubiyeti ile müslümanlar arasında tefrikaya yol açma tehlikesi bulunan tek doğrucu mezhepçiliği birbirine asla karıştırmamak ve bu ince çizgiye hassasiyetle riayet etmek gerekir. Allah hak yoldan ayırmasın. Bu ümmetin başına musallat olmuş iflah olmaz “anlaşmazlık” musibetinden kurtulmaya çaba harcamak, her Müslüman ferdin birinci öncelikli vecibesi haline gelmiştir.

Bunu başarıyla yapabilmek için ne alim sıfatıyla şöhret bulmak, ne fazilet pazarlamacısı olmak, ne sözde ehl-i sünnet ideologu (fikri müdafii) rolüne soyunmak, ne firka-ı naciye havarisi görüntüsü vermek ne velilik ve keramet tekelciliği yapmak, ne Allah’ın emriyle cehenneme gönderilen kimseyi güya tarikat referansıyla meleklerin elinden kurtarma hezeyanı… Hulasa bu ve buna benzer ahlak, dürüstlük, liyakat, samimiyet ve nasihatten yoksun hiçbir sloganik klişe, geçmişte olduğu gibi, günümüzde de bu ümmetin derdine çare olmayacaktır.

İhtilafları köpürtmemeli

Eğer hakikaten ümmet felaha ersin isteniyorsa, önce aramızdaki ihtilafları her gün biraz daha köpürterek değil, müşterekleri çoğaltarak, hak ve hakikati kendi tek taraflı doğrumuza feda etmeden, ne yapıp yapıp ümmetin  diğer kesimlerini inhirafla damgalamadan, işimize gelmediği zaman Kitab ve Sünnet’i bile göz ardı ederek değil, bu iki büyük emaneti merkeze alarak topyekun bir birlik ruhu geliştirilmelidir.

Şu bir gerçek ki, hiç bir grupçu anlayış, diğer anlayıştan daha doğru, daha toparlayıcı, daha masum değildir. Çünkü hepsi, aynı derecede ümmetin ittihadına değil, ihtilafının şiddetlenmesine katkı sunmaktadır. Hiç olmazsa geçmişteki itikadi ihtilafların ümmetin tarihinde bugüne dek uzanan ne denli felaketlere yol açtığından birtakım dersler çıkarılmalı ve grupçu körlüklerden korunmaya çalışılmalıdır.

Hiç şüphe yok ki, ümmetin en büyük tarihi felaketi, bu denli grupçu körlüklerden kaynaklanmıştır. Bu körlüğe yakalanınca, idrak ve objektif değerlendirme imkanı ortadan kalkmış olur. O kadar ki, ayetler ve hadisler bile, ya hiç görülmez ya görmezden gelinir ya da bu körlük yönünde saptırılır. Hal böyle olunca, pratikte ümitten ziyade ümitsizlik havası hakim olmaya başlıyor. Oysa ilahi prensip, ümitvar olmayı öngörmektedir. Bunun tahakkuku ise, basiret ve hakta kararlılık ile doğru orantılı olsa gerektir.

Prof. Dr. Mehmet Yalar/ İrfanDunyamiz.com

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Firavun’un ilahlık iddiası…

Kibirlenmek, büyüklük taslamak, ayetlere karşı aldırışsız davranmak, hakikate kulak tıkamak da fısktır. Kibirlenmek (istikbar); büyüklük gösterisinde …

Bir yorum

  1. İbrahim Abdülhalik Canbaz

    Allah razı olsun kıymetli hocam..özellikle cami cematimden baglı oldugu mezhebin bazı zorluklarını anlatması ve – hocam ben şu mezhebe geçsem dediği oluyor. Cevaben de herkesin kendi mezhebinde kalması gerektiğini eğer basit bir zorluk için değiştirilirse o mezhebimizin kaybolma riskinin olacağını vebale girmemmiz gerektiğini ifade etmeye çalışıyorum. Kıymetli hocamızın bu yazısı bize daha büyük referans olacak ,daha kolayca anlatmamızı saglayacak.. dua ederim,dua beklerim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.