Örnek bir Müslüman İpek hoca…

İsmiyle müsemma, amel-iman birlikteliğinin timsali, gerçek anlamda peygamber vârisi üstün insan İpek Hoca… Burada kullanılan kelimelerin onu anlatmada yetersiz kalacağı ve onun şahsının ve yaşadıklarının yalnızca kuru bir ifadesinden ibaret olacağı âşikar…

Yaşamda hissedilen coşkuyu, duyguları ve derinliği sözcüklere dökmek ne kadar zorsa, onu anlatmak da en az o kadar zor… “Bir kavmin seyyidi, o kavmin hizmetçisidir” hadisi nebevisinin sırrına mazhar, bütün hayatını, malını-mülkünü, çoluk-çocuğunu, gücünü kuvvetini, zamanını ve kısaca her şeyini yalnızca Hakk’ın rızasına vakfetmiş bir Allah dostu…

Arafat’taki duası

1990 yılında gittiği Hac ibadeti esnasında Arafat’ta yaptığı konuşmayı dinleyenlerden bir dostumuzun ifadesiyle: “Onun, şahsında gördüğümüz ve hissettiğimiz coşku, Allah ve peygamber sevgisi, o yıl yaptığımız hac ibadetine ayrı bir anlam kattı. Birçok defa hac yapmış olmamıza rağmen, hiçbirinde o kadar büyük bir haz yaşamadık.

İpek Hocam henüz konuşmasına başlar başlamaz hislerimizin göz yaşlarımıza dökülmesine engel olamadık. Hatta nerdeyse bir vecd hali yaşadık. O şöyle diyordu: Allah’ım! Sevgili çocuklarımızı, malımızı-mülkümüzü, Sen’in dışında ne varsa hepsini bütün mâsivâyı terk edip Sen’in için ölmeye, ölmeye, geldik!.. Rızandan bizi mahrum eyleme!..”

İpek Hoca adını, çok küçük yaşlarımdan itibaren duymaya başladım. Henüz okula bile gitmezken, annem beni kastederek: “Oğlumu hoca yapacağım, inşallah o da İpek Hoca gibi büyük bir hoca olur” derdi. Ve artık İpek Hoca pek çok insan gibi benim için de bir örnek, bir modeldi. Ne zaman onun adı geçse, onun hakkında anlatılanları ve onun kendi söylediklerini can kulağıyla, dinlemeye ve onu daha iyi tanımaya çalıştım.

1971 yılında onu ilk defa gördüğüm zaman, henüz dokuz yaşındaydım. Fakat ne o ilk görüşümde, ne de sonraki birkaç görüşümde onu yakından görmek ve konuşmak mümkün olmadı. Buna cesaret de edemiyordum. Çünkü o büyük insan gerçekten de çok yoğun, çok meşguldü. Fakat artık onu tanıyordum. Gerek onun hakkında anlatılanlar, gerekse onu yüce kılan değerin İslam oluşu, zihnimde içten içe yer etti.

Ailemin başarılması zor bir okul olarak görmesine karşın benim İslam’ı öğrenmek ve İpek Hoca (Hasan Türkmenoğlu) gibi bir hayata erişebilmek arzum, İmam-Hatipli olmama neden oldu. İpek Hoca benim gibi daha nice çocukların zihninde bir model ve örnek bir Müslüman olmuştur.

Şeker dağıtırdı

Onu çok sık görememiş olsam bile, her Yahyalı’ya gidişimde mutlaka onu aramaya ve görmeye çalışırdım. İmam Hatip okulunun ilk yıllarında, onun Yenice mahalleden çarşıya kadar yürürken, yol boyuna dizilen ve oynamakta olan çocukların, İpek Hoca geliyor diye oyunlarını bırakıp yol boyuna dizilmeleri, İpek Hoca’nın ise onların yanından geçerken onlara selam verip şeker dağıtması, bana peygamberimiz Hazreti Muhammed sallellahü aleyhi ve sellem’i hatırlatıyordu. Cebinde şeker kalmamışsa, “arkadaş, sana da yarın getireyim” diyerek başını okşaması, ara sıra onlara şakalar yapması, İpek Hoca’nın gözümdeki yerini ve değerini kat kat büyütüyordu.

O yalnızca çocukların İpek Hoca’sı değildi. Gençlerin, yaşlıların, hastaların, sıkıntıda olanların, yola gideceklerin, yoldan gelenlerin, kısaca yediden yetmişe herkesin İpek Hocası idi. Hasta olanlara: “Doktora git, muayene ol, biiznillah hiçbir şeyin kalmaz” dediği halde, “hocam yine de bir okusanız?” derlerdi. O adeta bütün dertlere derman idi. Ona olan sevgi ve muhabbet, insanları en azından psikolojik olarak rahatlatıyordu.

O, sağlık durumunun son derece hassas olduğu ömrünün son aylarında bile, kapısına gelen hiç kimseyi geri çevirmeye razı değildi. Düğününüz mü var? İpek Hoca’yı çağırın, dua etsin! Kavga mı çıkmış bir yerde? İpek Hoca gitsin, sulhetsin! Mustafa Emmi’nin ineği mi hasta, İpek Hoca bir dua yazıversin!… Başın mı ağrıdı? Hoca’ya git, okuyuversin! Gece olsun, gündüz olsun, İpek Hoca yatakta olsun, uyanık olsun, hiç fark etmez. Hatta entelektüel misiniz? Metafizik sorunlarınız mı var? İpek Hoca’ya sorabilirsiniz.

1991 yılında Tunus’ta bulunduğum sırada, Tunus’la ilgili müşahedelerimi, Fransızların Tunus üzerindeki etkilerini, bazı toplumsal değerlerin yok edilerek nasıl erozyona uğratıldığını anlattığım bir mektup yazmıştım İpek Hocama… Ona bunlardan söz etmeyi bir görev saymıştım. O da bana yazdığı cevabi mektubunda şunları söylüyordu:

“…Müslümanlar, Kur’an’ı bir hayat kitabı olmaktan çıkarıp, onun emir ve yasaklarını kulak ardı ettikleri için bugünkü duruma gelmişlerdir. Şeref ve itibarı, gayri Müslimlerin yanında arar olmuşlardır. Fransızların yaptıklarına gelince, bu yalnızca Tunus için değil, İslam beldelerini egemenliği altına alan ya da sömüren bütün ülkeler için söz konusudur. Nitekim Rabbimiz zül-celal hazretleri şöyle buyurmaktadır: ‘…Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi orayı perişan ederler ve halkının izzet ve şerefini zillet hâline getirirler. Onlar hep böyle yaparlar.’ (Neml, 27/34). İnşallah sıra bir gün bize de gelir!”

Onun bu sözlerini, bugünlerde çokça anıyorum. İslam dünyasında Müslümanların yaşadığı olumsuzlukları gösteren resim ve görüntülere baktıkça, hemen İpek Hoca’nın sözlerini ve bu ayeti hatırlamamak kabil mi? Müslüman halkları içine düştüğü zillet ve perişanlık, insanlığın eriştiği bilim ve medeniyet seviyesinin, ayette beyan edilen durumu hiç değiştirmediğini ortaya koymaktadır.

İpek Hoca’yı anlatmak için onun yaşadığı her anı kağıda dökmek gerektiğini söylemeye bile gerek yok… Allah’ın adını anmadığı, O’nu aklından çıkardığı en küçük bir zaman dilimi bir an bile geçmezdi ki!… Bu sebeple sadece çok çok hatırladığım yönlerinden söz etmeye çalışacağım.

Çok şakacıydı

Kendisi çok şakacıydı. Kimi zaman yanında yakınları olarak güler, şakalaşırdık ve o da bize katılırdı; fakat ölçünün kaçırılmasına asla müsaade etmezdi. En sıkıntılı anında bile bir kimse gelerek mutlu olduğunu gösteren bir haber verse, mutlaka onun mutluluğunu paylaşır ama kendi sıkıntısından başkalarına söz etmezdi.

Kendisinin en neşeli olduğu bir zamanda bile bir müslümanın sıkıntıda olduğunu duysa ya da müşahid olsa, hemen ciddileşir, yüz hatları değişir ve o üzüntüyü paylaşırdı. İnsanlar için onun tesellisi son derece önemli idi. O teselli verdiği zaman sanki bütün dertler ortadan kalkar, insanlar rahatlayarak huzurundan ayrılırlardı.

Her zaman insanlara hakkı ve sabrı tavsiye eden, hiçbir zaman dini yaşamaktan ve dinden taviz vermeyen ama “Yessirû velâ tü‘assirû, beşşirû velâ tüneffirû” (Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz!) hadisi mucibince insanlara hep çözüm üreten, yol gösteren, gerekiyorsa kendi nefsinden, malından, zamanından fedakarlıkta bulunan kelimenin tam manasıyla bir “imam” idi.

Gece âbidti

Bizim nefsimize son derece ağır gelen gece namazlarını hiç kaçırmadığını söylerlerdi. Ben ise, belki onu kendi nefsimle kıyaslama saflığına düşerek, bu nasıl mümkün olabilir, diye düşünürdüm. 1990 yılı Ramazan ayında Almanya’da bulunan ve kendisini tanıyan bir grup Müslüman onu Almanya’ya davet etmişlerdi. Ramazan sonunda Almanya’dan döndü ve Ankara’da bize misafir oldu.

Almanya’da bir ay boyunca hep ayakta konuştuğu için bedeni buna dayanamamış ve üzerine basmakta zorlanacağı ölçüde ayakları ve bacakları şişmişti. Aynı rahatsızlığından dolayı daha sonra ameliyat geçirecekti. Onun bize misafir olduğunu duyan tanıyanları, ziyarete gelmişlerdi. Ayaklarının altına yastık koyarak cemaatin yanına oturdu ve onlarla sohbet etti. Hatta acılarından hiç şikayet etmeyerek onlarla şakalaştı.

Daha sonra ben, onun hiç gece namazını geçirmediği şeklindeki söylentiyi hatırladım ve merak etmeye başladım. Acaba bu haliyle yine kalkacak mıydı? Gece yarısı saat on ikiye gelirken namazlarımızı kıldık ve misafirler dağıldı. Hep beraber yattık. Biz ortalığı toparladığımız için saat bir civarında yatmış ve henüz uyumamıştık ki, İpek Hocam yatağından kalkarak abdest aldı. Bir ihtiyacı olup olmadığını sormak için yanına gittiğimde, bana “sen yat, ben de yatacağım” diyerek benden odama gitmemi istedi. Fakat kendisi, üşümemesi için verdiğimiz battaniyeyi yere sererek Rabbi’nin huzuruna çıktı. Bu nasıl bir aşktı ya Rabbi!…

Bir insan bedenen bu denli rahatsız olmasına rağmen, nasıl uykusunun hemen başlangıcında uyanarak ibadet ve zikir için divana dururdu. O gece, gecemi ihya etmediğim halde, saatlerce uyuyamadım. Böyle bir sevginin, böyle bir Allah aşkının nasıl mümkün olabileceğini uzun uzun düşündüm. Bir ara yatıp-yatmadığını anlamak için sessizce kapısı aralanmış olan odasına göz attım. Battaniyeyi sırtına sarmış, elinde tesbihi zikre devam ediyordu. Çok küçük yaşlardan itibaren kendisini model olarak gördüğüm insan hakkında anlatılanlar gerçekten haklıydı. Hiç abartı yoktu ve belki de eksikti. O sabah, namaz için bizi yine o uyandırmıştı.

Zikir ehliydi

O, iki söz söylemişse biri “Allah” idi. Hemen her cümlesinde “Rabbimiz”, ya da “Allahımız” kelimelerinden birini telaffuz eder, kendi hayatının olduğu kadar bütün Müslümanların hayatının da an be an Hakk Teâlâ’ya yönelmesi için çaba sarfederdi. Hemen her sohbette, her konuşmasında insanlara Kur’an-ı hatırlatır ve “aslolan Şeriat-i Mutahhare’dir” derdi. Kimi zaman tarikat ehli kimselerin yaptıkları yanlışlar hatırlatıldığında da, “Şeriat’e (Kur’an kastediliyor) uymayan hiçbir şeyin tarikatte olması mümkün değildir. Burada hata, söz konusu yanlışları yapan kimselerdedir” diyerek her zaman için yapılan davranışlarda Kur’an’ın bir mihenk taşı olduğunu sık sık vurgulardı.

Yukarıda da belirtildiği gibi, onu sözlerle anlatmak gerçekten çok zor. Hayatın gerçekliğini kelimelerin sembolizmi ile ifade etmek nasıl mümkün olabilir? Bir Arap atasözünün dediği gibi, “Görmek, duymak gibi değildir”. Aklını, ruhunu, bedenini, malını, canını ve yirmi dört saatini, evet abartmıyorum, yirmi dört saatini Allah’a adayan bir insanı görmek, müşahede etmek Rabbimin bana bahşettiği büyük bir lütuf…

Kısaca içimden onun hakkında gelen şu sözcükleri zikrederek sözlerime son vermek istiyorum. Bilhassa fıkıh ilmi, fıkıh usulü ve tasavvufta âlim, âbid, zâhid, ilmiyle âmil, Kur’an’ın ve Rasul’ün ahlakıyla ahlaklanmış, halkın ve Hakk’ın adamı idi İpek Hoca. Yüce Allah bütün Müslümanlara ve hepimize onun gittiği nurlu yolda yürümeyi nasip ve müyesser kılsın!

Prof. Dr. Nuri Adıgüzel/ İrfanDunyamiz.com

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.