Peygamber Efendimiz’in değer verdiği ve şiir söylemeye teşvik ettiği şairler nefsinin gurultularını, duygusal ihtiraslarını şiir formatında sunan kişiler değil İslam davasının sözcüsü olan, şiirleriyle onu savunan şairlerdir.
Kur’an-ı Kerim’in söyleniş güzelliği, ifade tarzındaki letafet, üslubundaki halavet insanların ruhlarını derinden etkilemiştir. Kur’an’ın, sahip bulunduğu edebî üstünlük ve muhteva zenginliği itibariyle benzerinin meydana getirilememesi özelliğine İcazü’l Kur’an adı verilmektedir. Kur’an’ın icazını ortaya koyan, açıklayan ilim dalı ise Belâgat ilmidir.
Onun mucizevi kelamından, fasih ve beliğ üslubundan etkilenmemek neredeyse mümkün değildir. Cahiliye dönemi müşrikleri dahi ondan etkilenmişlerdir. Kimileri bunu itiraf etmişler, kimileri ise inkârlarına bir kulp bulmak maksadıyla Peygamberimizin şair olduğunu, okuduğu ayetlerin ise şiir olduğunu iddia etmişlerdir. Kur’an’da onların bu iddialarından şöyle bahsedilmektedir: “Hayır dediler, (bunlar) saçma sapan rüyalardır; bilakis onu kendisi uydurmuştur; belki de o, şairdir. Eğer öyle değilse, bize hemen öncekilere gönderilenin benzeri bir ayet getirsin.” (Enbiya, 5)
Kur’an’ı Kerim’de onların bu iddiası yalanlanmış ve onlara şöyle cevap verilmiştir: “Biz ona şiir öğretmedik; zaten ona yaraşmazdı da. Ona vahyedilen, ancak bir öğüt ve apaçık Kur’an’dır.” (Yasin, 69) Bu ve bu minvaldeki ayet-i kerimelerden, söylenişindeki ahenk ve akıcılığa rağmen Kur’an-ı Kerim’in şiir olarak nitelendirilemeyeceği anlaşılmaktadır. Onun kendine özgü bir yapısı ve üslubu vardır ki bu üslup her bir surede kendi içinde farklılıklar arz eder. Bu da onun muhteva zenginliğinin yanı sıra üslup zenginliğine de işaret etmektedir.
Onun şiir olmadığı vurgusunun Kur’an’da birkaç yerde yapıldığını düşünecek olursak, ona şiir diyemeyeceğimiz gibi, bu ayetlerdeki hassasiyete hürmeten onu şiire benzetmek de doğru olmasa gerektir. Çünkü şiir insanın hislerinin ve duygularının neticesidir, dolayısıyla insan ürünüdür. Vahiy ise beşeri kusurlardan arınmış ve sapasağlam bir yol ile Peygamberimizin kalbine nazil olmuştur. Dolayısıyla Allah kelamı olan vahiy ile beşer kelamı olan şiiri birbirine benzetmek hiç de uygun değildir.
Şiir savaşları
Bilindiği gibi cahiliye döneminde sözlü edebiyat yaygındı ve şiire çok önem verilmekteydi. Aralarında meşhur olan güçlü şairler de vardı. İslam’ın doğuşu ile birlikte bazı müşrik şairler bu kabiliyetlerini, İslam’ın ve Peygamberimizin aleyhinde şiir yazarak, adeta şiiri bir silah olarak kullanarak sergilediler. Şiiri duyguları galeyana getirmek ve birbirlerini Müslümanlara karşı kışkırtmak için kullandılar.
Tarih boyunca din düşmanları da tıpkı buna benzer bir şekilde batıl ideolojilerini yaymak ve İslam’a düşmanlık etmek için şiiri kullanmışlardır. Günümüzde bu düşmanlık, sadece şiir üzerinden değil sinema, tiyatro, televizyon, sanat, edebiyat ve bilhassa roman gibi araçlarla sinsi bir şekilde devam ettirilmektedir.
Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem ise onların şiiri bu şekilde kullandıklarını görüyor ve onlara en uygun şekilde cevap verilmesi gerektiğini düşünüyordu. Onlar hangi silahlarla sataşıyorlarsa onlara benzer silahlarla cevap verilmeliydi. Nitekim Peygamberimiz onlara en güzel cevabı verebilecek kişileri yönlendirmekten geri durmadı. “Peygamber Şairi” olarak bilinen Hasan Bin Sabit’e; “Onları hicvet. Yemin ederim ki senin onları hicvetmen zifiri karanlıkta okun isabet etmesinden daha etkilidir.” (Bkz. Buhari, Bed’ü’l-halk, 6, Megazi, 30; Müslim, “Fezailü’s Sahabe, 153) diyerek onu davası için etkili şiir söylemeye teşvik etti.
Ka’b bin Malik’in şiir hakkında görüşünü sorması üzerine ise; “Mü’min, kılıcıyla olduğu gibi diliyle de mücadele eder’’ (Bkz. Bekir Topaloğlu, İslam Tarihinden Yapraklar, İstanbul 1981, s. 159) buyurarak müminlere bir ufuk gösterdi. Biz bugün bu mesajı İslam düşmanları hangi alanlarda çalışıyorlarsa, o alanları boş bırakmamamız gerektiği şekilde anlayabiliriz. Dolayısıyla Müslümanlar olarak bizlerin bilhassa sanat ve edebiyat alanlarını boş bırakmak gibi bir düşüncemiz olamaz.
Bedir sonrası
Bedir Savaşı sonrasında Yahudiler de taraflarını belli ettiler ve müşriklerle beraber İslam aleyhinde şiir yazma furyasına katıldılar. Bununla ilgili en çok bilinen Kâ’b İbni Eşref vakasıdır. Kâ’b Medine’de yaşayan bir yahudidir. Bedir Gazvesi’nde yetmiş kâfirin öldürülmesine pek üzülmüştür. Kırk kadar adamını yanına alarak Mekke’ye gider ve söylediği şiirlerle müşriklerin intikam duygularını kabartmaya çalışır. Onları Müslümanlarla savaşmaya ikna eder. Medine’ye dönünce de Peygamber Efendimiz ve İslâmiyet aleyhinde şiirler söylemeye devam eder. Onun bu şiirleri Peygamber Efendimiz’i çok rahatsız eder ve kendisinin bu eziyetten kurtarılmasını ister. Bunun üzerine Muhammed İbni Mesleme radıyellahu anh hicretin 3. yılında, kendisi gibi gözü kara dört Müslüman’ı yanına alır ve gidip Kâ’b İbni Eşref’i öldürür. İşte o zaman Fahr-i Kâinât Efendimiz’in bu yiğit sahâbîye; “Fitne sana zarar vermeyecektir” buyurduğu belirtilmektedir. (Bkz. Prof. Dr. Mehmet Yaşar Kandemir, Kitabus Sünne Tercüme ve Şerhi, s.171)
Müşriklerden Ebû Uzzeh El Cumehî isimli birisi de Bedir yenilginin acısıyla Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’e ağır hakaretler içeren bir şiir yazar. Bunun üzerine “şairler” anlamına gelen Şuara Suresi’nin şu ayetleri nazil olur: “Şairlere gelince, onlara da yoldan sapmışlar uyarlar. Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmez misin?” (Şuara, 224-226)
Ayetteki ağır hitaptan müteessir olan Resulullah’ın ünlü şairleri Hasan bin Sabit, Kâ’b bin Malik ve Abdullah bin Revaha ağlamaya başlarlar. “Ya Resulullah Allah bu ayeti indirdiğinde bizim şair olduğumuzu biliyordu” derler. Peygamberimiz ise bir sonraki şu ayeti okuyarak onları rahatlatır: “Ancak iman edenler, salih amellerde bulunanlar ve Allah’ı çokça zikredenler ile zulme uğratıldıktan sonra zafer kazananlar (veya öçlerini alanlar) başka. Haksızlık edenler, neye nasıl dönüşeceklerini (başlarına nelerin geleceğini) yakında görecekler.” (Şuara, 227)
İlk şiir ödülü
Yukarıdaki son ayetten mümin olup salih amel işleyen şairlerin müstesna tutulduğu anlaşılmaktadır. Kuşkusuz ki Kur’an-ı Kerim’in yerdiği şairler putperestlik döneminin İslâm ilkeleriyle ters düşen şiirlerini yazan bir takım seviyesiz kişilerdir. İslam’da nefsin zevklerini ve kötülüklerini harekete geçiren şiirler yasaklanmış, ilme, irfana ve faziletlere yönlendiren şiirler ise hoş karşılanmıştır.
Peygamber Efendimiz de her zaman şairleri desteklemiş ve teşvik etmiştir. Lebid bin Rabia’nın; “Bilinmelidir ki Allah’tan başka her şey bâtıldır” anlamındaki mısraını “şairlerce söylenmiş en doğru söz” diyerek takdir etmiştir. (Buhari, Menakıbu’l Ensar, 26) Yine Ka’b b. Zuheyr; “Muhakkak ki Peygamber kendisiyle aydınlanılan, Allah’ın çekilmiş yalın kılıçlarından bir kılıçtır” beytini söylediğinde Peygamberimiz duygulanarak üzerindeki hırkasını ona hediye etmiştir. Bu olayı da İslam tarihindeki ilk şiir ödülü olarak değerlendirebiliriz.
Hangi çağda olursa olsun, Allah ve Peygamber için yazılan etkili şiirlerin Peygamber Efendimiz nazarında ne kadar kıymetli olduğunu varın siz bu olaya kıyas edin. Ka’b b. Zuheyr radıyellahu anh’a bu büyük ödülü veren Peygamberimiz acaba yaşamış olsaydı bizim diğer büyük İslam şairlerine hangi ödülleri verirdi? İşte bu değer İslam ümmeti tarafından bir nebze anlaşılmış olmalıdır ki İslam ümmeti sanatı ve edebiyatı önemsemiş, büyük şairler yetiştirmeyi başarmıştır.
Fakat unutulmamalıdır ki Peygamber Efendimiz’in değer verdiği ve şiir söylemeye teşvik ettiği şairler nefsinin gurultularını, duygusal ihtiraslarını şiir formatında sunan kişiler değil İslam davasının sözcüsü olan, şiirleriyle onu savunan şairlerdir. Dillerinden hikmet ve irfan pınarları süzülen, nurani ilhamlara mazhar olmuş, Müslümanca düşünüp, Müslümanca yazan, yazarken de haddini bilen ve edebini kuşanan şairlerdir.
Aydın Başar/ Somuncu Baba Dergisi
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.