Asıl zikir nedir biliyor musunuz?

Yüce Allah, kullarının kendisine şirksiz bir şekilde vuslat edebileceklerini bildirmiş[1] ve şirki vuslatın önündeki en kalın zulmani perde olarak görmüştür. Bu bağlamda şirki ve şirke götüren yolları ayrıntılı denebilecek biçimde Kur’an’da tanıtmıştır. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem de şirke karşı en büyük mücadeleyi veren insan olarak yeterli açıklamayı yapmıştır. Bu açıklamalar hadis külliyatımızın içerisinde mevcuttur. Allah Teâlâ, vuslatın önündeki engelleri belirttiği gibi, salih amellerin ihsan hâlinde yapılması durumunda vuslata olan katkısını da izah etmiştir. Kur’an ve Sünnetteki bu açıklamaları maddeleştirip tefsir edecek olsak ortaya çok büyük bir külliyatın çıkacağı malumdur.

Vahyi kendilerine rehber edinen rabbani ulema vuslatın da bir metodunun olduğunu izah edip vuslatta takip edilecek yolları detaya dalmadan veciz bir şekilde açıklamıştır. Bunlar; anlamını bilerek ve hayata katarak Kur’an’a dört elle sarılmak, hayatın bütün boyotlarında Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve selelm’i örnek alarak Sünnet’e uygun yaşamak, velayeti kâfirlere vermemek, helal lokma yemek; kaynağını bilmediği yiyeceklere el uzatmamak, kimseye haksızlık ve eziyet etmemek, günahların büyüklerinden kaçınıp küçükleri üzerinde ısrar etmemek, her an tövbe hâlinde olup gaflete düşmemek, haksızlıkları telafi etmek ve her hak sahibine hakkını vermek, daima zikirle meşgul olmaktır.

Zikir kavramı

Rabbani ulema Kur’an ve Sünnet’in mesajların özetleyerek bu açıklamaları yapmış ve ayrıntılarla ilgili değerli eserler de vermiştir. Biz burada sadece zikir kavramı üzerinde duracağız. Vuslata giden yolların mahlûkatın nefesleri adedince olmasına rağmen, vuslatı temin eden diğer yollar hakkında şimdilik bir açıklama yapmayacağız. Elbette zikir kavramıyla alakalı kıymetli çalışmalar ve eserler verilmiştir ama toplumda bu kavram aşırı bir anlam daraltılmasına uğratılmıştır.

Zikir denilince sadece belirli virdleri okumak akla gelmekte ve diğer anlamları zayi edilmektedir. Hâlbuki zikrin anlam alanına Allah Teâlâ’nın isimlerini ve sıfatlarını anmak, O’nu övmek, zatına layık olmayan sıfatlardan Allah’ı tenzih etmek, Kur’an okumak, hadis tedris etmek, şer’î ilimlerle meşgul olmak,[2] tesbih, tekbir, tehlil[3] getirmek, hayatın bütün alanlarında murakabeye devam etmek ve kalpten gafleti kovmaktır.[4]Fakat kaynaklarımız Kur’an tilavetiyle meşgul olmayı diğer zikir türlerine tercih etmişlerdir.[5] Zikrin bütün türlerini hayatına aksettiren Peygamber Efendimiz her an zikir hâlinde yaşamak”[6] suretiyle ümmetine örnek olmuştur.

Her ne kadar dilinden tesbih ve tekbiri eksik etmese de o, ilim meclislerinin zikir meclisleri olduğunu beyan etmek suretiyle ilim halkalarını şu hadislerinde olduğu gibi teşvik etmiştir: “Bir topluluk Allah’ın rızasının olduğu evlerden birinde toplanır; Allah’ın Kitabını tilavet ederler ve onun (ahkamının) öğrenimini yaparlarsa, onları ilahi rahmet kuşatır, melekler etraflarını sararlar ve Allah Teâlâ onları mukarreb varlıklara anlatır.”[7] İlim meclislerine devam edenlerin Allah’ın misafirleri olduklarını söyleyen Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem,[8] bu meclisleri şu övgü dolu ifadelerle anmıştır: “Cennet bahçeleri mesabesindeki zikir halkalarına uğradığınız zaman oralardan istifade ediniz.”[9]

Bu ve benzeri rivayetlerde Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem, ilim öğrenmeyi zikir olarak saydığı için kavramı anlam daraltmasından kurtarmakta bizlere örnek olmuştur. Bizim bu çalışmamız anlam daraltmalarına karşılık Kur’an ve Sünnet’ten konuyu detaylandırmak ve zikir gibi anahtar bir kavramı yanlış anlamalardan kurtarmaktır. Eğer bunu başarabilirsek sûfi anlayışın içerisinde aktif yer alan Müslümanları zikrin diğer çeşitlerini de bilmeye ve icraya imkân sağlamış olacağız. Önce zikir kavramının Kur’an ve Sünnetteki kullanılış biçimlerini referanslarıyla beraber hangi anlamlara geldiklerini görelim:

1- Kur’an-ı Kerim. “Zikri (Kur’an’ı) kesinlikle biz indirdik; elbette onu (her türlü tebdil ve tahriften) yine biz koruyacağız.”[10] Bu ayette Yüce Allah zikirle Kur’an-ı Kerim’i kast etmiştir.[11] Ayet aynı zamanda Kur’an’ın ilahi koruma altında olduğuna delalet etmektedir. Hem lafız, hem de hüküm olarak kimse Kur’an’ın hayatı belirleyiciliğini önleyemeyecektir. Hükümleri kıyamete kadar baki kalacaktır.[12] Kıyamete kadar Kur’an-ı Kerim, bozulmaktan ve tahriften uzak şekilde varlığını devam ettirecektir. Çünkü Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem son peygamber, getirdiği vahiylerde son ve evrensel tek mesajdır.

2- Vahiy. Semud Kavminin kâfirleri Hazreti Salih Peygamber’e[13] vahiy gelmesini bir türlü kabul edememişlerdir. Onlar göre risalet vehbi değil kesbidir. Bundan dolayı da peygamberlik, aristokrat zenginlere verilmelidir. Bu beklentilerinin karşıtı olunca onların hayretlerini, Allah celle celaluh şu ayette hikâye etmiştir ki zikir burada vahiy anlamında kullanılmıştır.[14]“Vahiy (zikir), aramızda ona mı (Salih’e) verildi? Hayır, o yalancı ve şımarığın biridir” dediler.”[15]

3-Peygamberlik; risalet. Zikre Peygamberlik anlamını veren İmam Mâturîdî’dir. Hicr suresinin 9. Ayetindeki zikre peygamberlik anlamı vermiştir.[16] Buna göre ayetin manası şöyle olur: “Peygamberliği sana biz verdik ve risaleti her türlü saldırıdan (ve tecavüzden) koruyacağız.”

4-Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem. Fonksiyonel yönüyle de baktığımızda görürüz ki Peygamber Efendimiz zikirdir. Allah Teâlâ, onu şu ayette zikir kavramıyla ifade etmiştir:  “(Öteki dünyada ise) Allah onlar için (daha da) şiddetli bir azap hazırlamıştır. O halde siz ey basiret sahipleri, (siz) iman edenler, Allah’a karşı takvalı olun! Allah size gerçekten bir uyarıcı (zikir) indirmiştir.”[17] Ayetin sonundaki zikir kavramının Hazreti Muhammed olduğunu söyleyenler tezlerinin ispatı için aynı surenin 11. ayetindeki “rasulaا”kelimesinin zikirden bedel olduğunu savunmuşlardır.[18] Ayetin tamamı şöyledir: “Resulü bedel kabul edenlere göre ayete şöyle meal verilebilir: “Bir elçi (olan Hazreti Muhammed’i) indirmiştir ki iman edip salih amel edenleri karanlıklardan nura çıkarmak için Allah’ın ayetlerini açık seçik okur. Allah’a inanıp salih amel yapanları Allah, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Onlar orada sonsuza dek kalıcıdır. Allah böyleleri için en güzel rızıklar hazırlamıştır.”[19] Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in işlevsel yönünü ifade eden zikrin, onun daimi görevi olan hakkı hatırlatmasından dolayı zatını anlatmakta da kullanılması çok doğaldır.

5- Cebrail. Bir önceki maddede mealini verdiğimiz Talak Suresi’nin 10. Ayetinde geçen zikrin, bazı müfessirler Cebrail olduğunu beyan etmişlerdir.[20] Cebrail aleyhis selam sürekli zikri/ Kur’an’ı getirdiği için, getirdiği vahye nispeten ilgili ayette zikir diye nitelenmiştir.

6- Sünnet. İmam Şafi, Hicr Suresi’nin 9. ayetinde geçen zikrin Sünnet anlamına geldiğini söylerken, Sünnet’in de Allah tarafından korunacağına ve kaybolmayacağına işaret etmiştir. Nitekim Allah Teâlâ, Hadis ulemasını ve onların çok kıymetli eserlerini vesile kılarak Sünnet’i unutulmaktan ve içerisine uydurmaların karıştırılarak dinin emirlerinin onlar üzerine bina edilmesinden korumuştur.

 7- Levh-i Mahfuz, Ümmül Kitap. Yüce Allah şu ayette zikri Levh; Ümmül Kitap anlamında kullanmıştır.[21] “Andolsun Zikir’den/Levh, Ümmül Kitaptan sonra Zebur’da da: Yeryüzüne iyi kullarım vâris olacaktır” diye yazmıştık.”[22]

8- Tevrat’ın aslı. Enbiya Suresi’nin 105. ayetindeki zikri bazı müfessirler Tevrat’ın aslı olarak tefsir etmişlerdir.[23] Bu yoruma göre ayete şöyle meal vermek gerekir: “Andolsun ki Tevrat’tan sonra Zebur’da da hükmettik ki yeryüzüne (ancak) salih kullarım vâris olacaklardır.”[24]

9- Din; Allah’ın gönderdiği emir ve yasakları tamamı. Şu ayet zikrin din anlamına geldiğine[25] delalet etmektedir: “Kim de benim zikrimden/dinimden yüz çevirirse, artık onun için (bitip tükenmeyen arzu ve ihtirasların yol açtığı doyumsuzluk, tedirginlik, ruhsal bunalımlar, vicdan azâbı ve toplumsal çalkantılar yüzünden, mutluluk ve huzurdan yoksun, dar, kısır ve) sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu kıyamet günü kör olarak haşr edeceğiz.”[26]

10- Farz namazlar; namaz kılmak. Namaz bütün rükünleriyle tam bir zikirdir. Allah Teâlâ şu ayetteki zikri namaz kılmak[27] ve namaza devam etmek anlamında ifade etmiştir. “Ne (geçimlerini kazanmak için yaptıkları) bir ticaret, ne de alım satım (gibi dünyevî kazanç getiren başka bir meşguliyet) onları namazdan ve namazı dosdoğru kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymaz; çünkü onlar, gönüllerin ve gözlerin dehşetten allak bullak olacağı Günden korkarlar.”[28]

11- Cuma Namazı. Allah Teâlâ Cuma namazını zikir diye belirtmiş[29] ve Müslümanları böyle önemli bir zikri şu ayette edaya çağırmıştır: “Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığınız zaman, hemen Allah’ı anmaya/ Cuma Namazına koşun ve alışverişi bırakın. Eğer siz gerçeği anlayan kimseler iseniz elbette bu, sizin için daha hayırlıdır.”[30]

12- Cuma hutbesi. Cuma suresinin 9. ayetindeki zikir kavramı müfessirlerin bazılarınca “Cuma Hutbesi” şeklinde anlaşılmıştır.[31] Bu anlayışa göre ayetin mealini şöyle verebiliriz: “Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığınız zaman, hemen Allah’ı anmaya/ Cuma hutbesini dinlemeye koşun ve alışverişi bırakın. Eğer siz gerçeği anlayan kimseler iseniz elbette bu, sizin için daha hayırlıdır.”[32] Hadiste de “İmam hutbeye çıktığı zaman melekler de zikri/hutbeyi dinlerler,”[33] buyurulmuştur.  Müfessir Taberî, İmamın vermiş olduğu öğütlere de zikir demiştir.[34]

13- İkindi namazı. Bütün namazlar önemli olmakla beraber ikindi ve sabah namazlarının şehadet namazları olması münasebetiyle ayrı bir yeri vardır. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, ikindi namazının Allah katındaki değerini izah yönünde şöyle buyurmuştur: “Her kim ki bilerek ikindi namazını terk edecek olursa Allah Teâlâ o kişinin bütün amellerini boşa çıkarır.”[35]  Bu ve benzeri rivayetlerden yola çıkan müfessirlerin bir kısmı şu ayetteki “zikre” ikindi namazı[36] anlamı vermişlerdir: “O (Hz. Süleyman) şöyle demişti: “ Beni bu mal (at) sevgisi, Rabbime ibadetten/ikindi namazını kılmaktan alıkoydu.” Nihayet güneş batmıştı.”[37]

14- Allah Teâlâ’nın varlığının ve birliğinin delilleri, Resullerin davet ettiği hakikatler.[38] Ayet böyle bir mânâya şu ayette işaret etmektedir: “Şeytan onları istila etmiş, onlara Allah’ı anmayı/ O’nun varlığına ve birliğine delalet eden delilleri unutturmuştur. Onlar şeytanın taraftarlarıdır. İyi bilin ki şeytanın taraftarları mutlaka kaybedenlerdir.”[39]

15- Ehli kitap. Ehli kitap diye bilinen maruf şahıslar da zikir kavramının içerisinde mütalaa edilmişlerdir.[40] Şu ayet bu anlamı ortaya koymaktadır: “Senden önce de kendilerine vahiy ettiğimiz erkeklerden başkasını (insanlara) peygamber göndermedik. Bilmiyorsanız şayet zikir ehline/Kitap ehline sorun.”[41] Bu ayette asla kitap ehline karşı bir övgü yoktur. Zikir kavramı geçmiş vahiyler için kullanılmıştır. İçerisinde muhtemel vahiylerin bulunabileceği kitaplara iman edenlerin insaflılarının hakikati gizlemeyip doğruyu söylemeleri kast edilmiştir.

16- Tevrat ve İncil’in âlimleri. “(Ey Resûlüm!) Senden önce de, kendilerine vahiyde bulunduğumuz erkeklerden başkasını (insanlara) Peygamber olarak göndermedik. Eğer bunu bilmiyorsanız, Tevrat ve İncil âlimlerine sorun.”[42] Ayet-i kerimesindeki zikir ehlinden Tevrat ve incilin âlimler kast edilmiştir.[43] Bu ayetin yorumunda genellemeci bir yol takip etmeyen İmam Mâturidî (ö.h: 333) şöyle bir şerh koymuştur. Ayette “zikir ehli” diye anlatılıp soru mercii olarak gösterilenler; Ehl-i kitaptan olmalarına rağmen Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’e de iman eden mü’minlerdir.[44]

17- İbadetlere yönelmek ve itaati emretmek; Allah için işlenen hayırlar.[45] Zikrin bu anlama da gelebileceğini gösteren ayet şudur: “Ey iman edenler, Allah’ı çokça zikredin/her an ibadet ve itaatinizle O’na yönelin.”[46]

18- Tefekkür ve ibretle ayetleri müşahede; tevhid ve temcidle Allah’ı zikir.[47] Bu mânâ şu ayetin içerisinde mündemiçtir: “Onlar, kâfirlerdir ki gözleri beni hatırlatan ayetlerimden bir perde içinde idi ve (kelâmımı) işitmeğe de tahammül edemiyorlardı.”[48]

19- Vaaz etmek, öğüt vermek.[49] Gelecek ayet-i kerime zikrin öğüt ve vaaz anlamında kullanıldığını göstermektedir: “Sen, (Kur’an ile) öğüt ver; çünkü öğüt ve nasihat mü’minlere fayda verir.”[50] Bu ayet, zikrin; öğüt vermenin neticesini düşünmeden sürekli yapılmasına işaret etmektedir. Çünkü zikir, vakitle mukayyet bir ibadet değildir. “Âdemoğlunun bütün konuştukları aleyhinedir. Ancak, iyiliği emretmesi, kötülüğü yasaklaması ve Allah’ı zikretmesi lehinedir.”[51] Buyruğu öğüt vermenin önemine işaret etmektedir.

20- Hatırlatmak. Yukarıda geçen Zariyat Suresi 55. ayetteki zikir kelimesine hatırlatmak anlamı da verilmiştir. Bu durumda mealin şöyle olması gerekir. “Ama yine de (kulak veren herkese) hatırlatmaya devam et! Çünkü bu hatırlatmalar mü’minlere fayda sağlar.”

21- Anmak. Yüce Allah, kullarının kendisini anmasını istemiş ve bu isteğini şu ayette dile getirmiştir: “O halde siz, bana itaat ve ibadet ederek beni anın ki ben de sizi mağfiretimle anayım. Nimetlerime şükredin de nankörlük yaparak küfre varmayın. (Beni ve nimetlerimi inkâr etmeyin.)”[52] Her an Allah’ı anmaya bizleri teşvik eden Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem; “Gafiller arasında Allah Teâlâ’yı anan/zikreden savaşta düşmana karşı direnen gibidir.”[53] buyurarak zikrin Allah’ı anmak olduğunu belirtmiştir. Kutsi hadiste ise; “Kulum beni dudaklarında andıkça/zikrettikçe ben onunla beraberim”[54] açıklaması yapılmıştır.

22- Şeref, şan. Zikrin en önemli anlamlarından biri de “şeref” tir.[55] Zikrin bizzat kendisi şeref olduğu gibi insanlar zikirle/ vahiy, Kur’an, Hz. Muhammed ve onun getirdiği dinle şeref kazanırlar. Şu ayette zikir, şeref mânâsındadır: “Sâd. Şerefle dolu Kur’an hakkı için..”[56] Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in vahye mazhar olduktan sonraki durumunu da Yüce Allah, İnşirah Suresi’nde zikir kavramıyla açıklamıştır. “Şerefini ve itibarını yükseltmedik mi?”[57] Bu ayetteki en önemli uyarı, insanların Kur’an ile amel ettiklerinde şeref ve itibar kazananacaklarına atıf yapılmasıdır. Aynı uyarı, toplumların şeref ve itibarı için de geçerlidir. Yani Kur’an ile amel eden toplumlara Allah Teâlâ, şeref ve itibar kazandırır. Kur’an ile amel etmeyenleri ise alçaltır.

23- Tefekkür. İlk dönem müfessirlerinin bazıları zikre tefekkür anlamı vermişlerdir ki[58] şu ayet bu yoruma işaret etmektedir. “Biz ona (Muhammed’e) şiir öğretmedik, zaten ona gerekmezdi. Bu bir tefekkür (edilmesi gereken ayetler manzumesi) ve apaçık Kur’an’dır.”[59]

24- Kabeyi tavaf,  say etmek ve şeytan taşlamakgibi hac esnasında yerine getirilen emirler. Hazreti Ayşe Annemiz zikrin bu tanımını Peygamber Efendimizden duymuş ve öğrendiklerini aynen nakletmiştir: “Kâbe’yi tavaf, Safa ve Merve arasında koşmak, şeytan taşlamak da zikrullahı yerine getirmektir.”[60]

25- Tekbir, tehlil ve tesbihatta bulunmak.[61] Bu tür bir zikre teşvik için Resûlullah (s.a.v.); “Kim yüz defa sübhanellahi vebihamdihi diyecek olursa (küçük) günahları denizin köpükleri gibi bile olsa affolunur.”[62] müjdesini vermiş ve “Günde yüz defa ‘lâilâheillallah’ diyene ne mutlu ki bu zikri hiçbir amel geçemez”[63] buyurmuştur.

26- Belirli vird ve duaları belirli vakitlerde okumak.[64] Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, meleklerin şehadet vakitleri olan ikindi ve sabah namazlarında hazır bulunmayı çok önemseyip teşvik ettiği gibi, bu vakitlerden sonra zikretmeyi de Müslümanlara tavsiye etmiştir: “Sabah ve ikindi namazlarından sonra Allah’ı zikreden insanlarla güneş doğana kadar veya batana kadar beraber olup oturmam İsmail Peygamber soyundan dört köleyi azat etmemden daha sevimlidir.”[65] Bilinmesi kabilinden şu rivayeti de paylaşmakta yarar görüyoruz: “Ebu Hureyre’nin, üzerinde bin tane düğüm bulunan bir ipi varmış ve gerekli tesbihatını bu sayıya göre yapmadan uyumazmış.”[66]

27- Allah Teâlâ’ya ruhlar âleminde verilen ezeli ahdi hatırlamak ve hatırlatmak. Allah celle celaluh’a verilen ahdi şu ayetten öğreniyoruz: “Hatırla ki Rabbin, Âdemoğullarının sulblerinden zürriyetlerini çıkarıp da onları nefislerine karşı şâhit tutarak; “-Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye buyurduğu vakit onlar da; “- Evet, Rabbimizsin, şâhit olduk”, demişlerdi. Bu şâhit tuşumuzun sebebi, kıyamet günü, bizim bundan haberimiz yoktu, dersiniz diyedir.”[67] Ayetin tefsiri mahiyetinde kutsi hadiste şöyle buyurulmuştur: “Bana hiçbir şeyi şirk koşmayınız. Ben size elçilerimi gönderdim ve onlar sizlere ahdimi ve misakımı hatırlatmakta/zikretmektedirler.”[68] Bizim kanaatimize göre ezeli ahdi tüm insanlara hatırlatmak ve tevhidi dönüşüme katkı yapmak zikrin en önemlilerindendir.

28- Mescit ve benzeri yerlerde kurulan ilim halkaları; ilim öğrenmek. Tasavvuf, ilme ve davranışların güzelleştirilmesine gerekli önemin verildiği bir irfan mektebidir. Bu nedenle bazı kadim dönem sûfileri ilmi dışlayan anlayışlara karşılık şu uyarıyı yapmışlardır ki günümüz tasavvufunun da bundan ibret alması şarttır. “Ne zamanki bir sûfinin, ilmi kötülediğini görürseniz onun Müslümanlığını itham edebilirsiniz.”[69] Gerek ayetlerden, gerekse hadislerden ilmin önemini bilen kadim dönem tasavvuf âlimleri ilme gereken önemi vermişler ve her birisi tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve siyer alanlarında kutuplaşmışlardır. İlmin önemini bildikleri için Resûlullah’ın hadislerine binaen mescitlerde zikir/ilim halkaları oluşturmuşlardır. Bu zikir/ ilim halkalarını cennet bahçeleri diye adlandıran Peygamber Efendimiz, buralara dâhil olmayı ve istifade etmeyi emretmiştir.[70] Bu ilim halkalarında bir çok sûfi, Kur’an ve hadis hafızları olmuşlardır.

Resûlullah sallellahu aleyhi ve sellem, yeryüzünde seyahat eden meleklerin varlığından bahsetmiş ve bu meleklerin ilim meclislerini gördüklerinde buralarda durup “istifade ediniz” diye insanları teşvik ettiğini beyan etmiş[71] ve bu güzel mekânları şöyle tanıtmıştır: “Bir topluluk Allah’ın evlerinden bir evde toplanırlar, Allah’ın gönderdiği Kitabı öğrenirler, aralarında dersler (zikir) yaparlarsa üzerlerine sekinet iner, melekler onları kuşatır ve Allah Teâlâ onları mukarreb varlıklara (överek) anlatır.”[72]

29- Bir işe başlarken besmele çekmek.[73] Zikrin en önemlilerinden sayılan besmeleyle mubah bir işe başlamak teşvik edilmiştir. Konuyla ilgili önemli hadisler vardır. Hayırlı işlere başlarken besmele çekmenin birçok yararı vardır. Her şeyden önce hayırlı işlerde Allah’ı yanımıza alarak eylemlerimizi ibadete dönüştürdüğümüz gibi, yaptığımız işleri Allah adına yapmak suretiyle işlerimize kalite de getiririz. Haram bir iş işlenirken ise besmele çekmenin küfür olduğunda fukaha icma etmiştir. Zira harama besmeleyle başlamak, haramı helal kabul etmek mânâsına geldiği için küfürdür.

30- “Lâilâheillallah” kelime-i tevhidini çokça söylemek. Bu ulvi kelamın anlamını bilerek ve zihni tezkiye ederek söylemek her Müslümanın asli görevidir. Bilerek ve anlamına vakıf olarak tevhid zikrini okumayı Yüce Allah şu ayette emretmiştir: “O hâlde, bil ki Allah’tan başka ilah yoktur ve (hala vakit varken) kendi günahlarının ve öteki bütün mü’min erkek ve kadınların (günahlarının) bağışlanmasını dile! Çünkü Allah (dünyada) gezip dolaştığınız yeri de, (âhirette) kalacağınız yeri de bilir.”[74] Kelime-i tevhid zikrinin nurunun yüceliği ve şiddeti Müslümanda oluşan her türlü şüpheyi, basit tutkuları yok eder.[75] Zira bu kelimeleri gönülden söyleyen kimselerde ‘nur’u-l hidaye’, ‘nur’u-l kifaye’ ve ‘nur’u-r riaye’ diye isimlendirilen tevhidin nurları meydana gelir. Kime Allah Teâlâ, ‘nur’u-l hidaye’ nasip ederse o kimse şirkten ve nifaktan korunur. ‘Nur’u-l kifaye’ sahibi büyük günahlardan ve ahlaksızlıklardan korunur. ‘Nur’u-r Riaye’ sahibi zikir ehli Müslüman ise tehlikeli sayılan fasit davranışlardan ve gaflet ehlinin amellerinden Allah’ın izniyle korunur.[76]

Bütün bu saydığımız ve sayamadığımız yararlarından dolayı Peygamber Efendimiz, amcasının kızı Ümmühâni’ye; “Günde yüz defa “Lâilâhe illallah” zikrini söylemesini tavsiye etmiş ve akabinde şu müjdeyi vermiştir: “Okumuş olduğun bu kelimeler sayesinde günahların kalmadığı gibi hiçbir amel de sevap olarak bunu geçemez.”[77] Önemli olan, bu zikrin anlamını bilerek ve kelime-i tevhidin mânâsına göre hayatı düzenleme gayretiyle okumaktır.

Bir kimse şuurlu bir şekilde kelime-i tevhid zikri yapacak olursa, ulûhiyet ve rubûbiyette her hangi bir şahsı veya kurumu asla ilah edinmez. Tevhid kelimesi, sahte ilahlara karşı en önemli reddiyedir. Burada İmam Muhammed Hasan eş- Şeybani’nin şu görüşünü de konuyla bağlantısından dolayı paylaşmak isteriz: “Her kim ki İslâm Dininin hükümlerinden bir tanesini bile inkâr edecek olursa “Lâilâhe illallah” sözünü iptal etmiş olur.”[78]

Çünkü tevhid zikrinin muhtevası Allah’ın yaratma da ve emretme de eşsizliğine dayanır. Allah’ın yaratma ve emretmesinden tek bir hükmü reddeden tevhidin tamamını inkâr etmiş sayılır. Ayrıca şu husus da bilinmeli ki iman, Âdem aleyhis selam gönderildiği andan itibaren “Lâilâhe illallah” sözüne kesin olarak inanmak ve Allah katından gelen şeylerin tamamının hak olduğunu ikrar etmektir.[79] Kelimeyi tevhid zikrinin anlamının öneminden dolayı Peygamber Efendimiz; “Zikrin en faziletlisi “Lâilâhe illallah”, duanın faziletlisi ise elhamdülillahtır” buyurmuştur.[80]

31- “Sübhanellahi ve bihamdih” tesbihatını okumak. Peygamberimiz bu tesbih ve zikir türüyle alakalı müjdesini ümmetine vermiştir: “Kim yüz defa sübhanellahivebihamdihi diyecek olursa, o kişinin (küçük) günahları denizin köpükleri gibi bile olsa affolunur.”[81] Talha b. Ubeydullah radıyellahu anh, Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’e Sübhanellah’ın tefsirini sorduğumda bana; “Allah Teâlâ’yı her türlü kusurdan tenzih etmektir” cevabını verdi.[82]

Kur’an’ın temel kavramlarından olan tesbih 80 ayette farklı formlarda kullanılmıştır. Sekiz surenin başlangıcı tesbihle yapılmıştır. Kur’an, peygamberlerin, Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in, meleklerin, kuşların ve bütün canlı cansız varlıkların tesbihinden bahsetmiştir.

Mevcudat kendi hâli ve durumuna göre Allah Teâlâ’yı zikretmektedir. Gönül gözü kilitlenmiş kimseler bunu duyamasa da tüm eşya Allah’ı zikretmektedir ki şu ayet buna işaret etmektedir: “Yedi gök ve yer, bir de bunlar içinde bulunanlar (insan, cin ve melekler) Allah’ı tesbîh ederler. Hiçbir varlık yoktur ki, O’nu hamd ile tesbîh etmesin. Fakat siz, onların tesbihini (dillerini bilmediğinizden) anlamazsınız. O gerçekten Halîm’dir, Gafûr’dur.”[83] Tesbih kelimesi ‘suda yüzmek’ anlamına gelen ‘sebeha’ fiilinden türetilmiştir. Bunun anlamı, balık sudan çıktığında nasıl ki yaşayamaz ise zikirsiz insanda yaşayamaz.[84] Yaşasa bile, yaşadığı gerçek bir hayat değildir. Ulemanın beyanına göre de zikirsiz bir amel (hayat) ruhsuz ceset gibidir.[85]

32- Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’e “salâtu selam” okumak. Peygamber Efendimize, salât okumak ayetle emredilmiştir: “Gerçekten Allah ve  melekleri, Peygambere salât ederler (şeref ve şanını yüceltirler). Ey iman edenler! Siz de O’na salât edin (Allahümme salli alâ Muhammed, deyin) ve gönülden teslim olun.”[86] “Kim bana bir defa salât okursa Yüce Allah, o kişiye on defa salât eder, on günahını siler ve derecesini on kat artırır”[87] buyuran Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem; “Melekler, bana salât edene salât ederler, buna göre dileyen salâtını artırsın”[88] teşvikini yapmıştır. Yeryüzünde, okunan salâtları ve selamları kendisine ulaştırmakla görevli meleklerin varlığından bahseden Resûlullah,[89] bütün Müslümanları zikrin bu türüne rağbet etmeye davet etmiştir.

33- İnsanların uymaları gereken, lehlerindeki ve aleylerindeki hükümleri[90] beyan eden ilahi kurallar.[91]Bu tanımı İmam Mâturîdî şu ayeti delil getirerek yapmıştır: “Şüphesiz ki size içerisinde dininizin kuralları; lehinizdeki ve aleyhinizdeki hükümler (zikriniz) bulunan bir Kitap indirdik; akletmiyor musunuz?”[92] Bu Kitaba hakkıyla iman ednler aynı zamanda şeref ve üstünlük kazanmış olurlar.[93]

34- Risaletin muhtevası, tebliğ edilmesi gereken emirler de zikirdir.[94] İlgili ayet şöyledir: “Sen ve kardeşin, ayetlerimle gidin; dinin emir ve kurallarını (zikrimi) tebliğde gevşek davranmayın.”[95]

Öncelikli manalar

Kur’an ve sünnette zikir kavramı bizim tespit ettiğimiz kadarıyla yukarda geçen anlamlarda kullanılmıştır. Kavramı tek anlama hasredip insanlara da zikrin tek anlamını dayatmak doğru ve ilmi bir yaklaşım değildir.  Hatta zamana ve şahıslara göre zikirde öncelikli manalar insanlara telkin edilmelidir.

Allah Teâlâ’ya verdiği ahdi unutan ve şirke saplanan birisine ezeli ahdi hatırlatan zikir tarif edildiği gibi, şirke sapan birine ideolojilerden arınması için tevhid zikri, Kur’an’la hem hâl olmayan şahıslara Kur’an tilaveti, Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’i anlamayana da Hadis ve Sünnet’i tedris zikri verilmelidir.

Sorumluluğunu unutan sözde ilim adamlarına davet, tebliğ ce cihad zikri telkin edilmelidir. Cimrilere cömertlik zikri talim dildiği gibi, zalim siyasete teslim olanlara da isyan ahlakı zikir olarak öğretilmelidir.

Kısacası; herkesin maneviyatı, kapasitesi ve ümmetin sorunları göz önünde bulundurulmadan sadece belirli virtler üzerinden zikir telkin etmek sahih bir uygulama değildir. Zikir, Müslümanlara zaman içerisinde yapmaları gereken ödevlerini ve sorumluluklarını hatırlatmak olduğuna göre şahıslara göre değişkenlik arz eder. Belki bu çağın en büyük zikri, Müslümanlara unutturdukları, yanlış anlamlar vererek toplumu soğuttukları, yokluğundan dolayı direnç alanlarını kırdıkları, diğer ibadetlerin edasının da kendisine bağlı olduğu ve ancak kendisiyle emniyetlerin sağlanabileceği cihad ibadetini ihya etmektir.

Pasif yaşamayı ve toplumdan kopmayı yeren Peygamber Efendimiz, Müslümanın hayatının topluma adanmasını tercih etmiştir. Bu açıklamamızla ilgili, sahabeden birinin Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’e yapmış olduğu bir müracaata verilen cevap oldukça düşündürücüdür. Olay şöyle nakledilmiştir.

Küfürle mücadele

“Sahabeden birisi bir vâdiye uğramış, orda güzel manzaralarla; sularla, ağaçlarla karşılaşmıştır. Kendi kendine, orada kalıp ibadet etmeye; ölene kadar namaz kılmaya karar vermiş ama Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’den onay almadan da bu kararının doğru olmayacağı sonucuna varmıştır. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’e gelmiş ve durumu (detaylarıyla) anlatmıştır. Peygamber Efendimiz, adama dönmüş ve şöyle buyurmuştur: “Sakın böyle bir şey yapma. Sizden birisi, bir deve sağımı kadar bile Allah yolunda (küfre karşı) kıyam edecek olursa ona cennet vacip olur.”[96]

Bir başka ifadede ise; “Küfre karşı bir anlık kıyam, altmış yıllık ibadetten/ (nafile) namazdan daha faziletlidir.”[97] buyurulmuştur. Buradan bakarsak zikir; kıyamdır. Zikir, küfre karşı alınan tavırdır. Günümüzün en büyük zikri ise Amerika’nın öncülüğünü yapıp Batı Avrupa’nın taşeronluğunu yaptığı uluslararası emperyalizmle hesaplaşmaktır. Çok uluslu şirketlerin tüketim aygıtı olmamayı hatırlama ve Müslümanları dünya finans sisteminin bir parçası olmamaları için uyarmak, zikirdir.

Eğer insanlar, özelde de tasavvuf yoluna intisap edenler zikri belirli duaları ve tesbihleri anlamını bilmeden okumak olarak anlıyorlarsa böyle bir anlayıştan bazı küçük faydalar elde edilse de ümmet adına toplumsal yararlar elde edilmez. Bu nedenle günümüz tasavvufunun ve başındaki zevatın zikir anlayışlarını selef ulemasının yaklaşımları çerçevesinde Kur’an- Sünnet eksenli yeniden gözden geçirmeleri tarihi bir yaklaşım ve yenilenme olacaktır.

Günümüz tasavufunun kurumsal anlamda böyle bir tecdide acil ihtiyacı vardır. Her an Allah Teâlâ’yı hatırında tutan ve hayatının merkezinde Allah olan bir ümmeti yeniden ihya ettiğimizde, dünyada mahkûm olmaktan kurtulup ümmet olarak hâkim konuma yükseleceğiz; hayatın öznesi biz olacağız. Bireysel ve toplumsal terakki budur. Siz göklerde uçsanız bile ümmet yerde süründükten sonra sizin uçmanız keramet değil, olsa olsa istidrac olur.

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

DİPNOTLAR

1 Bak: Kehf 18/110
2 El-Muhasibi, Haris, Risale’t-ü’l Müsterşidin, s.110-111.
3 İbni Recep el- Hanbelî, Cami’u-l Ulum ve’l Hikem, c. II, s.626.
4 Sülemi, Hakaik’u-t Tefsir, cII, s.83.
5 İbni Recep el- Hanbelî, a.g.e, c.II, s. 626.
6 Ahmed, Müsned, c.VI,s.153; Ebu Davud,I,Taharet,9. Had.no:18,c.I,s.24.
7 Ebu Davud,2,Salat,349, Had. no:1455,c.II, s.148.
8 Abdurrezzak, Musannef, c.VII, s.207.
9 Ahmed, Müsned, c.III,s.150.
10 Hicr 15/9
11 Basri, Hasan, Tefsir, Beyrut, 2012, D.K.İ, c.I, s.456; İbni Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, c.II, s.528.
12 Basri, Hasan, Tefsir, c.I, s.456
13 Mukatil b. Süleyman, Tefsir, c.III, s.299.
14 Zemahşeri, Keşşaf, c.IV, s.427; Alusi, Ruhu’l-Meani, c.XIV, s.89.
15 Kamer 54/25
16 Mâturîdî, Te’vîlât, c. VI, s. 423
17 Talak 65/10
18 Taberi, Camiu’l-Beyan, c.XII, s.144; Isfahani, Müfredat, s.328; Şevkani, Fethu’l-   Kadir, s.1882.
19 Talak 65/11
20 Zemahşeri, Keşşaf, c.IV, s.549; Alusi, Ruhu’l-Meani, c.XIV, s.337.
21 Taberi, Camiu’l-Beyan, c.IX, s.97; Zemahşeri, Keşşaf, c.III, s.135.
22 Enbiya 21/105.
23 Taberi, Camiu’l-Beyan, c.IX, s.97.
24 Enbiya 21/105
25 Zemahşeri, Keşşaf, c.III, s.92.
26 Taha 20/124
27 Taberi, Camiu’l-Beyan, c.IX, s.331-2.
28 Nur 24/37
29 Zemahşeri, Keşşaf, c.IV, s.523.
30 Cuma 62/9
31 Zemahşeri, Keşşaf, c.IV, s.523.
32 Cuma 62/9
33 Malik, Muvatta, 5, Cuma, Had no:1, c.I, s.101.
34 Taberi, Cami’u-l Beyan, c.XII, s.96
35 Abdurrezzak, Musannef, c.III, s.293; Ahmed, Müsned, c.V, s.349.
36 Taberi, Camiu’l-Beyan, c.X, s.578; Şevkani, Fethu’l-Kadir, s.1576.
37 Sad 38/328(Ali Fikri Yavuz, böyle bir meal tercih etmiştir. Klasik kaynaklarda       da bu anlama işaret eden müfessirler olduğu için bu meali buraya aldık.)
38 İbni Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, c.III, s.302.
39 Mücadele 58/19
40 Zemahşeri, Keşşaf, c.III, s.102.
41 Enbiya 21/7
42 Nahl 16/43
43 Suyuti, Celaleddin, Celaleyn, s.272.
44 Mâturîdî, Te’vilât, c. VII, s. 329.
45 Zemahşeri, Keşşaf, c.III, s.529.
46 Ahzab 33/41
47 Şevkani, Fethu’l-Kadir, s.1097.
48 Kehf 18/101
49 Bagavi, Meâlimu’t-Tenzil, (Muhtasar) Beyrut, trsz, s.900; Şevkani, Fethu’l-           Kadir, s.1760.
50 Zariyat 51/55
51 Tirmizi, 62, Zühd, Had no.: 2412, c.IV, s.608; Hakim, Müstedrek, c.II, s.557.
52 Bakara 2/152
53 Acluni, Keşfu’l-Hafa, c.I, s.395.
54 Ahmed, Müsned,(Muhammed Derviş, Had.no.:10968), c.III, s.647.
55 Taberi, Camiu’l-Beyan, c.IX, s.8; Isfahani, Müfredat, s.328; İbni Kesir, Ebu’l Fida İsmail, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, c.IV, s.27
56 Sad 38/1
57 İnşirah 94/4
58 Mukatil b. Süleyman, Tefsir, c.III, s.91.
59 Yasin 36/69
60 Ahmed, Müsned, c.VI, s.75.
61 Bak: Ahmed, Müsned, c.V, s.253.
62 Malik, Muvatta, 15, Kur’an, Had no:21, c.I, s.209.
63 Ahmed, Müsned, c.VI, s.424.
64 Ebu Davud, Edep, Had.no: 4856, c.V, s.181.
65 Ebu Davud, 19, İlim, 13, Had.no: 3367, c.IV, s.74.
66 İbni Recep el- Hanbelî, Camiu’l-Ulum ve’l-Hikem, c.II, s.517.
67 A’raf 7/172
68 Hâkim, Müstedrek, c.II, s.354.
69 İbni Kayyim, Medaricü’s-Salikin, c.II, s.288.
70 Ahmed, Müsned, c.III, s.150; Müslim, 48, Zikir, 11, Had.no.: 2700, c.III, s.2074.
71 Hâkim, Müstedrek, c.I, s.672.
72 Ebu Davud, 2, Salat, 349, Had.no:1455, c.II, s.148.
73 Ahmed, Müsned, c. II, s.359.
74 Muhammed 47/19
75 İbni Kayyim, Medaricü’s-Salikin, c. I, s.358.
76 Sülemi, Hakaiku’t-Tefsir, c. II, s.163.
77 Ahmed, Müsned, c.VI, s.424.
78 Serahsi, Ebu Bekir Muhammed b. Ahmed, Usul-ü Serahsi, Beyrut,1993,c.I,s.73.
79 Hazin, Ali b. Muhammed, Lübâbu’t-Te’vîl, trsz, İstanbul, c.I,s.177.
80 Hakim, Müstedrek, c.I, s.676.   
81 Malik, Muvatta, 15, Kur’an, Had no:21, c.I, s.209.
82 Hakim, Müstedrek, c.I, s.680.
83 İsra17/44
84 El-Muhasibi, Haris, Risaletü’l-Müsterşidin, s.111.
85 İbni Kayyim, Medaricü’s-Salikin, c.II, s.441.
86 Ahzab 33/56
87 Nesai, Sehv,13, Had.no.: 55, c.III, s.50.
88 İbni Mace, İkame-i salat, 25, Had.no.: 907, c.I, s.294.
89 Nesai, Sehv, 13, Had.no.: 46, c.III, s.43.
90 Mâturîdî, Te’vilât, c. VII, s. 326.
91 Mâturîdî, Te’vilât, c. VII, s. 330.
92 Enbiya 21/7
93 Bak: [93] Mâturîdî, Te’vilât, c. VII, s. 330.
94 Mâturîdî, Te’vilât, c. VII, s. 284.
95 Tâhâ 20/42
96 Darimi, Sünen, c.II,s.260;Heysemi,Zevaid,c.V,s.279-80
97 Heysemi, Zevaid, c.V,s.326;İbni Kayyım, İlam’u-l Muvakkin, c.IV, s.247

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.