Miranete hanımın etkileyici hayatı

Miranete Hanım (Allah’ın rahmet ve bereketi üzerine olsun), bugün Van’ın Bahçesaray diye bilinen Müks’ün büyük beylerinden Eyyüp Han Bey’in kızıydı. Bitlis’in Norşin (Güroymak) kazası beylerinden Abdi Bey ile evlenmişti. Eski beylerden salih olanlar da vardı günâhkârlar da.

Miranete Hanım, gelin geldiği Norşin’de bir eksiklik fark etmişti. Bu eksiklik, gezip dolaşacağı bahçeler değildi. Norşin’in sularının Müks suları kadar coşkulu olmaması da o saliha hanımın bulduğu eksik değildi. Miranete Hanım, gelin geldiği beylere, onların büyüğü kocası Abdi Bey’e sordu: “Babamın yurdunda büyük bir medrese vardı. Burada neden yok?”

Hayra niyetlendi

Onun aradığı Müks’te nice âlim yetiştirmiş, ilahîleri Yunus misalî oralarda dilden dile dolaşmış nice Allah dostuna beşik olmuş Mir Hasan Medresesi gibi bir medreseydi. Müks’teki Mir Hasan Medresesi gibi bir medrese neden Norşin’de yoktu?

Norşin beylerinin düşünmediğini o saliha hanım düşündü, onların yapmadığını o yaptı. Hayra niyetlendi, Allah-u Zülcelâl de onun yolunu açtı. Norşin’in en güzel yerinde, sırtını dağa dayamış, yüzünü ovaya çevirmiş Tağ’da bir medrese yaptırdı. Taştan yapma sağlam, ihlas eseri ve sade bir binacık inşa etti.

Mekânlar, genişlik ve yükseklikleri ile değil, içindekilerle büyük olur. Nice yüksek bina vardır, çürür gider, nice mağara misali yer vardır, sahipleri ile mukaddesleşmiştir. Norşin beyleri öyle çok bilinen beyler değildi, güçleri sınırlıydı, maddi imkânları belliydi. Miranete Hanım, gücünün yettiği bir yer inşa etmişti. Tağ Medresesi, ne görkemli ne de sönüktü. Norşin beylerinin sade evlerinden bir evi andırıyordu.

Miranete Hanım gelin geldiği Norşin’de va’z ü nasihatta bulunmuş, kocasını bulaştığı haramlardan alıkoymuştu. Ama şimdi bunu kendisinden daha iyi yapacak birini keşfetmişti. O keşfettiği şahsiyet Mele Mahmud rahmetullahi aleyh idi.

Mele Mahmud, Norşin’e ilim talebiyle gelmişti. Abdi Bey ve Miranete Hanım, onu gördükleri zaman, onda bulunan salihliği ve olgunluğu fark etmişler ve onu çocuklarını sevdikleri gibi sevmişlerdi. Hem âlim hem sofiydi. İlim ve tasavvuf bir araya gelince bereket saçar. Mele Mahmud’da bereket izleri vardı.

Yeniden yeşeren irfan ağacı

Miranete Hanım, sadece kendi zamanını değil, kendisinden sonraki günleri de düşünüyordu; kendisinden sonra medreseyi ayakta tutacak birini arıyordu. İlim ve zühd bir araya gelince meyve verir. Onun bulacağı, âlim ve zahid bir zat olmalıydı. Bu vasıfları en iyi üzerinde bulunduran kişi, Mele Mahmud’du. Miranete Hanım, medresesini Mele Mahmud’a ve onun nesline bıraktı. “Bu Medrese Mele Mahmud’un evlatlarının elinden çıkmasın. Mele Mahmud’un evlatlarındanYasin Suresi´ni bilen, bir kız dahi olsa yine bu medrese onların elinde kalsın.” diye vasiyet etti.

İlim ve irfan için çok şey, kendisi için yalnız bir şey istiyordu: Vefatından sonra her sene Ramazan’ın 27’sinde, mübarek Kadir Gecesi’nde onun için bir Hatim okunacak, onun mezarı başında Kur’an okuyanların sesi yükselecekti. Mele Mahmud rahmetullahi aleyh, o saliha hanımın vasiyetine uydu, emanete sahip çıktı, açlık savaş demeden medresesini ayakta tuttu. Gün gelip ruhunu teslim edince emanetini oğlu Seyda Şeyh Abdurrahman-ı Tağî Hazretleri’ne bıraktı.

O sıralarda Müks musibetlere uğramış, oradaki ilim irfan ağaçları kurumuş, ama onların tohumları zühd ehli bir hanımefendi sayesinde Norşin’de yeşermiş, Mele Mahmud’la büyümüş, Abdurrahman-ı Tağî Hazretleri’yle meyve bahçesine dönmüştü.

Halis niyet

Halis niyettir bu. Toprağı görünce bir kez mutlak yeşerir. Şeyh Abdurrahman-ı Tağî Hazretleri, ömrü boyunca Said-i Nursi Hazretleri başta olmak üzere nice ilim muştakına ilim ve irfan şerbeti sundu. Ruhunu teslim ettiğinde emaneti Şeyh Fethullah Verkanisî rahmetullahi aleyhiye bıraktı. Şeyh Fethullah da emaneti mürşidi Şeyh Abdurrahman’ın oğlu Muhammed Diyaüddin Hazretlerine teslim etti.

Şeyh Fethullah, ona “Hazret” diye hitap ediyordu. Nakşibendî büyükleri, “Hazret” derken daha ziyade Mevlâna Halid-i Bağdadî’yi kast ederlerdi. Mevlâna Halid-i Bağdadî rahmetullahi aleyh, Nakşibendî tarikatını ihya etmişti. Şeyh Fethullah rahmetullahi aleyh, Muhammed Diyaüddin Hazretlerinde böyle bir cevher görüyordu.

I. Dünya Savaşı başlamış, dünya helak olmuş; önce Ermeniler Bitlis yöresini karıştırmış, sonra Ruslar bütün orduları ile Bitlis yöresine kadar gelmişler, o yöreyi de alırlarsa düzlüğe çıkacak, önlerinde bir engel kalmayacak, kim bilir nereye varacaklardı. Müslümanların hâli zorlaşmış, nice insanın kanı akmış, nice hane harap olmuş, nice ilim irfan dergâhı kapanmış, diğerleri de kapanmak üzereydi.

Hizmet ehli bir zat

Muhammed Diyaüddin Hazretleri, buna razı olmadı, önce Ermenilerle mücadele etti ve sonra bizzat cepheye gidip Ruslarla savaştı. Kardeşi Muhammed Said, o cephede şehid düştü. Kendisinin de mübarek kolu koptu, gazi oldu. Muhammed Diyaüddin Hazretleri, Ruslarla savaşırken yanında bir zat vardı: Şah-ı Hazne Şeyh Ahmed El Haznevî rahmetullahi aleyhim ecmeiyn.

Şeyh Ahmed rahmetullahi aleyh, her yıl düzenli olarak Suriye’nin kuzeyindeki Hazne köyünden Norşin’e şeyhi Hazret’in yanına gelir. Orada mürşidlik sülûkunu bazen yedi ayı bulan sürelerle yapar. Şeyhinden tasavvuf ilim ve tatbikatını öğrenir. Bazen şeyhi için odun taşır, bazen şeyhin aile bireylerinin atının yularını tutarak onlarla birlikte çevre köylere irşad yolculuklarına çıkar ve aynı zamanda şeyhi ile birlikte I. Dünya Savaşı’na gönüllü olarak katılır.

Savaş bitmiş ama ilim irfan dergâhları içerde Garbî bir musibete uğramış, haklarında kapanma kararı çıkmış, çoğu da kapanmıştı. Tağ Medresesi ise o gözden ırak yerinde bin zorluk içinde varlığını sürdürmenin yolunu bulmuş fakat emanetin bir kısmını Şeyh Ahmed El Haznevî rahmetullahi aleyh almış, burada kapanan kapı Suriye’de açılmıştı.

Şah-ı Hazne Hazretleri orada büyük bir medrese ve okul açmış; alim ve mürşidler yetiştirmiştir. Ona kast eden zatlardan biri de Gavs-ı Bilvanisi rahmetullahi aleyh Hazretleridir. Seyda-ı Konyevi dile getiriyorlar: “Dünya bir emanettir. Emanetin kişiye faydası yoktur. Kişinin gerçek malı yapmış olduğu salih amelleridir.”

Miranete Hanım’ın ardından ne Müks Han Beylerinin beyliği kaldı ne Spayert Beyleri Abdi Bey’in beyliği… Onun ardından kalan Mele Mahmud Hazretlerine bıraktığı emanetti. O salih amel her gün onun hanesine sevap yazdırıyor.

O salih amelle her yıl Ramazan ayının 27’sinde Kadir Gecesi’nde Tağ Medresesi’nin hoca ve talebeleri onun kabri başında Kur’an okuyorlar, ona dua ediyorlar.

Dr. Abdulkadir Turan/ İrfanDunyamiz.com

BENZER YAZILAR

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.