Bir akıncı beyi Nevzat Arabacı

1947 yılında Sivas‘ın Divriği ilçesinde fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. İlkokulu ve ortaokulu ilçede okudu. İstanbul Ortaköy Kabataş Erkek Lisesi‘nde başladığı lise öğrenimine yatılı olarak Erzurum Lisesi‘nde devam etti.

Erzurum Lisesi’ndeyken bir gün sabah mütalaasına sabah namazını kılarak geç geldiği gerekçesiyle müdür baş muavininin odasında 3- 5 öğretmen tarafından dövüldü. Öyle bir dövme ki, ağzından burnundan kanlar akıyordu. Bu yetmedi bir de okul müdürü dövdü. Hayat boyu devam edecek olan mücadelesi 16 yaşında iken böylece başlamış oldu.

Bir nesil mücadelesi

Bu olay onu okuldan tamamen soğutmuş, dersleri bırakmıştı. Okuldan atsınlar diye her şeyi yaptı. Okuldan atılmadı ama o yıl sınıfta kaldı. Daha sonra ailecek Sivas’a geldiler. Burada okurken de felsefe öğretmeninin, (Haşa) “Allah, Peygamber yok” demesiyle onunla ve onun gibi düşünen diğer hocalarla çatıştı. “Sen bu okuldan mezun olamazsın” dediler. Bunun üzerine Pertevniyal Lisesi’nden mezun oldu.

Babasının çalıştığı Demir Yolları atölyesinde bir yıl çalıştıktan sonra, felsefe öğretmenine kızgınlığından dolayı tercih ettiği İstanbul Edebiyat Fakültesi gece felsefe bölümünü kazandı ve kayıt oldu. Gündüz çalışıp gece okurken 1967 – 68 – 69 yıllarında Türkiye genelinde sağ – sol, kendi tabiriyle Marksist, Sosyalist, komünist gençlerle, vatan, millet, bayrak din, iman diyen nesil mücadelesi başladı. Bu dönemi kendisi şöyle anlatıyor:

“Okulumuzdaki profesörlerin, Tarih, Edebiyat, Arap Fars bölümünde birkaç hoca hariç, hemen hemen tamamı sol öğrencileri tutuyor onlarla beraber hareket ediyor onlarla yürüyüş yapıyordu. Sınıflarda sürekli marksizimden bahsedilir, işçi maaşları söylenir, orak çekiç bayrakları asılır ve Allah’a, peygambere, Türklüğe, dine, tarihe, Fatih’e, Yavuz’a küfredilir, dalga geçilir, Çanakkale şehitleri için; ‘Zavallı çocuklar, patronlar için ölmüş’ derlerdi. Komünistlerin tahrikinden dolayı içimizdeki bayrak, vatan, iman duygumuz harekete geçti ama bir şey yapamıyorduk. İstanbul’un bütün yurtları onların elindeydi. Bir yürüyüş yaptıkları zaman, sokaklar dolardı.

Ankara‘dan bir ses geldi. Fevzi Çakmak resmiyle 7 – 8 kişiyle birlikte Kızılay‘da yürüyen Adana Bağımsız Milletvekili Alparslan Türkeş çıktı. Herkes Başbuğ Türkeş diyordu. İstanbul’a gelir, her yurttan birer temsilci giderdik, bize şunu söylerdi; “Son kalemiz Anadolu’dur burayı komünistlere teslim etmeyeceğiz” bizi örgütlüyordu. Artık bizler gruplar halinde üniversitelerde kendimize güvenerek gidiyorduk, o zaman sağdaki, gençlik arasında bir bütünlük vardı.

Bunun Merkezi Milli Türk Talebe Birliği ve bunun gibi milliyetçi gençlik dernekleriydi. Ben Sivas talebe yurdunda kalıyordum karşımızda site talebe yurdu var, %90 marksistlerin hâkim olduğu bir yurt. Bir gün orada kavga oldu, yardıma gittik, bir delikanlı 14 yerinden bıçaklanmış; ‘Ben Müslümanım, Türk’üm ölürüm dönmem’ diyordu. Kısa sürede Kadırga yurdu hariç, hemen hemen her tarafta hâkim olmuştuk. Ben de Sivas yurdunu iki günlük mücadeleden sonra ele geçirmiştim, öncü bendim.”

Artık okullara gidebiliyor, derslerimize girebiliyorduk. Benim fakültede çok temiz bir arkadaşım vardı. Yusuf İmamoğlu. Bir gün komünistler Yusuf’u kütüphanede vurmuşlar 2 saat içeride ölümle pençeleşerek vefat etmiş. Alparslan Türkeş gelmiş, Marmara sinemasında konuşma yapıyordu, hiç unutmadım şu sözünü: “Bir dava uğruna ölen varsa o dava kazanılmıştır gençler. Bu yurt Müslüman Türklerin Yurdudur, öleceğiz ama komünistlere vermeyeceğiz başımız sağ olsun” demişti. Hepimiz ağlıyorduk. Yusuf İmamoğlu lider bir arkadaşımızdı.”

Öğretmen oldu

1971 muhtırası döneminde Konya Kulu Lisesi’ne öğretmen oldu. Okuldan içeri girdiğinde, 15 yaşında bir çocuğun 3 öğretmen tarafından dövüldüğünü gördü. Çocuk; “Ben milliyetçiyim beni bunun için dövüyorlar” deyince hemen kavgaya girdi. Öğretmenlerin her birini bir tarafa attı. Böylece okulda mücadele başladı.

Konya’ya sürgün edildi. Konya Gazi Lisesi’nde göreve başladı. Orada da mücadeleye girince bu defa İmam Hatip’e verdiler. İmam Hatip’te yine mücadeleye devam etti. İmam Hatip’te her fırsatta voleybol takımlarına girip oynardı. Aynı yerdeki barfiks demirinde çift kol, tek kol iyi barfiks çeker, hatta hızını alamaz demirin etrafından tam boy dönerdi. Onun için her şey ve her yol tebliğe uygundu.

Bir grup arkadaşı ile Konya’da MTTB’ni kurdular. Öğrenciler akın akın gelmeye başladı. Okul Müdürü ilahiyatçıydı ama Atatürk düşmanı diye bu grubu şikâyet etmişti. Bütün engellemelere rağmen MTTB çığ gibi büyür.

Erbakan Hoca ile tanıştı

1973 de Milli Selamet Partisi kurulunca, Erbakan Hoca ile tanışır. Hocayı çok sever ve onunla birlikte olur. Böylece Erbakan Hoca‘nın yanında siyasi mücadeleye başlar. Milli Selamet Partisi’nin Karapınar mitinginde Erbakan Hoca saldırıya uğrar. Olaya müdahale eder, saldırganlara karşı koyar ve öğretmenlikten açığa alınır. Mahkemeden beraat eder ve tekrar Konya İmam Hatip’e geri döner.

Bu arada evlenir. MTTB çalışmalarına hızla devam eder. Bu defa da o günkü adıyla Maarif Koleji, bugünkü Meram Anadolu Lisesi‘ne tayin edilir. O günlerde İslâm’a karşı olanların toplandığı bir okul olarak bilinen Maarif Koleji’nin öğretmenler odasına girer girmez, öğretmenlere şöyle seslenir:

“Ben Müslümanım, İslam’ı savunurum. Öğretmen odasında bulunduğum müddetçe İslam’a, Kur’an’a ters bir şey söylerseniz hepinizle kavga ederim. Bunun dışında ben çok iyi adamım.”

Bundan sonra öğretmenler odasına girdiği zaman hiç kimse din aleyhinde konuşamadı. Gazi lisesi ve İmam Hatipten sonra, terbiye edilsin diye gönderildiği okulda yeni bir dirilişi hareketlendiriyordu. Hak, hakikat, adalet, sömürü en çok vurgu yaptığı konular olurdu. Burada da grup oluşturmayı başarmıştı.

1979’da Ecevit hükümeti iktidara gelince, Konya Bozkır Lisesi‘ne tayin edilir, daha doğrusu sürgün edilir. Burada da mücadeleye devam edince yeni görev yeri Tekirdağ Namık Kemal Lisesi olur. 10 gün sonra da Tekirdağ Saray Lisesine gönderilir.

Bir hafta sonra Tekirdağ Çorlu Lisesi‘ne gönderiyoruz derler. Daha sonra Konya Anadolu Lisesi’ne geri döner.  Konya’da kurduğu Akıncılar Derneği’nin şube başkanlığını da yürütür. Ayırım yapmadan sağcı, milliyetçi, ülkücü, selametçi, akıncı gençleri hep koruyup kollar.

12 Eylül sonrası

1980 Eylül’e kadar güzel gitmiştir. 12 Eylül darbesinden sonra kaçtı. Aranıyordu. 10 – 15 gün saklandı. Sonra ailesine zulmetmeye başlanınca teslim olmak zorunda kaldı. Emniyette sorgulandıktan sonra askeri yer olan uçaksavar taburuna gönderilir. Kendisi anlatmaya devam ediyor:

“Konya’nın ve Türkiye’nin en büyük hafızlarından çok hürmet ettiğimiz büyük mücadele adamı Hasan Hüseyin Varol Hocamı gözleri bağlı götürüyorlardı. Arkasında namaz kıldığımız, Kur’an’ını dinlediğimiz bir insanı götürüyorlar, bir şey yapamadığım için ağlıyorum, elimden bir şey gelmiyor Ne yapacağız acizsin. Hoca’dan sonra beni alıp sorguladılar. İfadem bitti bir gün sonra; “Hazırlan gidiyoruz” dediler. Nereye? Mimar Sinan’a…

Mimar Sinan oranın işkence yeri… Mimar Sinan’a gittik. Kapıda bekliyorum, astsubay bana “hainsin” diyor. Ben “değilim” diyorum. Neyse girdik içeri. Orada her gruptan insan vardı. Bir gün beni ifadeye çağırdılar, gittim. Yapmadıkları şey kalmadı.

Askere; “Ben burada 2 saat mi kaldım?” diye sordum. “Hayır, dün ikindi geldin bugün ikindi çıkıyorsun” dedi. 35 gün sonra mahkemeye gittim, ayaklarımı hâkime gösterdim. Hâkim Bey yazamadı. 11 ay orada yattıktan sonra bizi Akıncılar genel merkez davasından Mamak’a sevk ettiler.

Saçlarımızı kesiyorlar, ellerinde bir makine, asker öyle bir kesiyor ki, öldürseler daha iyi. Bir saç tıraşında cehennem azabını yaşadık. Sonra kafese koydular bizi. Adamlar şakır şakır copla vuruyor kuzu kuzu bir şey diyemiyoruz. Bu kafeste 15 gün kalanlar var. Ben 12 saat kaldım. O 12 saat bana bir sene gibi geldi ama dayandım.

Sonra koğuşlara gidiyoruz. Askeri arabalarla 300 metrelik mesafeyi bir saatte gidiyoruz. Niye? İçeride askerler bizi terbiye ediyorlar. Subayın biri bana necisiniz dedi. Akıncıyız deyince adam başladı küfür etmeye… 5 kişiyi ayrı yere koydular.

Gördüm ki ayakta namaz kılan yok. Herkes oturduğu yerde kılıyor, bir süre sonra bir arkadaşımız namazı ayakta kıldı, ses çıkmadı. Sonra toplu olarak namaz kılmaya başladık. Sonra ülkücüler de namaz kılmaya başladılar. 24 ayı tamamladık Özal geldi iktidara, 163, 142, 142. maddeleri kaldırınca biz de kurtardık.

Mahkemeler bittikten sonra Ankara Mehmet Akif Ersoy Lisesi‘nde çalıştım. 1996’da emekli oldum. Özel dershanelerde derslere girdim. 1997’de Ankara’da Akıncılar Derneği’ni kurdum ama derneği büyütemedim. Konya’ya geldim. Konya’da özel dershanede ve Özel Ekol Lisesi‘nde çalıştım.

Siyasi hayata Başbuğ ile başladım, Erbakan hocamla devam ettim. Erbakan ve Türkeş’in 91 yılındaki seçim birleşmesinde Ankara’da çok yoğun çalışmalarım oldu. Ondan memnunum çünkü eğer o birleşme olmasaydı bu günlere gelemezdik. Yani bugün Cumhur ittifakı oluşamazdı. Muhsin Yazıcıoğlu‘nu destekledim, Özal’ı desteklemedim. Tayyip Bey’i destekledim ve MHP ile ittifakını savundum hâlâ da savunuyorum. Geleceği bunların çok şuurlu birliğinde görüyorum.”

Ayağı delinmişti

Hasan Hüseyin Varol Hoca 12 Eylül’deki sıkıntılı günleri şöyle anlatıyor: “Uçaksavar taburunda bir ay kadar kaldım. Çok şey gördük orada.

Bizden en çok Nevzat Arabacı‘ya işkence ettiler. İçeri sapasağlam giden, askerlerin kolunda geliyordu. Ürkütücü etki yapıyordu. Bazıları intihara teşebbüs ediyordu. 15 gün boyunca her türlü işkenceyi uyguladılar. Ama o hiç konuşmadı.

15 gün sonra Nevzat yanımıza geldiğinde onu tanıyamadık. Sol dizi bükülmüyordu. Yardım ettik bir abdest aldı. Namaz kılarken ayağının altını gördüm delinmişti. Sonra bir kez daha götürdüler, götürürlerken helalleşmiştik. Belki bir daha görüşemeyiz diye. Gidişi o gidiş oldu.

Aylar sonra bir dolmuşta karşılaştım. Beni görmemişti. Arkasından onu yakalar gibi yaptım. Korktu hopladı. Kucaklaştık. Helal olsun Nevzat’a…Allah ü Zülcelâl bir daha böyle günler göstermesin. Amin.”

Barfiks çekerdi

Konya Emekli İl Müftüsü Ahmet Poçanoğlu Hoca Nevzat Hoca’yla ilgili düşüncelerini şöyle anlatıyor: “1973 yılında Konya İmam Hatip’e gelişi halen devam eden bir fırtına etkisi doğurdu. Kulu Lisesi‘nden sürgün, yağız bir delikanlı olarak tayin edildiği okulda her şey O’nun etrafında dönmeye ve şekillenmeye başladı.

Felsefe hocasıydı; sorular soruyor, sorulara cevaplar arıyordu. Dersi bütün öğrenciler tarafından iştiyakla takip ediliyor, okulda gündem oluyor, tartışılıp konuşuluyordu. Dersinin olmadığı sınıfları da; öğle paydosunda veya ders çıkışlarında ziyaret ediyor seminerler veriyordu.

Teneffüslerde öğrenciler bal toplayan arılar gibi Hocanın etrafındaydı. Hoca gelinceye kadar etrafında belki de kimsenin olmadığı barfiksin etrafı Hocanın atletik ve sportmen gösterisi sebebiyle dolup taşıyor, bütün öğrenciler onun gibi barfiks çekebilmek için yarışıyordu.

Bir de İmam-Hatibin mescidinden bahsetmeli; Nevzat Hoca’dan önce seyrek ve dolmayan saflarla namaz kılınan okul mescidi dolup taşıyor hatta namaz kılacak öğrenciler sıra bekliyordu. İmam -Hatip öğrencisi namazın tadını, Müslüman olmanın heyecanını yaşamaya başlamış; alınan sert tedbirlere rağmen vazgeçmediği kahvehanelerden ve sinemalardan çekiliverip, Nevzat Hoca’nın etrafında İslam’ın adamı olarak kenetlenivermişti.

Bu kenetlenme, arkası kesilmeyen sürgünler getirmiş, hapisler ve işkencelerle devam etmişti. Hoca sağlam karakterli, cesur ve çok dayanıklı bir insandı. Bütün bunlara tek başına dayandı. Suç olarak isnat edilen hiçbir meselede suç ortağı ismi vermedi, zorunlu kalmışsa kendisi üstlendi. Zorluklara, işkenceye dayanma, konuşmama ve hapishanede yatma konusunda herkese örnek oldu.

Daha sonra normalleşme ve iktidar günleri geldi. Nice zor zamanlarda yalpalamış dava adamları (!) iktidarların nimetinden faydalandılar. Nevzat Hoca huzur içinde Kur’an’ın adamı olarak çalışıp koşturdu öğrenciler yetiştirdi. Makam mansıp sevdalısı değildi. Bütün ömrünü İslam’ın yeryüzünde hâkim olması, Allah yolunda cihad eden bir mücahit olarak harcadı. Allah celle celaluh Nevzat Hocamıza rahmet eylesin. Makamını cennet eylesin. Çok arzuladığı şehit mükâfatıyla nimetlendirsin.”

Tam bir akıncı

Ben Nevzat hocayı 70’li yıllarda MTTB’den Akıncılardan ve çalıştığım Türkiye’de Yarın Gazetesi‘ne çok yakın olan Seriyye Kitabevi‘nden tanıyordum. Gün geçtikçe samimiyetimiz arttı. Pandemi süreci başlayıncaya kadar sürekli görüştük. Hiç kopmadık. Bu süreçte de Whatsap’tan yazışıyor, telefonla konuşuyorduk. Son mesajı 30 Temmuz’da geldi.  “Cömertlik ve infakı yaşantı haline getirmeyenlerden her şey olur ama kara gün dostu asla olmaz” diyordu.

Hoca tam bir eylem adamıydı. Yaşadığı 73 yıl boyunca asla rahat etmek, zengin olmak gibi hayalleri olmadı. Cihadı, gayreti, mücadeleyi seçti. Yüreğiyle yaşadı. Ömür boyunca Akıncı olarak yaşadı, Akıncı olarak ebediyete uğurlandı. Tam bir Akıncı beyiydi.

2020 yılının Ağustos ayı başında Koronavirüse yakalandı. Rahatsızlık hissedince 7 Ağustos Cuma günü Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi‘ne gitti. Araştırmalardan sonra hastaneye yatırıldı. 6 gün yattı. Durumu iyi görünüyordu. Bir gün sonra taburcu edilecekti. Ancak beklenmeyen bir şekilde 13 Ağustos Perşembe günü sabaha doğru aniden vefat etti.  Allah rahmetiyle muamele etsin. Mekânı cennet olsun. Rabbim şehitler sınıfına dâhil eylesin.

Salih Sedat Ersöz/ İrfanDunyamiz.com

SİVAS ÇEVRESİ İRFAN DÜNYAMIZ

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir yorum

  1. Allah Nevzat hocamıza ğani ğani rahmet eylesin. Makamı cennet olsun.
    Sayın Ersöz, sizin de kaleminize, gönlünüze sağlık. Allah razı olsun.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.