İlim ve edep timsali Halil Günenç hoca

Çocukluğumun geçtiği 90’lı yıllarda babam bazı meseleler hakkında görüş almak için ahizeli telefonumuzla Halil Günenç Hocaefendi’yi arar ve ona bazı fetvalar sorardı. Meseleyi anlatıp fetvayı alınca keyfi yerine gelir, gönül rahatlığı ile o fetvaya uyardı. Artık tartışılan konu hakkında kendisinin bir tereddütü kalmadığı gibi, mahallelinin de itiraz hakkı kalmazdı. Ne de olsa o evimizdeki “Büyük Şafii İlmihali”nin müellifi olan büyük bir alimdi.

O kadar çok bu olaya şahit olmuştum ki, mahallemizin hocası gibi kendisini sever ve yakınlık hissederdim. Şafii fıkhı konusundan bir otorite olduğunu duyardım. Bildiğim kadarıyla Türkiye’de ilk Şafii ilmihalini de o yazmıştı. Belki de bu yüzden onunla irtibatlı olma hissi ruhumu teskin ederdi.

İlk görüşme

Zaman akıp geçti, üniversiteyi bitirip iş güç sahibi olduk. Görev yerimiz İstanbul’du artık. Evimi, iş yerime yakın olsun diye Başakşehir’de tutmuştum. Babam Başakşehir’i duyunca Halil Günenç Hocamızın da orada oturduğunu söyleyerek gidip onunla tanışmamı istedi, telefon numarasını verdi. Uzunca zamandır kendisini arayıp fetvalar almasına rağmen babam da daha önce kendisiyle yüz yüze tanışmamıştı

Telefonla arayıp kendisini ziyaret etmek istediğimi söyledim. Evine davet etti… İlk görüşmemizde dahi yıllardır birlikteymişiz, sürekli gidip geliyormuşuz hissi uyandırdı bende. Mütevazi evinde kendi getirdiği çayları ikram ederek sohbet ediyordu. Sohbetleri ya ilim ve kitaplar üzerine idi ya da sorduğumuz sorulara kaynakları ile birlikte fıkhi izahlar yapmak şeklindeydi.

Bir alimden ne istenirse, biz de onu görünce dilimizin bağı çözülür bir şeyler öğrenmek isterdik kendisinden. Ya namazdaki bir hususu, ya banka işlemleri ile ilgili kafamıza yatmayan bir konuyu, ya zekat meselesini… Hiç bıkmadan, yorgunluk göstermeden, tane tane kaynakları ile birlikte cevaplıyordu sorularımızı.

Evinin salonunun duvarları boydan boya kitaplarla doluydu. Okudu diyemeyeceğim, muhtemelen ezberlemişti bu kitapların çoğunu. Sorduğumuz bazı hususları cevaplarken “raftaki şu üçüncü kitabı getirir misin?” der, kitabı açar ve daha yeni okuyup kapattığı bir kitapmış gibi konuyu bulup oradan cevaplardı. Buna çok kez şahit olmuşumdur.

Nüktedan ve latifeli

Tanışıklığım muhterem Hocamın 80 yaşının üzerine denk gelmişti. Bizim de nasibimiz bu şekilde idi. Ama canlılığı, heyecanı, hoş muhabbeti ve nüktedanlığı yerli yerinde idi. Yaşlılık nedeniyle ağrıları ve bacaklarda güçsüzlüğü oluyordu. “Ben hızlı yürüyeceğim ama (bacaklarına elini koyarak) bunlar bırakmıyor” diye latife yapıyordu.

Daha önce hakkında okuduğum yazılardan onun çok keskin bir zekası olduğunu öğrenmiştim. Bir sayfayı bir kere okuyup ezberleyebiliyormuş. Seksen küsur yaşlarında idi ve bunu kendisine sorduğumda şu latifeli cevabı verdi: “Artık birkaç kez okumam gerekiyor.

Hocamızı ziyaret eden birisinden dinlemiştim, kendisine; “Hocam ahirette beraber olalım, dua edin” dediklerinde; “Şimdi değil değil mi? Daha sonra” diyerek latifeli bir cevap vermiş. “Hocam, emr-i Hak vaki olursa, nereye gömülmek istersiniz” diye sormuşlar. Hocamız da yine latifeli bir şekilde; “Şu an ölmeye niyetim yok” demiş. Bunu da bize tebessümle anlatmıştı.

Yaşlılık ile ilgili şiirleri sık sık okuyordu. Şikayetçi değildi hiç. “Elâ leyte’ş- şebâbe” (Keşke gençlik gelseydi de yaşlılığın ne yaptığını ona haber verseydim) diye devam eden uzun şiiri o yaşına rağmen kesintisiz okuyordu. Yine bizi görünce “Kellet tabibu…” (Doktorlar çaresiz kaldı) diye başlayan bir şiir okurdu. Bu şiiri kızı hasta olan ve iyileşmeyen bir anne yazmış sanırım. Tabipler gidip geliyor ama çare bulamıyorlar, söylemiyorlar da… Kendi ağrıları için söylüyordu bunu. Ağrıdan ziyade, takatsizlikten rahatsızdı. Ona bunun yaşlılıktan olduğunu diyemiyordum, halen gençti gözümde çünkü.

İlme iştiyakı

Evine ilk ziyaretimde beni her cumartesi sabah namazı sonrası yaptığı derse davet etmişti. “30 yıldır devam ediyor” demişti. Sabah namazından sonra derse gelenlerden biri kendisini evinden alıp caminin yanındaki dershaneye getiriyordu. Bir süre bize de derslere devam etmek nasip oldu elhamdülillah. Derste; önce Muhammed Ali Es Sabuni’nin “Tefsirül Vadıh’ul El Müyesser” kitabından yarım saat kadar okunuyordu. Sonra da fıkıh dersi yapılıyordu.

Bu derslerde Dr. Abdulgani Yıldırım gibi birçok muhterem hocayla tanışma fırsatım oldu. 30 yıl boyunca istikrarlı bir şekilde derse devam edebilmek az bir maharet değildir mutlaka. Hocamız derslerde metin dışına pek çıkmaz, soru sorulursa cevaplardı. Bunun dışında haftanın diğer günlerinde de devam ettiği dersler vardı. Farklı cemaatlerden gelip kendisinden fıkıh dersi alanlar oluyordu. Mesela İsmailağa cemaatinden bir grup hoca haftanın bir günü yanındaydı.

Ağrıları artıp, gidip gelmekte güçlük çekmeye başladığında; “Ben ders yapmadan duramıyorum, çok istiyorum ama gidemiyorum” cümlesini onlarca kez duymuşumdur kendisinden. Bu yaşına rağmen halen ilimle meşgul olma gayreti ibret alınacak bir husus. Bazen Dr. Abdulgani Abi ile evine ziyarete gittiğimizde bir kitap açıp bir şeyler okuyorduk. Gitmek istediğimiz zaman da biraz daha kalmamızı istiyordu. Kanser tedavisi aldığı zamanlarda dahi dersleri bırakmamaya çalışıyordu. Ta ki yaşlılığın verdiği takatsizliğe kadar aralıksız devam ettirdi dersleri.

93 yaşında, dizleri ve eklemleri kireçlenmiş, ağrılı, belinde fıtıkları, bir kez kanser hastalığı geçirmiş olan Muhterem Hocam, halen namazlarının kıyam ve rükü’unu ayakta eda ediyordu. Sadece tahiyatta sandalyeye geçiyor, namazını bu şekilde eda ediyordu. Az biraz dizi ağrıyınca kıyama dahi oturarak durmaya çalışan biz gençlere ibret olur umarım.

Fetva hassasiyeti

Babamın yıllar önce sık sık arayıp fetva istediği muhterem Hocamızın telefonu hiç susmuyordu. Kendisini kısa birkaç saatlik ziyaretlerimizde dahi telefonu sık sık çalar, hiçbir zaman “Sen kimsin” demeden sorulan sorulara cevap verirdi. Bazen olması gereken değil de duymak istedikleri fetvaları Hocanın ağzından almaya çalışanlar da olurdu. O zaman çok kızardı.

Bir keresinde banka promosyonu için arayan biri ile ilginç bir diyalogları olmuştu. Telefondaki kişi; “Hocam promosyonu ben yiyebilir miyim?” diye sordu. Hocamız da; “Fakir isen yiyebilirsin, yoksa fakir birine tasadduk et” dedi. Daha sonra aralarında şöyle bir konuşma geçti:

– “Hocam ben fakirim.”

– “O zaman yiyebilirsin.”

– “Ama evim, arabam bir miktar param da var.”

– “O zaman fakir değilsin yiyemezsin.”

– “Ama ihtiyacım var.”

– “Yahu kardeşim, fakirsen ye, değilsen fakire ver. Madem yemek istiyorsun, o zaman kendi bildiğini yap. Niye bana soruyorsun?”

Talak hususlarında yanlışlar yapıp, hocadan uç fetvalar bulmaya çalışanlara da şahit olmuştum. Onlara da fıkhın gereği neyse onu söylüyordu. Allahu A’lem müctehid derecesinde fıkıh bilgisi olmasına rağmen kitap ve kaynakların dışına çıkmaz, şaz görüşlere asla itibar etmez, öyle millete usulsüz yol göstermeye çalışmazdı.

Nezaket sahibidir

Torunu yaşında olmamıza rağmen bana ve eşime hitaben “kardeşim” demesi bizi çok memnun ediyordu. “Hoş geldiniz kardeşim, buyurun kardeşim, oturun kardeşim” derken biz eziliyorduk. Ayakta zor duracak kadar sıkıntılı dönemlerinde dahi evinin kapısını kendi açar, ayakta karşılar, odaya buyur ederdi. Uğurlarken de yine aynı şekilde kapıya kadar gelmesi, gitmemizi beklemesi beni mahcup ediyordu. Kaçak çayını ikram etmeden de bırakmazdı.

Soğuk bir kış günü kendisini ve eşini araçla evine bıraktığımızda araba dönüş alıncaya kadar o soğukta dışarıda ayakta beklemiş, ısrarla içeri girmesini istediğimiz halde bizi uğurlamadan ayrılmamıştı. Böyle ilim ve şöhret sahibi birinin inceliğini tüm gençlere örnek göstermek gerekir. Elini öpmeye her yeltendiğimde o da benim elimi öpüyordu. Bunu kendisinden yaşça küçük kişilere hep yapıyordu. 

Son zamanlarda muhterem hocamızın yakın dönemi unutma problemleri başladı. Eskiye ve kitaplara dair her şey yerli yerinde ancak maalesef bazen beni tanıyamayabiliyor. Allah selamet versin, hayır duasını almak için ara ara ziyaretlerine gidiyordum. Babamın ona sevgi ve saygısının, bende ve oğlumda da devam etmesini istiyor, arada çocuklarımı da yanına götürmeye çalışıyordum.

Babamla yaptığım son ziyarette dahi bizleri ayakta karşılaması, buyur etmesi, zar-zor birkaç adım atabilmesine rağmen uğurlamak istemesi kelimelerle ifade edilemeyecek kadar büyük bir tevazu örneği… Bu ziyaretimizde ilk başta beni ne kadar hatırladı bilemiyorum ama “Seni Allah içi çok seviyorum, yüzün mütebessim” demesi bana yetti.

Yaşlılıktan konuştuk yine… Köyümüzdeki eski hocalar hakkında da bazı muhabbetler oldu. Sonra müsaade isteyip ayrıldık. Ayrılırken elini öptüm, tekraren; “Seni Allah için çok seviyorum” dedi. Kendisine; “Onlar dünyada âlimlere muhtaç oldukları gibi cennette de alimlere muhtaç olacaklar” hadisini hatırlatarak dua talep ettim.

Rabbim bizleri sırat-ı müstakimden ayırmasın. Cennetinde de Hocamızla birlikte, hoşsohbetlerde bulunmayı bizlere nasip eylesin.

Doç. Dr. Mehmet Ağırman/ İrfanDunyamiz.com

İslam Alimleri ↗

Kıymetli İslam alimlerini tanıtan birbirinden güzel yazılar okumak için tıklayın.

Abide Şahsiyetler ↗

İslam’ın çilesini çekmiş öncü şahsiyetlere dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

İlk Japon Müslüman kimdi?

Japonya’nın en eski ve en büyük İslamî kuruluşu olan Japonya İslam Merkezi Başkanı Dr. Salih …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.