İğne iplikle başlayan dostluk…

Rahmetli babam beni nüfusa beş yaş küçük yazdırmış. Esas doğum tarihim 1960. Bu sebeple imamlığa geçerken mahkemeden kaza-i rüşt belgesi ile görev alabildim. 1986 yılında evlendim, ilk çocuğum 1987 yılında dünyaya geldi. O zaman Açık Öğretim Fakültesi İş İdaresi Bölümü’nde öğrenciliğim devam ediyordu.

Bir anda karar verip sülüsümü askerlik şubesinden alarak 1968/3 tertip olarak Manisa Batı Kışla 8. bölüğe düştük. Bölük amfisinde toplandık. Bölük komutanımız genç üst teğmen kurallarla ilgili bir konuşma yaptı. Hiç kimse bir birini tanımıyor, herkes boş boş etrafa bakınıyor…

İğne iplik

Çavuşlardan bir tanesi; “Herkes başındaki kepe neftesini diksin beş dakika süre” dedi. Ben bekâr görev yaptığım için, sökükleri ve düğmeleri dikmeyi bildiğim için hemen diktim. Önümde bir asker sanki bana bir yardım edecek yok mu dermişçesine sağa sola melül melül bakıyordu. Duruşu sakin bir kişi olduğu intibaını uyandırdı.

Ensesine dokununca bir anda irkildi ve endişeli bir şekilde bana baktı. “Kardeşim herhalde sen dikiş neyim bilmiyorsun, ver ben onu dikivereyim“ dedim. Bir anda gözlerinin içi güldü ve “Evet hayatımda hiç iğne iplik elime almadım, size zahmet olacak” dedi. Ben de; “Ne münasebet biz kardeşiz, birbirimize yardımcı olacağız, birbirimizin dikişini dikeceğiz” dedim. Aldım bir dakikada şip şak nefteyi dikip arkadaşa verdim. Bu sebeple aramızda bir muhabbet gelişti.

Ben bir ay sonra Denizli Çavuş Talimgahı’na seçilip birlikten ayrıldım. Acemi birliği bittikten sonra tekrar Manisa Batı Kışlaya geldim. Fakat o zaman bu kardeşim dağıtıma gitmişi. Bir iki mektuplaştık sonra birbirimizi kaybettik. Ta ki Fatih Şeyh Raşid Camii’ne tayin olup İstanbul’a gelinceye kadar.

Avluda otururken

Bir gün Fatih Müftülüğünün avlusunda arkadaşlarla sohbet ederken o ürkek, çekingen fakat çok mütevazı olan asker arkadaşım karşıma çıktı. Görmeyeli beş sene olmuştu. Bana yaklaşıp; “Sen Osman Gülşen Hoca değil misin?” deyince ben de; “Sen de Muharrem Aygül kardeşim değil misin” dedim.

Sevindik, kucaklaştık, bir çay ocağında oturduk epey bir sohbet yaptık. Meğerse o da Sulukule’de bir camide imam hatip olarak görev yapıyormuş. Hakikaten edep ve hayâ timsali hocamla artık çeşitli zamanlarda buluşup eskilerden yâd ediyor, sevgi ve muhabbetlerimizi devam ettiriyorduk.

Onun görev yaptığı mahalle biraz karışık olduğu için oradaki olumsuzluklardan şikâyetçi idi. Sonra Fatih Melek Hatun Mahallesi’ne yeni yapılan Hasırcı Melek Camii’ne naklen atandı. Artık sık görüşüyor birbirimize gidip geliyorduk.

Hastalandı

O yıllarda imamların maaşları çok düşüktü. Hocamız maddi sıkıntı sebebiyle Akit Gazetesi’nin Fatih dağıtımında ek iş olarak çalışmaya başladı. Çok erken saatlerde gazeteyi alıyor soğuk sıcak demeden her şartlarda abonelerine ulaştırmak için adeta zamanla yarışıyordu. Aynı zamanda görevine de söz getirmemek için çok dikkat ediyordu.

Takdir-i ilahi hastalanıp hastaneye düştüğünü öğrendim. Çapa Tıp Fakültesi Nefroloji bölümünde böbrek yetmezliğinden diyalize giriyordu. Ona yardımcı olabilmek için; “Arkadaşım, hiç çekinme, müftülükten sevk alınacaksa alır, ilaç falan ihtiyacın varsa Allah’ın izniyle hallederim” dedim.

Mahcup bir edayla; “Osman Hocam, sana zahmet vermiş olurum” deyince; “Ben hasta olsam sen bunları yapmaz mısın?” dedim. Bu sefer gözlerinden yaşlar boşandı ve şöyle dedi: “Sen ne hasta ol, ne de ben böyle bir şey yapayım, Allah kimseyi bu hastalıkla imtihan etmesin Osman Hocam”

Ben o sıralarda caminin lojman inşaatına başlamış ha bire koşturuyordum bir an önce bitirmek için. Bu arada da Muharrem Hocamın hastane işleri ile de yakından ilgileniyordum. Uygun böbrek bulmak için yakınlarından tetkikler alınıyordu. Annesinin böbreğinin tuttuğunu söylediler, çok sevindi.

Cuma günü sevklerini müftülükten aldım. Ertesi gün evine götürüp kendisine verdim. Kendisiyle biraz muhabbet edip ayrıldım. Cumartesi günü benim lojman inşaatına bir kamyon kum gelmişti. Trafiğe engel olmasın diye işçi ile birlikte kumları bahçeye taşımış, öğle ezanına yarım saat kala çok terlediğim için duş almaya eve doğru gidiyordum.

Acı haber

Yolda İbrahim Çavuş Camii görevlisi Hızır Akyıldız Hocam selam verip yanıma geldi ve bana; ”Haberin yok mu, Muharrem Hoca bu akşam vefat etmiş” dedi. O an elimdeki kürek yere düştü ve bir anda sersemledim, daha akşam sapa sağlam bırakmıştım ama takdir-i ilahi tecelli etti.

“Ölüm geldi cihana, baş ağrısı bahane” derler ya tam da işte böyle oldu. Hızır Hocam; “Belediye otobüsü ile cenaze yola çıkmak üzere” deyince duş almadan koşarak otobüse yetiştim. Orada Muharrem Hocamın kayınçosuna; “Niçin bana haber vermediniz” diye çıkışınca adamcağız ağlayarak; “Vallahi Osman Hocam, beklemediğimiz bir anda bu olay gerçekleşti, ne olduğunu anlayamadık, elimiz ayağımıza karıştı, kusura bakma” dedi.

Dönemin Fatih Müftüsü on dakika önce gelmiş taziyede bulunmuş, gitmiş… Şoföre; “Beni 10-15 dakika bekleyemez misin?” dedim. “Hayır, bekleyemem” deyince oradaki hoca arkadaşlardan benim cenaze ile gittiğimi Müftü Bey’e haber etmelerini rica ettim. Ve yola revan olduk; köye varana kadar kaç Yasin, kaç Tebâreke okuduğumu bilmiyorum.

Bartın Ulus’a bağlı İnebey Köyü’ne akşama vardık. Köylüler bizi karşıladı, mevtayı babasının evine aldılar. Anadolu insanının samimiyeti bir başkadır. İstanbul Fatih’ten hoca arkadaşı gelmiş diyerekten herkes bizimle ilgileniyordu. Sabah oldu cenazeyi yıkadık ve namazını kılıp defnettik. Köylülerin ikramından sonra tekrar yola revan olduk İstanbul a geldik.

Müftü Bey çağırdı

Eve döndüğümde eşim; “Fatih Müftüsü seni aradı müftülüğe bekliyor” dedi. Arkadaşlar gittiğimi haber vermedi mi acaba diye biraz endişelendim. Ertesi gün gergin bir şekilde Fatih Müftüsü Hacı Ahmet Önal Bey’in makamına gittim. Kendisi beni çok neşeli bir şekilde karşıladı. “Osman Hocam çok teşekkür ederim, aslında Fatih Müftülüğü olarak bizim yapmamız gerekeni sen yaptın” diyerek cenazeye katılmamdan dolayı iltifatlarda bulundu. Ben de Muharrem Hocamı kardeşim gibi sevdiğimi, kendisinin askerlik arkadaşım olduğunu falan söyledim.

Sohbet esnasında Müftü Bey’e bir teklifte bulundum. Merhum hocamızın geride kalan ailesi ve yetimleri için Fatih müftülüğü olarak yardım toplayarak bir ev almayı önerdim. Müftü Bey; “Çok yerinde bir fikir” deyip hemen icraata koydu. Türkiye Diyanet Vakfı Fatih şubesi memuru Necip Ovalı ile ikimizi görevlendirdi. Merhum hocamızın eşinin isteği ile Esenler Kazım Karabekir Mahallesi’nde abisinin evinin yanında sıfır bir daire için sıkı bir pazarlık yaptıktan sonra o evi satın aldık. Müftü Bey, böyle bir ev alma olayının Fatih Müftülüğünde ikinci kez olduğunu söyledi.

Dostluğumuz iğne iplikle başlamıştı. Sonunda ise onu iğne iplik kullanılmayan bir beze sarıp son yolculuğuna uğurladık. Arkadaşımın vefatı beni çok etkiledi. Her an Rabbimize kavuşabileceğimizi hatırlattı. Aradan yıllar geçmesine rağmen bu dostumu hiç unutmadım. Bu vesileyle merhum Muharrem Hocama ve tüm ölmüşlerimize rahmet diliyor ve sizlerden birer Fatiha istirham ediyorum.

Osman Gülşen/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

İz bırakan mal müdürü Neşet Özerdem

Bir mal müdürü düşünün, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde görev yapmış ve her gittiği yerde iz bırakmış. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.