İnsanın dünya imtihanı

Mevlana Celaleddin-i Rumî; “Dinle neyden” diye başlar Mesnevi’sine. Bağrı yanık, içi oyuk Ney’in ne söylediğini anlayabilenler “şikâyet” nedir bilmezler. Şikâyet etmek velilerin ahlakı değildir. “Beni bir dağda buldular,/ Kolum kanadım yoldular,/ Dolaba layık gördüler,/ Derdim vardır inlerim” diyen Yunus Emre’yi de yanlış anlamamak gerekir. Burada dolaptan yani değirmenin suyunu döndüren kısmından bahseden Yunus Emre, ağacın vatanı olan ormandan uzaklaştırılıp dolap olma aşamalarını, insanın dünyaya geliş serüvenine benzetmiştir. Bizim asıl vatanımızın Cennet olduğunu hatırlatmıştır. Yunus Emre demek istemiştir ki: “Bizler bu dünyada dalı budağı kesilmiş ve dolaba layık görülmüş bir ağaç gibi garibizdir. Bizim ahlarımız şikâyetten değil, asli vatanımıza olan özlemimizdendir.“

Asli vatanından uzakta olan insanın sıkıntıları, çileleri, dertleri bu dünyada hiçbir zaman bitmez. Çünkü dünya imtihan yeridir. Ne zaman ki son nefesi verip emaneti Rabbimize teslim ederiz, işte o gün imtihanımız da biter. Hepimizin zaman zaman; “Hele şu okulu bitireyim rahat ederim”, “Emekli olduktan sonra huzura kavuşurum”, “Şu borcumuz bitsin rahatlarız”, “Çocuklarımız büyüyüp evlensin düze çıkarız” gibi masum temennilerimiz olmuştur. Ümitvar olmak, hayırları dilemek bağlamında bu temennilerimiz anlamlıdır ancak şu da vardır ki hayatın bize yarın ne getireceğini bilmemiz mümkün değildir. Hayatımızın hangi döneminde nasıl bir imtihanla karşılaşacağımızı bilemeyiz. Öyle bir dönem gelir ki yirmi- otuz senedir can ciğer olduğumuz akrabalarımızla ya da dostlarımızla imtihan ediliriz. Sıkıntının ne zaman, hangi taraftan geleceğini kestiremeyiz.

Ekonomik sıkıntılar, hastalıklar, iş yerindeki problemler, ailevi problemler ve sayamayacağımız kadar çeşitli sıkıntılar bazen üst üste gelir. Yaşadığımız bu olumsuz durumun sanki hiç bitmeyeceğini, düşünür, karamsarlığa düşeriz. Mâneviyatlı kimseler bu sorunları daha kolay atlatabilirler fakat insan olmanın bir gereği olarak onlar da yaşadıkları olumsuzluklardan etkilenirler. Hatta normal zamanlarda sabırlı ve itidalli olan kimseler bile böyle zamanlarda sabredemeyebilirler. Cenab-ı Allah böylesi zor dönemlerde sabredebilenleri müjdelemiştir. Ayet-i kerimede şöyle buyrulur: “Andolsun sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara, 155)

Sıkıntılarımızı hafifletmenin en güzel çaresi Allah’ı bol bol zikretmektir. Cenab-ı Allah bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı zikretmekle huzur bulur.” (Rad, 28) Cenab-ı Allah’ın bizim her halimizi mutlaka gördüğüne ve çektiğimiz sıkıntıları mutlaka zamanı gelince hafifleteceğine inanmak da bizi rahatlatacaktır. O‘na olan güvenimizin, yaptığımız salih amellerimizin ve sıkıntılar karşısında sürdürdüğümüz müsbet tavırlarımızın karşılıksız kalacağını düşünmemeliyiz. Her şeyden önce şunu bilmeliyiz ki O bize çok yakındır ve bizlerin dualarını kabul etmektedir. Bir ayet-i kerimede şöyle buyurulur: “Kullarım beni sana sorarlarsa, bilsinler ki gerçekten ben çok yakınım. Bana dua edince dua edenin duasına cevap veririm.” (Bakara, 186)

Acılar karşısında mü’minler olarak bize düşen, bütün acıların, dertlerin, sıkıntıların Mevla’dan geldiğini bilmek ve bunun bir imtihan olduğunu çok güçlü bir şekilde idrak etmektir. Bütün hayatımız boyunca imtihan şuurunda yaşamaktır. Allah’ı sevdiğini iddia eden kimse, eğer sevgisinde samimi ise O’ndan gelen her türlü cefanın bir imtihan olduğunu bilmesi ve ona sabretmesi gerekir. Merhum Es Seyyid Osman Hulusi Efendi bu hakikati çok veciz bir şekilde ifade etmiştir:

Cefâ vü cevrine yârın tahammül eyleyip râm ol,
Ola kim kahr u lutfun perdesiyle imtihân eyler.

On sekiz bin âlemin her birisine Cenab-ı Allah’ın sıfatları farklı farklı tecelli etmektedir. Hiçbir âlem yoktur ki Allah’ın tecellisi orada görülmesin. Yunus Emre; “Cümle yerde Hak hazır, göz gerektir göresi” derken yüzümüzü nereye çevirirsek çevirelim O’nun sıfatlarının tecellileriyle karşılaşacağımızı anlatmak istemiştir. Başımıza gelen olaylara bu zaviyeden baktığımızda, onların birer kahır veya lütuf tecellisi olduğunu fark ederiz. Kahır ve lütuf tecellileri karşısında muvazeneyi yitirmeden; “Hoştur bana senden gelen ya hil’at-ü yahut kefen,/ Ya taze gül yahut diken, kahrın da hoş lütfun da hoş” diyebilirsek işte o zaman imtihanı kazanabiliriz.

İmtihanın yaratılmasında da çeşitli hikmetler vardır. İmtihan olmasaydı onu kazanma şerefine eren bahtiyarların kavuşacağı eşsiz mükâfatlardan da bahsedemezdik. (Bkz. Bakara, 214) Şayet Cenab-ı Allah sevdiği kullarını ağır imtihanlardan geçirirken onların yüklerini hafifletmemiş olsaydı, bu yükün altında ezilmemek mümkün olmazdı. Yükü yükleyen yardımını da noksan etmemiştir. İnsanın tâkat sınırını bilerek yüklemiştir. Çekilen bütün sıkıntılar Rabb‘i tarafından kendisine lütuf ve ihsanın sunulması için birer bahanedir. Allah sabrı yaratmıştır ki sabretmeyi başaran kullarına dereceler ihsan eylesin. Dolayısı ile bize sıkıntı ya da zahmet gibi görünen şeylerin sonunun rahmet olma ihtimalini de göz ardı etmemeliyiz. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri ne güzel söylemiştir:

Hak şerleri hayr eyler,
Zan etme ki ğayr eyler,
Ârif ânı seyr eyler,

Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.

Nice başlangıçta bize şer gibi görünenlerin, zamanla aslında ne kadar da hayırlı olduğunu anlarız. Neticede bizim için neyin hayırlı neyin şerli olacağını tam anlamıyla idrak edemeyebiliriz. Hayır bildiklerimizde şer, şer bildiklerimizde hayır olabilir. Kehf suresinde anlatılan kıssa başımıza gelen olayların bir de iç yüzünün olduğunu öğretir. Surede Hızır aleyhis selam‘ın Musa aleyhis selam‘a “Sana benimle birlikte olmaya sabredemezsin demedim mi?” (Ayet, 75) dediği ifade edilir. Burada Hızır aleyhis selam kemâlat yolunda olan bir insan için kâmil bir eğitimciyi yani “mürşid-i kâmil”i sembolize etmektedir. Hızır aleyhis selam yaptıkları fiillerde Rabb‘i tarafından verilmiş özel bir bilgi çerçevesinde hareket etmiştir. Musa aleyhis selam ise kıssada anlatılan olayların iç yüzünü bilmemektedir. Bundan dolayı da Hızır aleyhis selam ona soru sormamasını şart koştuğu halde, ona sürekli sorular sormaktan kendini alamamıştır. (Bkz. Kehf, 70,71) Bir peygamber olarak Hazreti Musa aleyhis selam bile Allah bildirmeden yaşanılanların iç yüzünü bilemiyorsa bizim her başımıza gelen olayı olumsuza yormamız anlamsızdır.

Dünyada her hangi bir kurumun sınavına girdiğimizde, heyecanlandığımız ve stres yaptığımız takdirde bu nasıl sonucu olumsuz etkiliyorsa, herhangi bir dünyevî imtihanla karşılaştığımızda da mümkün mertebe soğukkanlılığımızı yitirmemeye çalışmalıyız. Bir sıkıntı ile karşılaştığımızda dünyada imtihan olan milyarlarca insandan sadece bir tanesi olduğumuzu düşünmeliyiz. Yeryüzünde tek acı çeken insan bizmişiz gibi kendimizi bırakmamalıyız. “Daha senden gayrı âşık mı yoktur?/ Nedir bu telaşın vay deli gönül,/ Hele düşün devr-i Âdem’den beri,/ Neler gelmiş geçmiş, say deli gönül” diyen şair güzel nasihat etmiştir.

Sıkıntılara karşı nasıl yaklaşmamız gerektiği noktasında Peygamber Efendimiz sallellahü aleyhi ve sellem‘in Taif‘te taşlandığı sırada mübarek ayakları ve bacakları kanlara bulanmış vaziyetteyken yaptığı şu dua çok manidardır:

“Allah‘ım güçsüzlük ve beceriksizliğimden ve halk nazarındaki hiçlik ve değersizliğimden sana yakınırım. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Zayıf ve kimsesizlerin sahibi sensin. Sen benim Rabbimsin. Beni, bana ekşi yüz gösteren ve surat asan bir yabancıya mı yoksa işimi eline terk ettiğin bir düşmana mı bırakıyorsun? Eğer Sen benden dargın değilsen, bu zorlukların hiç biri benim için önemli değildir. Ancak Senin affın benim için her şeyden üstündür. Senin gazabına uğramaktan, ya da senin azabına duçar olmaktan, karanlık perdelerini yırtan, dünya ile ahiret işlerinin salah kaynağı olan yüzünün nuruna sığınıyorum. Ta ki sen benden hoşnut olasın. Bütün güç ve kudret Sen’indir.” (Hayatü‘s Sahabe, c.1, s.354)

Aydın Başar/ Somuncu Baba Dergisi, Ocak, 2021

Sıkıntılar karşısında hangi duayı okumalıyız? Cevabı kısa videoda.

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.