Kalbine iyi bak…

İnsanı insan yapan temel değerler vardır. Bunların bir kısmı soyut, bir kısmi ise somuttur. Bunlar; Tasavvur, kalp, organlar, davranışlar, karakter vs. Tasavvur, kavramsal olarak düşünme demektir. Düşünmenin iki yönü vardır: Bir, yüzeysel düşünme. İki, derinlemesine düşünme.

Tasavvur, derinlemesine düşünme kategorisine daha yakındır. Olayların, olguların ve eşyanın arka planını görebilmek, derinlemesine analiz edebilmek eşyanın hakikatini anlamak için, çok değişkenli fonksiyonlarla yaklaşmak, tasavvurla ilgili zihinsel etkinliklerdir.

Bu bağlamda; “Neden, niçin ve nasıl?” Soruları da zihinsel fonksiyonlarımızın daha işlevsel hale gelmesine katkıda bulunurlar. Bu tarz yaklaşımlar, hayatı ve eşyayı anlamlandırır ve derinlik katar.

Kalp başkenttir

Tasavvur insani olursa, kalp insani olur. Tasavvur ve kalp arasında yakın bir ilişki ve iletişim vardır. Kalp zarf ise, tasavvur mazruftur. Mazruf, zarfı anlamlandırır ve biçimlendirir. Asıl olan mazruftur. Mazruf, tasavvur olunca, kalp ona göre şekil alır. Tasavvurdaki bir derecelik sapma, istikbalde telafisi zor sapmalara neden olabilir. Dolayısıyla tasavvurun istikametinin doğru olması, hayati derecede önemlidir.

Kalp insani olursa, organlar insani olur. Kalp ve beden arasında da zarf-mazruf ilişkisi vardır. Beden zarf ise kalp mazruftur. Mazruf, zarfı biçimlendirdiği için, Kalp de bedeni, dolayısıyla organları biçimlendirir ve yönlendirir. İyi kalpli bir insanın davranışlarının kötü olması mümkün değildir. Aksi halde, paradoks olur.

Kalp, komuta merkezidir. Bütün organların sevk ve idaresi bu merkezde gerçekleşir. Bir bilge kişinin ifadesiyle, “Beden ülkesinin başkenti kalptir. Başkent düşerse, ülke düşer. Başkent kurtulursa ülke kurtulur.” Kalbimize iyi bakmamız lazım. Onu her türlü ayrık otlardan arındırmamız gerekmektedir.

Pozitif karakter

Organlar insani olursa, davranışlar insani olur. Davranışlarımız da karakterimizi belirler. Davranışları pozitif olan karakterli kişiliklere, toplumun oldukça ihtiyacı vardır. Bu tip insanlar, rol-model insanlardır. Rol-model insanlar, sadece kendileri için yaşamazlar. Tüm toplumsal katmanlar için yaşarlar. Bu rol-model insanların yetişmeleri için belli aşamalara ihtiyaç vardır. Bu aşamaları en güzel şekilde ifade eden bir anonim söz vardır. O da şudur:

“Bir düşünce ekerseniz, bir davranış biçersiniz.

Bir davranış ekerseniz, bir alışkanlık biçersiniz.

Bir alışkanlık ekerseniz, bir karakter biçersiniz.

Bir karakter ekerseniz, bir kader biçersiniz”

Özetle; ne ekerseniz onu biçersiniz. Dünyadaki yol haritamız da hiç kuşkusuz kaderimizdir. Karakterimizin oluşmasındaki zemin önemlidir. Bu zeminin temel parametreleri iyi seçilmelidir. Doğru, gerçek, asil, saf, iyi ve mükemmel olan her ne varsa, tasavvurlarımızı(düşüncelerimizi), bunlar üzerine inşa etmeliyiz. Bu düşünce dünyamızı, uygulamalarımızla uyumlu hale getirerek taçlandırmalıyız. Aristo’nun dediği gibi, “İyi olmak isteyen bir insan, iyi şeyler yapmadıkça iyi olmaz.”

Söylem eylem birliği

Söylemlerimiz ve eylemlerimiz uyumlu olmalı. Bir bilge kişinin ifadesiyle; “Halkımızın aklı gözündedir. Gördüğüne inanır.” Biz bir taraftan yaban otlarını ayıklamaya çalışırken, diğer taraftan çiçekleri (Erdemleri) dikmeye ve bunları yetiştirmeye odaklanmalıyız. Erdemleri dikmek ve yetiştirmek, iyi insanların yapacağı işlerdir.

Erdemli insan, bireysel ve toplumsal Tarih analizi bakımından, kendisini ölçen ve değerlendiren insandır. İnsanın hayatı üç safhadan oluşur: Geçmiş, an ve gelecek. Eskilerin tabiriyle; mazi, hal ve istikbaldir. İçinde yaşadığımız an, hayatımızın özünü, esasını belirler.

Geçmişimiz, bizim bireysel tarihimizdir. Bireysel tarihimizi bilmemiz, hayati derecede önemlidir. Çünkü geleceğimizi inşa ederken, gelecekle alakalı projeksiyonlarımızı kurgularken, bireysel tarihimizden faydalanırız. Bize düşen görev bireysel tarihimiz olan geçmişimizi inceleyerek, analiz ederek objektif bir yaklaşımla, hatalarımızı, eksiklerimizi, yanlışlarımızı, negatif yönlerimizi tespit ederek bunları pozitif yöne dönüştürerek içinde yaşadığımız anı, negatifleri minimum ve pozitifleri maksimum olan bir noktaya getirmektir.

Hayatın üçüncü evresi olan geleceğimizi inşa ederken de aynı yaklaşımı sergilememiz gerekmektedir; zira pozitifleri maksimum ve negatifleri minimum olan bir geleceği inşa ederken, “uzun farları yakarak ilerlememiz” halinde, gelecekle ilgili planlarımız, projelerimiz ve projeksiyonlarımızla çok iyi bir noktaya gelmemiz mümkün olacaktır.

Toplumsal tarih, bütün bireysel tarihlerin bileşkesidir. Böyle bir toplumsal tarih bizleri geleceğimizin inşası bakımından son derece önemlidir. Bireysel ve toplumsal tarih yasalarını çok değişkenli ve çok boyutlu bir yaklaşımla ve tarihsel arka planını dikkate alan bir perspektifle öğrenerek tarih zindanından kurtulabiliriz. Toplumsal değişim ve dönüşümü inceleyen Sosyoloji ilmini bütün sosyal katmanları dikkate alan çok boyutlu bir yaklaşımla öğrenerek hayata anlam gayretimize katkı sağlayabiliriz.

Kendimizi geliştirmeli

Bazen öğrencilerim, kaç yaşında olduğumu sorarlar. Cevaben, yarım asrı geçtim derim. Artık asır sözcüğünü kullanır hale geldik. Şöyle düşünüyorum: Yarım asrı aşkın bir süredir, bu dünyada yaşıyorum. Bu süre zarfında, her insanda olduğu gibi, pozitif ve negatif tutumlarım, davranışlarım olmuştur.

Benim de bir birey olarak bu negatif yönlerimi görmem, analiz etmem ve bunları acilen pozitif yöne dönüştürmem gerekmektedir. Çünkü benim gelecekle alakalı hayallerim, projeksiyonlarım vardır. Geleceğimi inşa ederken, bu negatif tutumları, pozitif yöne dönüştürmüş olarak yoluma devam etmem gerekmektedir. O zaman geleceğimin inşası mükemmel hale gelir. Her birey böyle düşünürse, negatiflerin asgari, pozitiflerin azami olduğu bir toplumsal gelecek inşası gerçekleşmiş olur.

Dolu dolu yaşamalı

Bu değerlendirmeden de şu anlaşılmaktadır ki, içinde yaşadığımız anı dolu-dolu geçirmenin yolu, geçmişimizi bireysel ve toplumsal bakımdan iyi analiz etmekten geçer. Geleceğimizi umut ve güven üzerine inşa etmek gerekmektedir. Kaygı ve korku üzerine inşa edilen bir hayat, yaşanmamış hayattır. Böyle bir hayatta öğrenme gerçekleşmez. Öğrenmenin olmadığı, cehaletin kol gezdiği bir dünya tasavvur edilebilir mi?

Korku aklın iptalidir. Korku ikliminde bilgi yeşermez. Öğrenci korktuğu veya korkutulduğu zaman beyinde öğrenmeyi salgılayan madde ya yavaşlar ya da durur.”

Eğer korkunun şiddeti çok fazla olursa, öğrenme gerçekleşmez. Eğer korkunun şiddeti az olursa, öğrenme o oranda az gerçekleşir. Dolayısıyla öğrenme ile korku arasında ters orantılılık vardır.

Bir düşünür, bu konuda şöyle der: “İçinde yaşadığımız anı çalan iki hırsız var; Bir, geçmişe ilişkin pişmanlıklarımız. İki, geleceğe ilişkin korkularımız ve kaygılarımız. Bu iki hırsızı def edelim ki hayatımız anlamlı olsun. Eğer, sürekli yas içindeyseniz geçmiş sizi kontrol ediyor demektir; sürekli korkuyorsanız gelecek sizi kontrol ediyor demektir; eğer yasla ve korkuyla başa çıkmışsanız, bugününüzü kontrol edebilir, geleceğinizi planlayabilirsiniz”

Bu şu demek değildir: Tamamen pişmanlıklardan, korkulardan ve kaygılardan arınmak. Bu insanın doğasına, fıtratına aykırıdır. Pişmanlıklardan ders çıkarılmalı. Bir yılandan, bir vahşi hayvandan korkmak doğaldır ve gereklidir. Aksihalde hayatımız riske girer. Yerine göre kaygılanmamız, fıtridir ve duyarlılığımızı arttırır. Yoksa “kaygısız” olmakla itham ediliriz. Çünkü bu manada kaygılı olmak insani bir tavırdır.

Ancak hayatımızı; Pişmanlık, korku ve kaygı üzerine inşa etmemeliyiz. Dengeli bir hayat kurmalıyız. Aksi halde, böyle bir hayat çekilmez. Böyle bir hayatta kötümserlik hâkim olur. Üstadın ifadesiyle, “Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.”

Geleceğe umutla bakmak, olayları ve olguları bu perspektifle değerlendirmek, görme ve tasavvur dünyamızı zenginleştirir. Hayatımızı bu güzel ve umut dolu parametreler üzerine inşa etmeliyiz.

Prof. Dr. Şemsettin Dursun/ İrfanDunyamiz.com

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.