Şehirden bu kadar uzak bir tepede, insanlardan mahfi yaşayıp, önündeki üç-beş talebeyle bir ömür geçiren; resmiyetten, ricâl-i devletten, her türlü şöhretten âzâde kalıp da bu sevgi seline mazhar olmak, aklın idrak edeceği bir şey değildi. O Mevlâ’yı sevmişti, onun dinine hizmet etmeyi, Allah için bir kelime olsun öğretmeyi sevmişti, Mevlâ da onu, kaçtığı, uzak durduğu, sakındığı kim varsa hepsine sevdirdi…
Trabzon’umuzun mümtaz şahsiyetlerinden; ilim ehli, irfan ehli bir zât-ı muhterem; güzel ahlakıyla temâyüz etmiş bir müderristi Mecid (Ömer) Ayvazoğlu Hoca’mız. Araklılı Hacı İsmail Efendi (Ramazanoğlu) Hazretlerinin rahle-i tedrisinden geçerek tekmil-i nusâh eylemiş, icazetini almıştır. Hocasının hocası olan Çaykaralı Hacı Hasan Efendi Hazretlerinin iltifât-ı seniyyelerine mazhar olmuş, defaatle ziyaretleriyle şereflenmiş, nice kereler kendisini hânesinde ve medresesinde misafir etme bahtiyarlığına ermiştir.
Gümüşhânevî Tekkesi’nin mümtaz şahsiyetlerinden cennetmekân Hacı Abdurrahman Efendi Hazretlerine intisab eylemiş, 1972 yılında Efendi Hazretlerinin vefatı üzerine halifesi Ahmet Yaşar Efendi Hoca’mıza intisab ederek 44 sene Hocaefendi’nin sohbetlerine devam etmiş, gönül dünyasını hocasının irşadıyla tenvir etmeye gayret etmiştir.
Himmet gördüğü büyüklerinin üstün ahlaklarıyla vasıflanarak genç yaşında, Araklı’nın Erenler beldesinde ders okutmaya başlamış ve vefat edene kadar tam 42 sene boyunca rahle başından kalkmamış numune-i imtisâl bir müderristi Mecid Efendi Hoca’mız.
Talebelerine sevdalıydı
Medresesine âşık, talebelerine sevdalı bir kimseydi. Sabah namazından önce medreseye gelir, çoğu zaman yatsıdan sonra evine dönerdi. Medresede gecelediği günler, evinde kaldığı günlerden daha çoktu. Vakur bir duruşu, heybetli bir yürüyüşü vardı. Sadece talebeler değil; bölge halkı da Hoca’mızdan çekinir, hürmette kusur etmemeye çalışırlardı. Sabah namazından sonra seccadesi başında işrak vaktine kadar zikirle meşgul olurdu. Onu zikrederken seyretmek; bizlere ibadet, taat, kulluk şevki verirdi.
Arapça uzun dualar yapardı. Duadaki tazarru, niyaz hâliyle bizleri çok etkilerdi. Hoca’mızın, manasını anlayamadığım o içten niyazlarının kalbimde bıraktığı tatlı hüznü ve lezzeti hiç unutamam. Hislenir, kendimizi tutamaz, ağlardık.
Sohbetleri içten ve samimiydi. Muhatabının kalbine hitap eder, sohbetinin sonuna kadar muhataplarını sürükler ve cümlelerinin sonunda “Anlayabildik mi?” ifadesini sık sık tekrar ederdi.
Kıyafetleri gösterişten uzak fakat bir hocaefendiye yakışır şekilde özel dikim kıyafetlerdi. Daima başında bulundurduğu takkesi, geniş şalvarı, uzunca ceketi ve heybetli sakallarıyla hem gönlümüzü hem de gözümüzü doldururdu.
İlmi sevdirirdi
İmam Nevevi rahmetullahi aleyh’in “Muallimin vazifesi okuduğu kitapları talebesine ezberletmek değil; ilmi, ilim ehlini ve ilim yolunu talebesine sevdirmektir.” sözünü rehber edinmişçesine talebelerine ilmi, ilim ehlini ve ilim yolunu sevdirmiş; bu yolun cennet yolu, peygambere verâset yolu olduğunu güzelce öğretmiştir.
42 yıllık tedris hayatı boyunca rahlesinden binlerce talebe geçmiştir. Bu talebeler içerisinde ilim yolunda sebat edememiş, tahsilini yarım bırakmış, ticarete atılmış niceleri vardır belki ama ilim ehline hürmette kusur eden hiç kimse yoktur.
Talebeler üzerinde öyle bir iz bırakmıştır ki “Mecid Hoca’nın hatırı için” yutmayacakları öfke, affetmeyecekleri suç, feda edemeyecekleri bir zenginlik ve vazgeçemeyecekleri bir dünyalık yoktur.
Mecid Efendi Hoca’mız ilmiyle, irfanıyla, tükenmeyen gayret ve heyecanıyla; ihtilaller, muhtıralar, 28 Şubatlar geçirmiş çileli hayat tecrübesiyle; sabırlı, metânetli, zâhidâne ve mahfiyatkâr hayatıyla Trabzon insanının gönlünde çok derin izler bırakmıştır. Her kesimden insanın istişare için başvurduğu, sözüne itimad ettiği, nice gönülleri fethetmiş bir gönül insanı olarak tanınmış, sevilmiş ve hürmet görmüştür.
Tanışmamız
2000 yılında lise son sınıf talebesi olarak, Ahmet Yaşar Efendi Hoca’mıza geldim. Hafızlık yapmak istediğimi ifade ile bana bir kurs tavsiye etmesini rica ettim. Merhum Hocaefendi; hiç tereddüt etmeden, Mecid Hoca’ya gitmemi tavsiye etti. Daha önce ismini duymadığım bu hocanın, Hocaefendi’nin gönlünde özel bir yeri olduğunu anladım. Elini öptüm, duasını alarak yola koyuldum. İlk defa geldiğim Araklı’dan; hiç bilmediğim, 25 km uzaklıkta bulunan Erenler beldesine ulaştım. Kursa çıktım, kendimi takdim ettim. Oturdum, Mecid Hoca’nın dersten çıkmasını beklemeye başladım. Uzun boylu, uzun kır sakallı, son derece heybetli, muhatabının kalbinde ilk bakışta bir ürperti meydana getiren, vakur bir hocayla karşılaştım. Kendimi takdim ettim. Hocaefendi’nin ismini duyunca Mecid Hoca’mızı tatlı bir telaş sardı, o dağ gibi bedeni adeta bir mum gibi eriyiverdi; artık karşımda hocasının hürmetiyle iki büklüm olmuş, pür edep bir talebe vardı. Hoca’mla devam eden 19 senelik beraberliğimiz müddetince gerek Ahmet Yaşar Hocaefendi’ye gerek Hacı İsmail Efendi’ye karşı bu hürmetli duruşu, “hâzâ edeb” hâli hiç değişmedi.
Hocamız ilk görüşmemizde bize, hocaya karşı hürmet ve tâzimin nasıl olması gerektiğini fiiliyle tâlim etmiş oldu.
Hürmet bir iddia değildir
Hoca’mızın eski kursta müstakil, küçük bir odası vardı. Eve gitmediği zamanlar orada kalır, istirahat edeceği zaman o odayı kullanırdı. İşte bu odayı, Hocaefendi’nin ismini duyunca; hocasına hürmeten, onun misafiri sayıldığımız için bize tahsis etti. “Bundan böyle bu oda, burada kaldığın müddetçe senindir.” buyurdu. Sadece hocaların kullandığı abdesthâneler vardı. “Sen de burayı kullan, dışarıda abdest alma.” diye tembihledi. Anladım ki, Mecid Hoca’mız Hocaefendi’ye çok büyük bir muhabbet ile bağlı, sadece hocasını değil; onunla alakalı olan her şeyi de seviyor. Elhamdülillah, biz de bu ulvî muhabbetten hissemizi alarak layık olmadığımız büyük bir iltifat ve lütfa mazhar olduk.
Böylece, hakiki sevginin duyageldiğimiz bir tezahürünü, Hoca’mızdan görerek tahkik eyledik.
Artık Mecid Hoca’mız, o yoğun mesaisi içerisinde bizimle ilgileniyor, bizi asla ihmal etmiyordu. Dersimizi diğer hocalara bırakmıyor, kendisi dinliyordu. Her sabah kahvaltıyı beraber yapıyorduk. Talebelere izin verdiği, benim kursta tek kaldığım günlerde; kursta benimle kalıyordu. Kursta beraber kaldığımız gün ve gecelerde bana çay demlemesini, domates soymasını, yumurta kırmasını öğretmişti. İzin günlerinin o güzel hatıralarını, hiç unutamam. Kursta kaldığım 3 ay boyunca bu özel ilgi, samimi ve içten yakınlık devam etti.
Mecid Hoca’mız bize; tekellüften uzak, samimi ilginin nasıl olmasını gerektiğini; muhabbet ve hürmetin, birkaç günlük bir ülfet değil; daimi bir iltifat ve gayret olduğunu hayatıyla talim buyurmuş oldu.
Kendinden değil hocalarından bahsederdi
Çok tatlı bir sohbeti vardı. Saatlerce otursan anlatacak sözleri bitmez, anlatmaya doymazdı. Hocalarını, onların üstün vasıflarını, okumak ve okutmak için çektikleri sıkıntıları, onlara layık talebeler olamadığımızı müteessir bir kalp ve müessir bir üslup ile anlatırdı.
Meclis dağıldığında zihinlerde iki şey kalırdı: Mecid Hoca’mızın mümtaz hocaları ve Mecid Hoca’mızın onlara karşı hissettiği büyük tâzim ve muhabbet. Bu sohbetlerde; ilmî şevkimiz, gayretimiz, ilim ehline karşı hürmetimiz tazelenirdi. Mecid Hoca’mız, hocalarını hiç unutmadığı, daima o güzel hatıralarla yaşadığı için tevazu, tazim ve hürmet onun daimi hâli ve fârik vasfı olmuştu.
Demek ki büyüklük, büyüklerle yaşamakmış. Büyükleri unutmadan yaşamakmış. Tevâzu da ancak bu şekilde hâsıl olurmuş. Düşünüyorum da; Hoca’mız ne kıymetli şeyler öğretmiş, ne güzel izler bırakmış…
Hizmet Allah celle celaluh’a kavuşturur
Hafızlığımı tamamladıktan sonra Mecid Hoca’mızı ziyarete gittim. Bizi kursta değil, evinde karşıladı. Yedirdi, içirdi, sayısız ikramlarda bulundu. Yemekten sonra bir ibrik, bir havlu alarak geldi. “Uzatın ellerinizi, ben dökeyim, siz yıkayın.” buyurdu. Ne dediysek ne ettiysek kâr etmedi. O suyu döktü, biz ellerimizi yıkadık. Havluyu uzattı, kurulandık. Oturduk, çay içmeye, hocamızın nasihatlerini dinlemeye başladık.
Duygulu bir ses tonuyla, nemli gözlerle bizlere Hacı Hasan Efendi’yle yaşadıkları şu hatırayı anlattı:
Ziyaretine gitmiştik. Bizlere bir sofra kurdu. Hem karnımızı hem gönlümüzü doyurdu. Yemekten sonra bir ibrikle geldi. Uzatın ellerinizi, ben su dökeyim, siz yıkayın, buyurdu. Ne dediysek fayda etmedi. O suyu döktü, biz ellerimizi yıkadık. Sonrasında; “Hizmetten geri durmayın. Hizmet, insanı küçültmez. İbadet, insanı cennete ulaştırır. Hizmet ise insanı Rabbi’ne kavuşturur. Siz ilim talebelerisiniz, size hizmet ibadet olur. Bugün ben size hizmet edeyim, yarın da sizler talebelerinize hizmet edersiniz.” buyurdu.
Ne güzel bir hatıra ne kıymetli bir ders… Anladık ki; ders vermek, satırları okutmak demek değilmiş. Zira talebeye ulaşan, kalplerde iz bırakan ders, hayatımızla tâlim edebildiklerimizmiş…
Mahşer gibiydi cenazesi
Ahmet Yaşar Efendi Hoca’mızın en mümtaz halifelerinden biri olan Mecid Ayvazoğlu Hoca’mız, 15 Ağustos 2019 Perşembe akşamı cümle sevenlerini boynu bükük ve yetim bırakarak irtihâl-i dâr-ı bekâ eylemiştir. Hayatı ile silinmeyecek izler bıraktığı gibi, unutulmayacak olan cenazesi ile de binlerce insanı bu satırlara şahit kılarak; özlediği, hasretini çektiği hocalarına, üstadlarına kavuşmuştur inşeAllah.
Hoca’mızın cenazesi gerçekten mahşer yeri gibiydi. Yer gök alabildiğince insan doluydu. Yollar, fındıklıklar, bahçeler, balkonlar, teraslar, pencereler; her yer tıka basa dolmuştu. Kuran-ı Kerim okunuyor, vaaz-u nasihatler yapılıyordu. Yer yer tahassür iniltileri, samimi iç çekmeler ve ağlama sesleri işitiliyordu.
Şehirden bu kadar uzak bir tepede, insanlardan mahfi yaşayıp, önündeki üç-beş talebeyle bir ömür geçiren; resmiyetten, ricâl-i devletten, her türlü şöhretten âzâde kalıp da bu sevgi seline mazhar olmak, aklın idrak edeceği bir şey değildi. O Mevlâ’yı sevmişti, onun dinine hizmet etmeyi, Allah için bir kelime olsun öğretmeyi sevmişti, Mevlâ da onu, kaçtığı, uzak durduğu, sakındığı kim varsa hepsine sevdirdi… Kendi hâlinde akan küçük bir dere gibiydi. Fakat bu küçük derenin setretmeye çalıştığı o büyük sırrı faş oldu, küçük sanılan derenin ne büyük bir okyanus olduğu cenazesinde zâhir oldu.
Hoca’mızın bize son nasihati bu oldu: “Samimi yaşayın, mahfi yaşayın, Mevlâ ile yaşayın. O hiç unutmaz sizi ve unutturmaz sizi.”
Hakikat mi rüya mı?
Hoca’mızın vefat ettiği gece, Mevlâ bir rüya lütfetti: Hoca’mı ziyarete gidiyorum, kapısında iri cüsseli iki kişi var. Kimseyi içeriye almıyorlar. Kalabalığı aşıp bu iki kişinin yanına geliyorum. “Efendim, ben Hoca’mla her zaman görüşürdüm, şimdi niçin engelleniyorum? Biliyorum, içeride birileri var, ben de girmek istiyorum.” diyorum. Bunun üzerine kapıdaki adamlardan biri bana “İçeride bulunan zâtların en ednâsı falan evliyadır. Daha aşağısı içeriye giremez. Bugüne kadar sizinleydi, bundan sonra onlarla olacak” deyiverdi.
Bu bir rüya değil hakikatti. Kişi sevdiği ile beraberdi. Onları sevdi, onlarla yaşadı, onların hasretini, özlemini duydu ömrü boyunca ve nihayetinde de sevdiklerine vâsıl oldu…
Ya Rabb! Hocalarımızı hakkıyla sevmeyi, bu sevgiyle yaşayıp rızan ile ölmeyi, Rasulullah sallellahu aleyhi ve sellem civarında hocalarımızla buluşup, ebedi saadete ermeyi bizlere nasip eyle!
Saadettin Parlak/ İrfanDunyamiz.com
KARADENİZ ÇEVRESİ İRFAN DÜNYAMIZ
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.