İstismar edilen bir veli Mevlana

Mevlânâ, kimilerine göre, insanlığı ve insânî duyguları temel alan bir hümanist; kimilerine göre, düşünceleri ile insanları etkileyen bir düşünür; kimilerine göre büyük bir felsefeci; kimilerine göre bir Moğol ajanı; kimilerine göre ise bir aşk abidesidir. Mevlana gibi insanlığa mâl olmuş şahsiyetler, yaşadıkları dönemlerde ve vefatlarından sonra, maalesef zaman zaman istismara açık bir hedef hâline geliyor.

Mevlânâ’yı insanların, bu kadar farklı değerlendirmeleri aslında yadırganacak bir şey değildir. Çünkü herkes onu baktığı pencereden, görebildiği kadarıyla değerlendirmeyi tercih ediyor. Bu da insanları birçok “Mevlânâ Modeli” ile karşı karşıya bırakıyor. Peki, bütün bu modeller arasında gerçek Mevlana hangisidir?

İslam erenidir

Mevlânâ birilerin iddia ettiği gibi ne bir hümanist ne de sadece bir filozoftur. O, gönüllere şifa sunan iman nurunun kılavuzluğunda İslâm’ın ve tasavvufun özünü iyi kavramış, insanlığın rehberi, aşk ehli bir sûfîdir.1 Mevlânâ dünyada Müslümanların hepsinin yerine getirmesi gereken uyarı ve irşâd görevlerini eksiksiz yerine getiren, gönüllere hitap eden, bir gönül doktorudur.

Yoksa “Efendim, ne olursan ol gel” diyerek herkesi inanç ve ahlâk konusundaki yanlışlıkları ile kabul eden birisi değildir. O, bu mesajı ile esas kurtuluş yolunun İslâm dairesinde olduğunu belirtmek istemiştir. Hatalardan dönülmesinin bir erdem olduğunu vurgulamak için bu ve benzeri sözleri dile getirmiştir.2 Bu yönüyle Mevlânâ, İslâm’ın mesajını bütün insanlığa ulaştıran, Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in kurtuluş reçetesini bütün dünyaya tanıtan bir isim olmuştur.3

Mevlânâ, bütün yönleri ile anlaşıldığı ve anlatıldığı zaman etkinliğini daha da artıracak bir kimsedir. Bu yüzden onun sadece hoşgörü fikri ve insanı temel alan yönleri değil, asırları aşan imanı, Kur’an’a ve Sünnet’e olan bağlılığı, aşk boyutu, ilmî birikimi ve daha birçok yönü düşünülerek değerlendirilmelidir. Bu tür bir değerlendirme hem onu daha iyi anlamamızı sağlayacak, hem de kargaşalar içerisinde bocalayan insanların gönüllerini ferahlatacak mesajları daha da etkili olacaktır. 

Ehl-i sünnettir

Mevlânâ, her şeyden önce, bir olan Allah Teâlâ’ya şeksiz ve şüphesiz iman eden, O’nun kulu ve Resulü olan Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’i kendisine peygamber olarak benimseyen, Ehl-i Sünnet itikadına sıkı sıkıya bağlı, İslâm’ın temel inançlarının hiçbirisinden asla taviz vermeyen ve bu inancını her platformda cesurca dile getiren son derece güçlü bir imana sahip kâmil bir mümindir.

O, bu inancını, “Ben yaşadığım sürece Kur’ân’ın hizmetkârıyım. Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in ayağının tozuyum. Kim bundan başka benden bir söz aktarırsa, o kişiden de, o sözden de şikâyetçiğim” sözü ile teyit etmiştir.4 Çok net ifadelerle, Mevlânâ, bütün ömrünün özetini bu şekilde sunmaktadır.

O, Kur’an’a ve Sünnet’e ömrünü adayan, tasavvufun ana hedeflerinden biri olan kâmil mü’minlik makamına ulaşmış, bir müslümandır. Onun eserleri incelendiğinde, bütün sisteminin merkezinde “tevhîd” anlayışının olduğu görülecektir. Allah Teâlâ’nın varlığı, birliği, Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in O’nun kulu ve elçisi olduğu, İslâm’ın en son ve en mükemmel din olduğu gerçeği ve Kur’an’ın, insanlığın kurtuluş reçetesi olan ilâhî kitap olduğu hakîkatinin sürekli vurgulandığı açıkça müşâhede edilecektir.

Bu yönüyle birçok farklı din mensuplarının dikkatini çeken Mevlânâ, onlardan daha önce İslâm dünyasının ilgisini üzerine çekmesi gereken bir insandır.5 Çünkü onun evrensel mesajlarına hayat veren kanallar hep, tevhîd inancına sahip biri olmasından ve tevhîdin ana kaynakları olan Kur’an ve Sünnet’le beslenmesinden neşv ü nemâ bulmaktadır.

İlim ehlidir

Mevlânâ babasından itibaren dizinin dibinde yetiştiği bütün âlimlerden azami derecede istifade etmiş, çok zeki ve başarılı bir öğrencilik döneminin ardından ilimde yüksek mertebeye ulaşmış, bilgisini sağlam temeller üzerine inşa etmiş büyük bir âlimdir. Bu ilmînin ağırlığını, devasa eseri Mesnevî-i Şerif’e bakarak rahatça idrak edebiliriz.

Bu esere gelinceye kadar “mesnevî” iki mısra hâlinde yazılan her türlü şiire verilen bir isimdir. Ama mesnevî onunla çok farklı bir anlam kazanmıştır. Çünkü onun yirmi altı bin beyt civarındaki hacimli mesnevîsi, mesnevî denilince akla ilk gelen muazzam bir eser olmuştur. Sadece bu eseri bile göz önüne alınsa, onun ilmî derinliğini anlatmak için yeterli olacaktır. Bu eseri ile birlikte, Fihî mâ fîh ve Divân-ı Kebîr gibi diğer eserleri de göz önünde bulundurulunca onun ilmine olan hayranlığımız daha da artacaktır.6

Bu hayranlık, tarih içerisinde öyle bir noktaya ulaşmıştır ki Hazretin Mesnevî’sinde, Fihî mâ fîh’inde ve Divân-ı Kebîr’inde ortaya koyduğu İslâmî ilimlere olan hâkimiyeti gerçekten hayranlık uyandırmaktadır.7 Bu eserlerine baktığımızda, sadece şiirdeki kudretini değil, Tefsir, Hadîs, Tasavvuf, Tarih gibi birçok ilim dalındaki seviyesini de müşahede etme imkânı bulabiliriz.

Öncü şahsiyettir

O, topluma yön veren, toplumun her kesimini kucaklayan, kapısını ümitsizlik kapısı olarak görmeyen, bütün insanlığın kurtuluşu için uğraşan bir sosyologdur adeta. Devrinin süper gücü Selçuklu Devleti’nin birçok yöneticisini tesiri altına alan, vefat ettiği zaman cenazesini farklı din mensuplarının dahi paylaşamadığı, toplumu birleştirici bir unsurdur.

Bu tesirine çok büyük bir katkı sağlayan özelliklerinden biri de şüphesiz ki, onun, olayları aktarışındaki üslup ve tarzıdır. Vermek istediği mesajı öyle bir tasvir ve betimleme ile okuyucusuna veya dinleyicisine sunmaktadır ki, bu tasvir ve betimleme muhatabını hayatı boyunca etkileyen bir mesaj olarak hafızalarda yer edinmektedir.

Herkes hikâye, menkıbe ve birçok tarihi olay anlatmaktadır ama onunki gibi bir anlatıma ulaşmak pek mümkün olmamaktadır. O, öyle bir anlatmış ki, yirmi altı binden fazla olan Mesnevî’sini ezberleyen nice Mesnevîhanlar çıkmıştır. Bu da tarihte çok az kitaba ve yazara nasip olan bir durumdur.8

Aşk ehlidir

Mevlânâ, kişinin psikolojik özelliklerini çok iyi tanıyan, zaaflarını ve hırslarını tespitte emsalsiz bir konuma sahip, günümüz ifadesi ile bir maharetli bir psikologdur. İnsanlar arasında bu kadar etkili bir yer edinmesinin arkasında yatan en önemli etmenlerden biri de budur. Ömrünü insanların bu zaaflarını tedavi için geçiren Mevlânâ, kendisine gelen herkese iyilik anlamında bir şeyler sunabilen bir gönül insanıdır.

Bu tespit ve tedavi yöntemlerini Mevlânâ tasavvufun ince sırlarına vâkıf bir sûfî olarak gerçekleştirmiştir. Devletin zirvesinden dağdaki çobana kadar halkın her kesimine hitap eden Mevlânâ, bütün insanların ortak derdi olan, nefsin ıslahı için çaba ve gayret gösteren, “Nefsini bilen Rabbini bilir9 anlayışı ile hareket eden, hararetli bir derviştir.

O, öyle bir derviştir ki, aynı zamanda hem mürîd hem de mürşid olmuştur.10 Şems-i Tebrizî onun hem mürşidi hem müridi, Mevlânâ, Şems-i Tebrizi’nin hem müridi hem mürşidi olmuştur.11 Daha önce Seyyid Burhâneddîn’in (ö. 638/1241) manevî terbiyesi altında başladığı manevî eğitimini öyle bir noktaya getirmiştir ki artık tabir-i caizse aşk çağlayanı olmuştur.

O, âşıkların piri olarak anılmayı hak etmiş, Allah’a, Resulüne, İslâm’a, Kur’ân’a, Müslümanlara, bütün, insanlara, bitkilere, hayvanlara aşk nazarı ile bakabilen aşk âbidesi bir şahsiyettir. Onun, aşk anlayışı, temelde Allah aşkına dayandığı için o bütün varlık ve kâinata ilahi aşk nazarı ile bakmıştır.12 Çünkü Mevlânâ, “Yaratılanı yaratandan ötürü sevmeyi” kendisine şiâr edinen Yunus Emre’nin (ö.720/1320-1321) gözüyle kâinata bakmaktadır. Seyyid Burhâneddin, Şems-i Tebrizî, Sadreddin-i Konevî, Yunus Emre ve daha ismi zikredilmeyen binlercesi onun aşk çemberi içerisinde eriyen kişiler olmuştur.13

Dr. Fatih Çınar/ İrfanDunyamiz.com

DİPNOTLAR

1 Burhan Yılmaz, Bilinmeyen Mevlana, (İstanbul: Kozmik Kitaplar, 2005), 141-151.
2 Ali Akpınar, Mevlana Gözüyle Kur’ân’a Bakış, (İstanbul: Nasihat Yayınları, 2007), 1-219.
3 Hüseyin Vassaf, Sefîne-i Evliyâ, haz. Mehmet Akkuş, Ali Yılmaz, (İstanbul: Kitabevi, 2006), 1/357–421.
4 Emine Yeniterzi, Mevlana Celâleddin Rûmî, (Ankara: TDV Yayınları, 1997), 1-213; Sahih Ahmed Dede, Mevlevîlerin Tarihi, haz: Cem Zorlu, (İstanbul: İnsan Yayınları, 2003), 47-349.
5 Osman Nûri Küçük, Mevlânâ ve İktidar, (Konya: Rûmî Yayınları, 2007), 11-141.
6 Mevlana Celâleddin Rûmî, Mesnevî-i Şerif, ter. Süleyman Nahifî, haz. Âmil Çelebioğlu, (İstanbul: Timaş Yayınları, 2007).
7 Tahirü’l-Mevlevî, Mesnevî Şerhi, (İstanbul: 1971), 6/46-47.
8 Bu anlamda, son yüzyıldaki Mevlevî tekkeleri ve fonksiyonları için bkz; Sezai Küçük, Mevlevîliğin Son Yüzyılı, (İstanbul: Vefa Yayınları, 2007), 44-377.
9 Ahmet Ögke, Kur’ân’da Nefs Kavramı, (İstanbul: İnsan Yayınları, 1997), 72.
10 O. Nûri Küçük, Mevlana’nın Tasavvufî Görüşleri, (Konya: Rûmî Yayınları, 2007), 12-175.
11 Bayram Ali Çetinkaya, Şems-Mevlana Dostluğu, (İstanbul: İnsan Yayınları, 2007), 63-75.
12 Tahir Taner, Mevlana Öldü mü?, (İstanbul: Kaynak Yayınları, 2004), 11-12.
13 Safi Arpaguş, Mevlana ve İslâm, (İstanbul: Vefa Yayınları, 2007), 73–244.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Mehmet Feyzi Efendi farklı bir zattı…

İmam hatipte okurken yaz tatillerinde İstanbul gibi manevi üstadların bol olduğu bir şehirde birçok güzel …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.