Nazarın böylesini duymadım…

Kaynarca‘daki evimizde otururken, babacığım bana memleketten kestane balı göndermişti. Kestane balı çok şifalı, çok faydalı, çok güzel bir baldır. Fakat fazla yendiğinde insanı bayar, yani zararlı yönleri de vardır. Bir sabah baktım geç kalacağım, kahvaltı yapmadım, bir kaşık kestane balı yedim ve o şekilde okuluma gittim. Yazın güneşli bir havaydı. Okula vardım, dersimiz blok dersti yani iki saat üst üste Arapça dersiydi. Ders başladı, hoca tam derse devam ederken şöyle bir baktım, hava kararmaya başladı. Yani güneşi göremiyorum, artık yanımdaki arkadaşıma döndüm; “Yahu güneş mi tutuldu, niye güneş göremiyoruz?” dedim.

Arkadaşım sessizce; “Sen delirdin mi? Güneş ne güzel aydınlatıyor. Senin kafan iyi mi?” dedi. Kestane balının beni çarptığını başımın dönmeye başladığını anladım. Yerimden yavaşça kalktım sallanarak kürsüye ders hocasının yanına vardım, kulağına eğilerek; “Hocam evden gelirken bir kaşık kestane balı almıştım, herhalde beni çarptı neredeyse bayılacağım, başım dönüyor ben dersten müsaadenizle çıkıyorum” dedim. Karadeniz kestane balının ne kadar etkili olduğunu yaşayarak bizzat öğrenmiş oldum. Hocamın söylediklerini yaptım, mescitte dinlendikten sonra kendime geldim, tekrar dersime döndüm hamdolsun.

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı rustem-kilic-kimdir-kac-yasindadir-nerrlidir-biyografisi.jpg

Gizemli bir hatıra

Şimdi de size o günlerden gizemli bir hadise anlatacağım; bunu merhum Hacı Ahmet Ok Abi’den bizzat dinlemiştim. Ahmet Abi’nin kütüphanesinin en üstünde, dünya üzerinde gezerken topladığı değişik objeler vardı. Onları herkesin göreceği şekilde güzelce dizmişti. Biz de bazen hayranlıkla bakardık. Bu objeler içinde çok görkemli bir cam vazosu vardı.

Bir gün kız kardeşi mescitte otururken vazoyu görünce; “Abi ne kadar güzelmiş, bunu bana hediye et. Bana ver ne olur, çok beğendim” demiş. Ahmet Abi; “Hayır bacım onu ben hiç kimseye veremem, onu bana falanca kimse hediye etti, vazoyu görünce onu hatırlıyorum” demiş. Kız kardeşi; “Ben de onu şimdi nazarlayım da gör” demiş. Vazo olduğu yerde sallanmaya başlamış ve olduğu yerden yere düşerek paramparça olup kırılmış. Yani buradaki olay nazarın ne kadar gerçek olduğunu gösteriyor.

Bilim adamlarına saygısızlık etmek istemem ama şunları söylemek istiyorum. “Nazar” Arapça bir kelimedir ve anlamı “bakış” demektir. Kur’an-ı Kerim’de ve Peygamber Efendimiz’in hadisi şeriflerinde konuyla ilgili bilgiler mevcuttur. Ben ayet ve hadis-i şerifleri nakletmeyeceğim ama müsaadenizle kendimce bir izah yapmaya çalışacağım.

Beynimizden çıkan enerji, göz vasıtası ile çok hızlı bir şekilde baktığımız bir şeye isabet eder. Bakış iki şekilde olur; ya olumlu bir bakışla, pozitif enerjiyle bakıp karşıdaki şeye isabettir. Ya da olumsuz bir bakıştır ki negatif enerjiyle bakıp kötü bir tesir bırakmaktır. Allah dostu kişiler, veliler, evliyalar, şeyhler karşısında duran kişiye baktıklarında, o kişiyi olumlu, güzel bir şekilde etkileyerek onun bütün gidişatını yolunu düzeltmesine ve iyi bir insan olmasına bakışlarıyla yardımcı olurlar. Bu olumlu nazara örnektir.  

Bazı insanlar ise beynindeki olumsuz enerjiyi, kıskançlıkla, hasetle; “Onda var bende niye yok, o güzel ben niye değilim, o yapıyor ben niye yapamıyorum” diyerek çeşitli bahanelerle, çeşitli sebeplerle karşıya yansıtır. Bu şekilde gözündeki enerjiyi göndererek karşısındakini zorlayabilir, etkileyebilir. Bakışlar insandan insana değişebilir. Bazı insanların beynindeki olumsuz enerji daha kuvvetlidir. Hatta bazı durumlarda insanların ya da hayvanların ölümüne bile sebep olabilir.

Rahmetli babam anlatmıştı; bir gün çok güzel, iri, sarı bir dişi inek satın almış ve yolda yürürken köyümüzden birisi hayvanı görmüş ve “Vay be Mustafa sen bu hayvanı nereden, kimden aldın? Ne kadar güzel bir hayvanmış, ne kadar iri… Bunu nereye götürüyorsun, kim alacak?” diye sormasına kalmamış hayvan olduğu yerde ayağı kayıp düşmüş, tepinerek ağzından köpükler gelerek, gözleri fal taşı gibi açılarak oracıkta can vermiş. Bizzat babam yaşamış bunu ve bize; “O adamdan korkun, onun yanından geçerken yüzüne bakmayın” diye vasiyet ederdi.

Herkesin nazarla ilgili bir çok hatırası vardır elbette. Bizim de bu ve buna benzer bir çok tecrübemiz oldu. Bunca yaşanmış tecrübe varken, ben nazardan sakınmayanlara şaşırıyorum. Nazar ineği deviriyorsa, insanı da devirebilir; Allah muhafaza… Nazar konusunda tedbir almak lazım. Başta Ayete’l Kürsi’yi, İhlas, Felak ve Nas surelerini dilden düşürmemek gerekir. Fatiha Suresi’ni de namaz dışında da bol bol okumakta fayda var. Allah Teala cümlesini nazardan ve haset bakışlardan muhafaza etsin.

Yavuz nerede?

Bir de biraz heyecanlı bir hatıramı anlatmak istiyorum. Kaynarcada oturduğum evin bahçesinin orta yerinde bodrum katı yapılmış metruk bir bina vardı. Bu binanın 2,5 metre boyunda suyla dolu bir kuyu vardı. Üzerinde beton bir kapak olurdu. Ayşe Ablam Giresun’da fındık bahçeleri olan birisiydi. Onları toplayıp sıla-ı rahim yapıp, gezip dolaştıktan sonra, tekrar Kaynarca’ya dönmüş o bahsettiğim metruk binanın önünde oturmuş, torunu ile beraber oynuyordu. 

Ben de okuldan yeni gelmiştim. Ayşe Abla’yı o bahsettiğin binanın yanında otururken görünce, kendisine selam verip “hoş geldin” demek için yanına saptım. Hal hatır sorup konuşmaya başladık. Biz binanın kenarında arkamız dönük olarak oturuyorduk. Torunu Yavuz ise arkamızda koşup oynuyordu. Bir ara çocuğun sesi sedası kesildi. Ayşe Abla “Hani hani? Yavuz nereye gitti? Görünmüyor, acaba eve mi gitti?” dedi.

Ben hemen bir refleksle kalkıp binanın etrafını kolaçan ettim. Baktım çocuk gözükmüyor. Kuyunun kapağı açıktı; acaba dedim suya mı düştü? Eğildim suya baktığımda, suda bir dalgalanma gördüm. Hiç tereddüt etmeden üstümle başımla suya daldım. İçerisi karanlıktı, gözümü yumup suya dalarak, suyun her tarafına ellerimi uzatarak yoklayıp, dolaşmaya başladım.

Çocuğun elbisesi elime geldi, hemen yakaladım. Çocuğu suyun yüzüne çıkartarak çabucak kuyudan çıkartıp, ters çevirerek sırtına vurup, yuttuğu suları tekrar dışarı çıkardım, nefes almasını sağlamaya çalıştım. Ayşe Abla yerinden kalkıp daha ne olduğunu anlamadan, ben çocuğu yakalayıp su kuyusundan, daha doğrusu binanın içindeki o kör yerden çıkartıp, çocuğu ters çevirerek yuttuğu suları sırtına vurup, boğazından çıkarmaya çalıştım, nefes alması için gayret ettim.

Çocuk baktım öksürmeye başladı… Nefes aldığını görünce, Allah’a bir kere daha şükrettim. Ayşe Ablam da ağlayarak çocuğa sarıldı. “Yavrum sen nasıl bir anda kaybolup oraya düştün” diye feryat etmeye başladı. Hamdolsun çocuk sağ salimdi, ölümden kurtulmuştu.

Rüstem Kılıç/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.