Nükteler her şeyi anlatır…

İnce anlamlı, düşündürücü, latifeli kısa sözlere nükte deniyor. Az sözle çok şeyler anlatmak isteyenler için nükteler biçilmiş kaftan. Belki de bu yüzden bizim kültürümüzde nüktelere çok önem verilmiş. İşte size halk arasında anlatılan bir demet nükte.

Deneme yanılma

Deneme yanılmayla projeler üretmek onarılmaz sonuçlara sebebiyet verir, bir çok mağduriyetler meydana getirir. Masa başında üretilen, insana dokunmayan her projenin sonu kadüktür, problemlidir. Tıpkı şu nüktedeki gibi… Koyunun biri kafasını küpün içine sokmuş. Uğraşmışlar, çıkaramamışlar. Temel demiş ki: “Koyunun boynunu kesin.” Kesmişler. Koyunun gövdesi yerde, kelle küpün içinde. Bunun üzerine Temel, “Öyleyse küpü kırın” demiş.

Yağmur duası

Bir köyde yağmur yağmıyor, kuraklık kasıp kavuruyormuş. Her gün yağmur duasına çıkıyorlar ama nafile. Derken Salih bir zatı önermişler, duası makbuldür diye davet etmişler. Salih kişiyle yağmur duasına çıkmışlar. Ama yine tek damla yok. Dua devam ediyor. Dayanamayıp salih kişiye sormuşlar. “Hocam, niye yağmıyor, abdestimiz var, inancımız da tam.” Salih zat şu muhteşem cevabı vermiş: “İnancınız tam mı? Haydi oradan! İnancınız tam olsaydı, duaya şemsiyeyle gelirdiniz. Birinizde bile şemsiye yok.”

Çizmeyi aşma

Ressamın birisi çizmeli bir adam resmi çizmiş. Sonra kunduracı birisinden çizdiği resimdeki çizmeyi tahlil etmesini istemiş. Kunduracı çizmedeki hataları doğruları söyledikten sonra pantolonda da şu hatalar var derken ressam müdahale etmiş; “Hoop demiş, çizmeyi aşma!”

Tilki

Tilkinin biri, gün doğarken gölgesine baktı; ”Öğlene bir deve yiyeceğim bugün” dedi. Ve bütün sabah deve arayarak dolaştı durdu. Öğle vakti gölgesini bir kez daha görünce dedi ki: “Fare de olsa yeter bana.'” Tilki gibi yüksekten uçmamalı…

İki koç

İki tane koç tokuşuyormuş, tokuşurlarken boynuzlarının dibinden kan çıkıyormuş. Tilki de gelip kanayan boynuzların kanını yalıyormuş. Kaostan, kavgadan yararlananlara fırsat vermemek, münafıklara karşı dikkatli olmak gerekli…

Profesörler

Bir grup profesör uçağa binince; Bu uçağı kim yaptı, diye sormuşlar. Sizin yetiştirdiğiniz öğrenciler, denmiş. Uçak düşer korkusuyla biri hariç hepsi kalkıp çıkmış. Ona; “Sen korkmuyor musun” demişler, “Hayır” demiş; “Bunu uzaktan eğitim gören öğrenciler yaptı, uçak zaten kalkamaz.”

Yaşlı adam

Yaşlı bir adam aniden hastalanır, hastaneye kaldırılır. Oksijen tüpüne bağlanır. Beş günlük tedaviden sonra iyi olur. Taburcu olurken beş bin liralık fatura çıkarılır. Ne yaptınız da bu kadar para istiyorsunuz diye sorar. Beş gün oksijen verildiği söylenince ağlamaya başlar. Üzülme, paran yoksa taksitle ödersin, denince şu cevabı verir. “Param var, borcumu öderim. Ödeyemeyeceğim için ağlamıyorum. Siz benden beş günlük oksijen için beş bin lira istiyorsunuz. Rabbim bana yetmiş beş yıldır oksijen veriyor. Ben bunun hesabını nasıl ödeyeceğim diye ağlıyorum.”

Serçe

Serçe yemlenirken bakmış sarıklı Cübbeli bir adam geliyor. “Yemeye devam edeyim, ondan bana zarar gelmez” demiş. Serçenin üzerine gelen adam ayağıyla serçeye vurmuş, kuşun kanadını kırmış. Olay kadıya intikal etmiş. Kadı adama kısasla senin kolunu kıracağız diye hüküm verince serçe; “Hayır istemez demiş, giydiği hoca kıyafetini ona yasaklayın ki başka kuşlar kıyafetine güvenip de zayi olmasınlar.”

Dilenci

Dilencinin birisi vapurda giderken denize düşmüş. Oradakilerden birisi elini uzatarak “ver” demiş. Dilenci bir türlü elini vermiyormuş. Üç dört kez ver diyerek elini uzatmış ama sonuç alamamış. O arada olayı seyreden birisi olaya müdahele etmiş. “Kardeşim o adam kırk yıldır dilenerek sürekli almış, vermeye alışmamış. Sen ver dedikçe veremiyor elini. Al de bakalım na pacak?” demiş. Cankurtaran bu sefer, “Al elimi!” demiş. Dilenci, al ifadesini duyunca adamın elini hemen tutmuş.” Ve kurtulmuş. Sözün özü insan alışmadığı şeyleri yapmakta zorlanır.

Denizaltı

Bir gün içinde askerlerin olduğu denizaltı dibe doğru batmaya başlar. Dışarıda kurtarma çalışmaları devam ederken içeride yaklaşan ölümün sıcak nefesi ruhsal bunalımları/ teslimiyetleri artırmaktadır. Tam bu sırada askerlerden biri kumandanına doğru yönelerek; “Bizi denizin dibine doğru çeken nedir biliyor musunuz komutanım?” der ve şöyle devam eder:-“Köyümüzde evimizin yakınında büyükçe su birikintisi vardı. O birikintide vakvaklayan bir kurbağayı tüfeğimle vurdum. Kurbağa geride kan izleri bırakarak batmaya başladı. Batan o kurbağa yok mu komutanım, işte bizi batıran o kurbağa…”

İnce çubuk

Lokman hakîm kırk tane ince çubuğu bir araya getirip bağlamış, evlatlarına; “Haydi kırın bunu!” demiş. Uğraşmışlar, kıramamışlar. İpi çözmüş, hepsini tek tek kırmışlar. Bunun üzerine şöyle demiş: “Hepiniz birleşirseniz, bir arada bağlı çöpler gibi kuvvetli olursunuz, eğer ayrılırsanız tek çöp gibi zayıf olur, çarçabuk yenilirsiniz.”

Kibir ve şöhret

Bir sinek, eşek sidiğinin üzerinde gezinen bir saman çöpünün üstüne kondu ve bir gemi kaptanı gibi başını yukarı doğru kaldırdı ve şöyle meydan okudu: “Ben bu denizin ve gemiciliğin mektebinde okumuş, bu işe ömrümü vermişim. İşte deniz, işte gemi, işte kaptan…” Ey insan ne olduğunu sanırsın.

Sami Büyükkaynak/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Yüz yüze iletişimde on altın kural…

Yüz yüze iletişim; doğrudan, aracısız bir iletişimdir. Bu iletişim iki kişi arasında olabileceği gibi, bir …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.