İkindi vaktinden sonra gün artık yavaş yavaş kararmaya başlayınca gönlüme bir hüzün çökmeye başlar. “Günün sonuna geldik” galiba derken, ömrümün sonu aklıma gelir. Zamanın kıymeti gözümde birden bire artmaya başlar. Günler, saatler, dakikalar derken saniyeleri bile boşa harcayınca insanın içini bir üzüntü kaplamaya başlar.
“Ne yapsam, nasıl etsem de zamanımı boşa öldürmesem?” demeye başlıyorsunuz bundan sonra. İşte böyle bir günde yaşlıların, gariplerin, hastaların mekânı olan hastaneler, huzurevleri aklıma geldi. Huzurevine giderek oradaki yaşlı ve garip insanları ziyaret etmek, onlarla sohbet ederek onları mutlu etmeye karar verdim.
Huzurevine gitmeli
Huzurevine gitmek için otobüs durağına doğru giderken evinin önünde oturan yaşlı bir teyze gördüm, selam verdim. Selamıma öyle bir karşılık verdi ki, selam vermemin yaşlı kadıncağızı çok sevindirdiğini anladım. “Yavrum kimse bizi insan yerine koymuyor. Beni tanımadığın halde bana selam vermen çok hoşuma gitti, beni çok sevindirdin.”
Teyzenin halini hatırını sordum, derken teyzeyle 10-15 dakika sohbet ettik. Teyze bir dokun bin ah işit misali dert küpü olmuş meğer. İlerlemiş yaşına rağmen aklı başında, hafızası mükemmeldi fakat yürümekte biraz zorluk çektiğini söylüyordu. 10 çocuğunu ne zorluklarla büyüttüğünü anlattı ve anlattıkça başladı ağlamaya…
“Teyze niçin ağlıyorsun?” diye sorduğumda, “10 tane çocuk büyüttüm fakat benim çocuklarımın saray gibi evlerine sığamaz oldum. Ellerden utandıklarından beni kapıya atamıyorlar, utanmasalar onu da yapacaklar. 29 gün birinin evinde kalıyorum, gün bitince çamaşırlarımı toplayıp çantama, ilaçlarımı da poşete koyup elime veriyor ve birbirlerine telefon ediyorlar: “Benim günüm bitti, gelip sen al götür” diye. Karşıdaki eğer: “Bu gece de sende kalsın, yarın sabah gelip alırım” derse aralarında tartışma çıkıyor ve o anda onların söyledikleri sözler gönlüme ok gibi giriyor.
Geçenlerde büyük oğlumun yanındaydım, bu tartışmanın aynısı oğlumla kızım arasında oldu. Eğer bu tartışma gelinler arasında olsa; “Ne de olsa elkızı“ der kendimi teskin ederim, fakat 9 ay karnımda taşıdığım ve ne zorluklarla büyüttüğüm kendi evlatlarım benim bakımım için tartıştıklarında kahroluyorum. Başını ağrıttımsa kusuruma bakma, eğer müsaade edersen sana ilginç bir günümü anlatmak istiyorum.”
“Buyurun anlatın, siz anlattıkça memnuniyetle dinliyor, acaba bizler nelerle karşılaşacağız?” diye hayallere dalıyorum. Teyze benim memnun olduğumu duyunca anlatmaya başladı:
Ne zorluklar çekmiş
“Sana ilk çocuğumu nasıl dünyaya getirdiğimi kısaca anlatayım. Doğuma yakın, sancıların yavaş yavaş başladığı zamanlardı. Mevsim yazdı ve biz de orakla tarlaları biçiyorduk. Kocam sabah erkenden öküzleri arabaya koşmuştu. O kağnı arabası ile giderken ben de evde ne varsa az çok yemek pişirip heybeye koymuş, yürüyerek 1,5 saatte tarlaya gitmiştim. Akşama kadar hamile halimle orakla tarla biçtim. Hararetten dudaklarım çatlamıştı.
Akşama doğru iyice bir halsizlik başlamış, bir yandan da ağrılarım çoğalmıştı. Merhametli bir insan olan kocam bana: “Bu kadar yeter, haydi seni köye geri götüreyim” dedi. Kimsemiz yoktu bir an evvel tarlayı bitirmek istiyordum, fakat gücüm de kalmamıştı. Kocamın teklifini kabul ederek öküzlerin arabasına oturdum. 15-20 dakika yol gitmiştik ki rahatsızlığım daha da artmaya başladı, arabanın üzerine uzandım. Akşam rüzgârları da yavaş yavaş esmeye başlamıştı. Kocam ceketini çıkarıp üzerime örttü. Eve gelinceye kadar sancılarım da iyiden iyiye artmıştı.
Köyümüzde şimdiki gibi doktor, hemşire, ebe vs. olmadığından eve geldiğimiz zaman kocam, bu işlerle ilgilenen ve “doktor ana” diye çağrılan Hatice teyzeyi eve çağırdı ve onun yardımı ile ilk çocuğum dünyaya geldi. Evimizde bırakın çamaşır makinası, buzdolabı olmasını tuvalet, banyo, hatta elektrik ve su bile yoktu, yani aklına gelebilecek, şu an herkesin evinde bulunan şeylerin hiçbirisi yoktu.
Zavallı eşim biraz odun ve tezek getirdi, tandırı yakarak eski bakır kaba patates koydu. Onlar pişinceye kadar da suyun içine şeker tozu dökerek şerbet yaptı, içine ekmek doğradı ve beraber onu yiyerek açlığımızı biraz giderdik.
Evlatlarımı büyütürken onlara ayakkabı alamadığımızdan lastik giyerlerdi. Büyüklerin elbiselerini küçüklerin giyeceği şekilde ayarlardık, onlar da o elbiselerle idare ederlerdi. Şimdi bütün çocuklarımın lüks evleri, otomobilleri, bol kazançları var, her yönden durumları iyi de huzurlarını kaçıran bir yaramaz anaları var. Allah celle celaluh canımı alsa da onlar da kurtulsa ben de kurtulsam.”
Yine de sabır
Teyze bu cümlelerle sözlerini bitirdi ve ellerini yüzüne kapattı. Biraz sonra ise: “Yanlış mı söyledim, yoksa isyan mı ettim? Hata ettimse Rabbim beni affetsin” dedi.
Teyzeyi teskin etmek istedim: “Sabırlı ol demek kolay, sabretmek zordur; fakat sen yine de sabret teyze. Sonuç güzel olur inşâallah.”
Söz buraya gelmişken Ankebût Sûresi 8. âyete bakalım: “Biz, insana, anne-babasına iyilik etmesini emrettik. Şayet onlar seni, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, bu takdirde onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak bana olacaktır ve ben yapmakta olduklarınızı size haber vereceğim.”
Allah celle celaluh âyet-i kerimede; anne-babanın kendisine karşı şirk koşulması isteği dışındaki talepleri çocukları tarafından yapılmalı, fakat bunu isteyen anne-babaya bile iyi davranılmalı buyuruyor.
İşte budur Müslüman! Müslüman dediğin hakkı duyar ve hemen doğruya uyar. Çünkü imanlı insanın görevi dünyayı imar etmek yani şerre fren, hayra motor olmaktır.
Geylani Akan/ İrfanDunyamiz.com