Sen de mi Müslümcüsün hocam?

Derste sürekli konuşan ve ayağa kalkan bir öğrencim vardı. Uyarılarımızın tesir etmediğini gözlemliyordum. Bütün öğretmen arkadaşlar ondan çok şikâyetçiydi. Dersi hiçbir şekilde dinlemiyor ve konsantre olamıyordu. Bir gün Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinde; “Hocam, bir Müslüm Gürses şarkısı söyleyebilir miyim?” dedi. Ben de; “Ooo Müslüm’ü çok severim!” dedim. “Sen de mi Müslümcüsün Hocam?” dedi. “Tabi ki Müslümcüyüm” dedim ve şarkı söylemesine izin verdim. Özellikle de tahtaya çıkıp söylemesini istedim çünkü başka bir vesileyle tahtaya çıkan bir öğrenci değildi. Şarkısını söyledikten sonra kendisini tebrik ettim ve şarkısını çok beğendiğimi söyledim.  

Artık öğrencim her hafta dersin başında yanıma geliyor ve bir şarkı söylemek istediğini söylüyordu. Ben de; “Sözlerinde dinimize uygun olmayan ya da ayıp olan bir şey yoksa söyle” diyordum. Diğer haftalarda genellikle rap tarzı şarkılar söyledi. Bazen de ilahi söylemesini rica ediyordum, beni kırmıyordu. Onu genelde dışlayan arkadaşları artık her hafta onu alkışlıyorlardı. O artık tahtaya çıkmanın ve alkış almanın tadını almıştı. Bir müddet sonra öğrencimizin uslu uslu ders dinlediğine şahit olduk. Uyumsuz davranışları teker teker düzeldi.

Belki çok iddialı veya çok başarılı bir öğretmen sayılmam. Ama yaşadıklarımdan kendime bir tecrübe çıkartmaya çalışırım. Ne zaman dikkat çekmeye çalışan ya da yaramazlık yapan bir öğrenci görsem onun ilgi istediğini anlarım. Öğrencilerin dili çok farklıdır. “Hocam bir şarkı söyleyebilir miyim” demek aslında “Hocam sevgi istiyorum” demektir. Onun için yerine göre derste şarkı söylettiğimiz de halay çektirdiğimiz de olmuştur.

Bu yazıda sizlerle bu anlattıklarıma benzer bazı eğitimle ilgili hatıralarımı paylaşmak istiyorum. Belki okuyucularımız arasında öğretmen olmak isteyenler ya da genç öğretmenler vardır. Kim bilir belki birilerine faydalı olabilir anlattıklarım…

Sekizinci sınıfta okuyan yaşıtlarından büyük iriyarı bir öğrencim vardı. Bir öğretmen arkadaşım dedi ki; “Hocam bu öğrenci sadece sizin derste akıllı duruyormuş. Bir rica etseniz de bizim derste de akıllı dursa.” (Kendime pay çıkartmak için değil ama olay bu şekilde olduğu için bunu ifade etmek zorunda kaldım.) “Peki,” dedim ve öğrencimle görüştüm. Ona; “Sen beni hiç şimdiye kadar üzmedin, sana bir görev veriyorum, falan öğretmenin gözüne girmeye çalış” dedim. “Tamam, hocam” dedi ve bunun için gayret etti. O öğrencim gerçekten zor bir öğrenciydi. Benim dersimde susmaya başlaması şöyle olmuştu.

Bir gün sınıfta gürültü varken sınıfa dedim ki; “Bir de bu çocuğa yaramaz diyorsunuz, hep şikâyet ediyorsunuz, oysa siz konuşuyorsunuz o bakın nasıl sessizce dinliyor. Bu çocuğa bir daha sakın yaramaz falan demeyin.” Böyle deyince bütün gözler ona çevrildi. Tam ilgi onun üzerindeyken; “Siz arkadaşınızı tanıyamamışsınız” tarzında onu teşvik edici cümleler sarf ettim. Gülümsedi ve çok hoşuna gitti. Belki de ilk defa bir öğretmeni onu övüyordu. Daha sonraki derslerde “Bu arkadaşınız benim dersimde şöyle akıllı böyle akıllı” gibi cümlelerle onu motive etmeye devam ettim. Sonuç itibariyle öğrencimiz değer gördüğünü hissetti ve sorun çıkarmamaya başladı.

Bir başka öğrencimi bir gün ders saatinde sokakta gördüm. “Okuldan mı kaçtın?” dedim. “Evet, hocam okuldan kaçtım” dedi. Ertesi gün okula gelmesini söyledim. Derste, “Aranızda çok dürüst insanlar var, ben dürüst insanlara hayranım” diye bir giriş yaptıktan sonra; “Dün bir arkadaşınıza sokakta rastladım, başka öğrenci olsa hastaydım veya izinliyim gibi yalanlar söyler, fakat dün yolda karşılaştığım arkadaşınız dürüstçe okuldan kaçtığını söyledi, çok dürüst bir insan” dedim. İsmini söylemesem de sınıf zaten onun kim olduğunu anlamıştı. Onun ise beni dinlerken gözlerinin içi parlıyordu. Kendisi için “dürüst” ifadesini kullanmam çok hoşuna gitmişti. Teneffüste kendisinden bir daha okuldan kaçmayacağının sözünü aldım. O öğrencimiz bir daha okuldan kaçmadı. 

Bir öğretmen olarak öğrencileri kazanmanın en güzel yollarından birisi de onlara görev vermektir. Sınıfımızda yaramaz değil ama gevezeliği eksik olmayan bir öğrencimiz vardı. Sınıf dolabının plastik penceresi kırılıp bozulmuştu. “Bunu kim tamir edebilir” dediğimde bu öğrenci parmak kaldırdı. Bu görevi ona verdik. Silikon tabancası ile sağlam bir şekilde pencereyi tamir etti. Bazı öğrenciler böyle becerikli oluyor. Okul müdürümüz bir gün bir vesile ile sınıfa gelmişti. “Müdürüm sizi bir öğrencimizle tanıştırmak istiyorum” dedim ve bu pencereyi tamir eden öğrencimizi takdim ettim. Okul müdürü dolaba baktı ve onu takdir edici cümleler kullandı. Öğrencimiz için çok güzel bir teşvik oldu.

Bu anlattıklarımın hepsi İstanbul’da yaşadığım anılardı. Bir de Şırnak Uludere’de yaşadığım bir anımı paylaşmak isterim. Orada çalışırken kekeme bir öğrencim vardı. Çok çekingen bir öğrenciydi. Diğer öğretmenler çocuk rencide olmasın diye derste ona kitap okutmuyorlarmış. Bir gün derste parçayı okumasını söyledim. Arkadaşları “Hocam o okuyamaz dediler.” Ben de kekeme olmasının sorun olmadığını ve kendisini dilediği kadar bekleyebileceğimi, vaktimin çok olduğunu ifade ettim. Zorlanarak uzun bir sürede birkaç cümle okudu. İleriki haftalar yine böyle şiir tarzı kolay okunabilen metinlerden okutmaya çalıştım. Her okuduğunda çok güzel okuduğunu söyledi ve alkışlattım. 

 O zamanlarda öğrencilerimden her hafta küçük tiyatrolar yapmalarını istiyordum. Bir grup öğrenci tahtaya kalkıyor ve tiyatrolarını sergiliyorlardı. Öğrenciler tiyatrolarını yaparken kekeme öğrencimi işaretle yanıma çağırdım ve sınıf defterini bir tepsi edasıyla tutarak tiyatro oyuncularına çay dağıtıyor gibi yapmasını söyledim. Öğrencilere de onun çaycı rolü ile oyuna dâhil olduğunu duyurdum. Birkaç dakika sonra da dağıttığı hayali çayları bu sefer toplaması için tekrar çağırdım. Eline sınıf defterini alarak çayları topladı. Çayları topladıktan sonra ona; “Başka bir arzunuz var mı” diye sormasını söyledim. Kekeleyerek sordu. Oyunun sonunda öğrencilere; “Tiyatro ekibine bu arkadaşınızı da alın, çok güzel tiyatro yapıyor” dedim. Sonraki haftalarda arkadaşları bu öğrencimiz için mutlaka bir çay dağıtma sahnesi ayarladılar. Daha sonra başka küçük roller de aldı. İleriki haftalarda aldığı roller git gide büyüdü. Öğrencimin sevinçten bütün dişleri görünüyordu, bundan çok zevk alıyordu. O senenin sonunda çocukta kekemelik sıfır seviyesine indi ve okul genelinde yapılan yılsonu tiyatrosunda da görev aldı.

Tabi hep iyi örneklerden bahsetsem de her zaman böyle olumlu sonuçlarla karşılaşmadık. İstanbul’a geldiğimde dersine girdiğim kısa boylu bir erkek öğrencim en ön sırada sessiz sessiz oturuyor, masum masum yüzüme bakıyordu. Çok sevimli ve temiz bir yüzü vardı. Bir gün annesi okula geldi; “Benim çocuğum okulda çok sessiz, parmak kaldırmaya, konuşmaya çekiniyor, ne yapsak Hocam” dedi. Ben de tiyatroda kendisine ufak roller verebileceğimi, böylece çekingenliğini kırabileceğimizi söyledim.

Dediğim gibi de oldu. Ufak tefek tiyatro rolleri, derste bir vesile ile alkışlatma derken çocuğu açmayı başardık. Artık çekingen bir çocuk değildi, tam tersine bütün derslerde yanındaki ile konuşan, şakalaşan, geveze bir çocuk olmuştu. Ve onu bir daha susturamadık. O günden sonra kimseyi açmaya çalışmadım. Varsın bazıları da biraz çekingen ve sıkılgan kalsın diye düşündüm.  

Aydın Başar/ Genç Dergi

BENZER YAZILAR

Çocuk Eğitimi ↗

Çocuk eğitimini batılı pedagojiyi esas almadan işleyen yazılar okumak için tıklayın.

Aile Okulu ↗

Mutlu evlilik ve huzurlu aile konusunu ele alan seçme yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.