Tek çare sabır…

30 yıl felçli yaşamış, 35 ameliyat geçirmiş merhum yazarımız Rüstem Kılıç Hoca’nın vefat etmeden kısa bir müddet önce bize teslim ettiği yazılarını yayınlamaya devam ediyoruz. İşte merhum Hocamızın ibretlerle dolu son yazısı…

1970’li yılların ortalarında elimde bir lezyon oluştuğunu daha önce size anlatmış ve gerisini de sonra anlatacağımı söylemiştim. Şimdi onu anlatmak istiyorum. Bir keresinde fakülteye gitmişken dermatolojiye uğrayarak, tanıdığım bölüm başkanı Kenan Bey’e muayene oldum. O da; “Yeni çıkan bir iğne var, hazır olarak kullanacağız, şayet kabul edersen, daha hiç bu hastalıkta kullanılmadı, belki de tedavi edebiliriz” dedi.

Doktor bey iğneyi bizzat kendisinin uygulayacağını, günaşırı bir ay süreyle hastaneye gitmem gerektiğini söyledi. Kabul ettim tedaviye başladık. Tedavi başlamadan önce, birinci gün fotoğrafhaneye indik ve elimin üstündeki lezyonun fotoğrafı çekildi. Sonra da yukarı çıkarak tedaviye başladık.nÖnce elimin üzeri soğuk bir poşet buzla donduruluyor, sonra da iğne lezyonun kenarlarına azar azar batırılıp, çıkartılarak o günlük tedavi tamamlanmış oluyordu. Elimin üstünü soğutmalarına ve iyi duyu alamamama rağmen öyle bir acı hissediyordum ki anlatılacak gibi değildi.

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı rustem-kilic-kimdir-kac-yasindadir-nerrlidir-biyografisi.jpg

Allak bullak oldu

15. günde tekrar bir fotoğraf çektirdik, hastalık belirgin şekilde gerilemeye devam ediyordu. Tedavi bitince 30. günün sonunda çekilen fotoğrafla birlikte hastalıktan da eser kalmamıştı. İğnenin çok yan etkisi olduğunu daha birinci günde anlamıştım. Çünkü eve dönerken, neredeyse eve yaklaştığımızda kaza yapacak derecede kafam allak bullak olmuştu. 

İlacın kullanımı bittikten sonra elimin üzerindeki lezyon iyileşti, fakat vücudumda o güne kadar hiç yaşamadığım bir değişim meydana geldi. Kafamda şimşekler çakıyordu, sanki bilginin biri geliyor, o bitmeden diğeri peydah oluyordu. Çocukluğumdan beri yaşadığım ne varsa hepsini teker teker hatırlıyordum. Bu coşku tam sekiz gün, sekiz gece devam etti ki hiç uyku uyumadım, fakat uykusuzluktan da bir şikâyetim yoktu. Doktorumu arıyordum, fakat telefonu kapalıydı, cevap vermiyordu.

Endişelendim, “Belki de bu işin sonu ölüm olabilir, en iyisi vasiyetimi yazayım” dedim.  Elektrikten de rahatsız oluyordum, yattığım odadaki elektriği kapatıp salonda açık olan ışığın odama yansıması ile küçücük not kâğıtlarına sayfa numarası vererek yaşadıklarımı yazmaya başladım. En azından bu işin sonunda ölüm olursa çocuklarım haklarını takip eder diye düşündüm ve yaklaşık 100 sayfa yazdım.

Eşime “Hanım ben de bir anormallik görüyor musun?” diye soruyordum. O’da “hayır hayır, gayet normalsin. Fakat adam sen herhalde ermiş olmalısın, ben öyle zannediyorum” diye cevap veriyordu. Sekizinci günün sonunda gelen coşku yavaş yavaş geri çekildi. Artık uyku da uyumaya başladım ve normal hayatıma tekrar geri döndüm.

Doktorumu tekrar aradığımda bu sefer telefonu açtı. Başımdan geçenleri kendisine anlattım. O’da tebessüm ederek; “Olur böyle şeyler, ilacın etkisi ile olmuştur, gelince görüşürüz” dedi ve telefonu kapattı. Doktor bey, kullandığı ilaçla elimin üstündeki hastalığı Türkiye’de ilk defa iyileştirme başarısı gösterince, literatüre girip doçentken genç yaşta profesör oldu.

Olanlar oldu

Bir gün bir arkadaşım elinde bir gazete ilanıyla heyecan içinde yanıma geldi. Gazetede; “Şimdiye kadar bel kayması ya da bel fıtığı hastalığından şikâyetçi olan, yaklaşık 43.000 kişinin birkaç bin tanesi hariç hepsi yaptığım tedaviden şifa bulmuştur. Bel şikâyeti olanları bekliyorum” şeklinde bir ilan vardı. O zamanlar değneklerle yürüyebiliyordum. Arkadaşımın da ısrarına kapılıp belki daha iyi bir şekilde yürürüm düşüncesiyle; “Hadi gidip bir bakalım” dedim.

Gidip adamın İzmit’te ki muayenehanesini bulduk. Alternatif tıpçı olduğunu söyleyen adam, beni muayene ettikten sonra; “Evet, tedavi edebilirim. Fakat birer hafta arayla, en az dört kez buraya gelmeniz gerekiyor. Gelebilecekseniz tamamdır” dedi. Yapacağı tedavinin bana kaç liraya mal olacağını sordum. “30 milyon TL alırım” dedi. Ben de; “Şifa bulursam, tedavi sonunda size 30 milyon değil, 100 milyon TL vereceğimi taahhüt ediyorum” dedim. Ve o şekilde ilaçları sardı ve ayrıldık.

Tedavinin başında kendisine, belimde beş tane hortum takılı olduğunu ve onların kesinlikle zarar görmemesi gerektiğini söyledim. Bana; “Kendi tedavime bakarım, benim onlarla bir işim olmaz” diye cevap verdi. Sardığı ilaçlarla banyo yapıp, temizlenip ertesi hatta tekrar gidiyorduk.

Dört hafta sonunda beni yüzükoyun yatırarak, üzerime semer biçiminde, içinde lambalar olan bir alet koydu. Lambalara elektrik verip, belimi epeyce ısıttıktan sonra, ayak tarafıma geçti. İki ayağımdan da tutup, hızla geriye doğru çekince; “Eyvah!” diye bağırdığımı hatırlıyorum. “Yahu! Şimdi sen ne yaptın? Kardeşim bana sormadan benim belimi nasıl çekersin? Omurların arası açıldı, hortumlar yerinden çıktılar. Şimdi ben ne yapacağım?” diye bağırarak kendisine çıkıştığımı hatırlıyorum.

İş işten geçti

Fakat bir kere iş işten geçmiş, artık boşuna bağırıp çağırmanın bir anlamı kalmamıştı. Kendi ayaklarımla bir şarlatana giderek kendimi kurban vermiştim. Yavaş yavaş yürümem azaldı ve en sonunda yürüyemez duruma gelince tekrar fakülteye hocama giderek muayene oldum. Yaşadıklarımı utancımdan doktora söyleyemedim.

Beni muayene etti ve hortumun yerinden çıkmış olabileceğini söyledi. Film çektirerek bunun doğruluğunu ancak anlayabiliriz diyerek filme sevk etti. Filmi çektirip inceledikten sonra; “Evet, hortum yerinden çıkmış, tekrar ameliyat ederek yerine koymaya çalışmamız gerekiyor” diyerek bana ameliyat tarihi verdi. Ameliyattan çıktıktan sonra bir hareket olmadığını ve yürüyemeyeceğimi anladım.

Doktor yanıma geldi sıvıyı bulup da tekrar hortumu takamadığını, yapacak bir şey olmadığını söyledi. O çıkıkçıya aldanmamalıydım. Şimdi geriye dönüp bakıyorum da benim gibi başkalarının da başını yakmaması için, İl Sağlık Müdürlüğü, Bakanlık ya da Cumhurbaşkanlığına bir şikâyet dilekçesi ile bu durumu bildirmediğime çok pişmanım. Aradan geçen 24 sene sonra zamanaşımına uğradığı için şimdi şikâyetçi olmanın bir anlamı kalmadı.

Buradan hiç değilse benim gibi hasta olup ta şifa arayanlar, sesimi duysunlar, böyle şarlatanlara sakın ola ki kapılmayın diyorum. Hastalığına şifa arayan ya da benim gibi felçli duruma düşüp, belki tedavi olurum ümidi ile üfürükçüsünden ilaç tedavisi yapıyorum diyenine, elimde şöyle şöyle tedavi yöntemleri var diyerek sizleri kandırmaya çalışan ve bir türlü karınları doymayan, vampir gibi kandan beslenen şarlatanlara lütfen paranızı kaptırmayın diyorum. 

2003 yılında kaslarımın erimesi, güç kaybı ve reflekslerimin iyice zayıflaması neticesinde muayene için tıp fakültesine gittim. Tetkiklerden sonra doktor bey bana beyincik üzerinde biriken sıvının boşaltılması için yapılması gereken son bir ameliyat olduğunu, zor bir operasyon olacağı için de tek başına karar veremeyeceğini söyledi.

Doktor bey ilgili uzman arkadaşları ile yaptıkları konsültasyondan sonra, ameliyatın çene altından girerek beyinciğe ulaşılmasının çok zor ve tehlikeli bir iş olacağına karar verdiklerini ve yapamayacaklarını söyledi. Doktor Bey’in söylediklerinden sonra ben de işin arkasını bıraktım ve artık zaman ne gösterirse olur dedim. O günden bugüne hayat devam ediyor.

Eşimin emekliliği

Evlenmeden önce eşim liseyi bitirip, öğretmen olan dayısının kızıyla birlikte Yağlı Dere’nin Kanlıca Köyü’nde sigortalı ve ücretli iki yıl ilkokul öğretmenliği yapmıştı. 2007 yılında, eşimi emekli yapabilmek için sigortalı gün sayılarını toplamaya başladım. İki yıl öğretmenlik yapmıştı, fakat devlet fazla sigorta parası ödememek için yaz tatilleri hafta sonu ve resmi tatilleri de yok saymış, sadece çalıştığı gün sayısı on aylık bir süre olarak hesap etmişti. 98 yılından sonra isteğe bağlı sigortalarını tamamlayıp yasal süresinin de dolmasıyla 2007 yılında eşimi hamdolsun emekliliği yapabildik.

Kendi maaşımla evin fatura giderlerini, ilaç yüzdeleri, internet ücreti ve bazı özel taksitleri ödedikten sonra, rahatsızlığımdan kaynaklanan ve devletin ödemediği bir takım giderlerimi ilave edip, herkesin yapması gereken yardımlaşmayı da ekleyince maaşım eriyip bitiyor, eşimin maaşıyla da ev giderlerimizi karşılıyor, geçinip gidiyoruz. Allah bugünlerimizi aratmasın muhtaç değiliz, kimselere de muhtaç eylemesin diyorum. Kazandığı paraları gayrimeşru yollarda harcayıp, sonra da geçinemiyorum diye feryat edip, bağıran bazı sakat düşünceli kimselere de bu söylediklerim ders olsun diyorum.  

Son sözler

Çocuklarım iş güç sahibiler, bana altı tane de torun hediye ettiler. Onları da torunlarımı da çok seviyorum. Çocuklar bir elin parmakları gibidir, parmakların boyları ve işlevleri farklıdır. Fakat bir parmağımıza bir şey olsa bütün vücudumuz etkilenir. Çocuklar da öyledir, hepsinin sevgisi aynıdır. Birinin parmak ucuna toplu iğne batsa bundan üzülürüz. Allah hepsinden razı olsun. Hepsi de benim birer göz nurum, uzun ömürler diliyorum onlara.

Hani derler ya “Evlat cevizin dış kabuğu, torunlar ise içiymiş” aynen öyle hepsi cıvıl cıvıl “dede dede” diye etrafımda pervane gibi dönüyorlar. Torunlarımın hiçbiri dünyada yokken, çok torun özlemi çekiyordum, dua etmiştim; “Ya Rabbi, bu fakir kulunun ruhunu torunlarını görmeden kabul eyleme” demiştim. Hamdolsun dualarım kabul oldu.

Acısıyla tatlısıyla hayatımdan bazı kesitleri sizlere anlatmış oldum. İnsanoğlunun başına yaşanan dünya hayatında sınav babında birçok şeyin gelmesi mümkündür. Kur’an’ı Kerim’in ifadesiyle Yüce Allah buyuruyor ki: “Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele.” (Bakara, 155) Ayetin sonundaki ifadeye dikkat ettiniz değil mi? Sabredenlere müjdeler var. Bizler için sabretmek kurtuluşa ermenin tek çıkar yoludur. 

Rüstem Kılıç/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Bize nasıl kıydınız?

Bir otobüs yolculuğundayım, yolcuların birçoğu uyuyor. Önlerindeki ekranlardan akan pislikleri izleyerek günah bataklığına batanlar da …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.