Tesettür, iman ve ahlakın hayata yansımasıyla bir bütünlük oluşturur. Örtünmesine rağmen ahlakında değişiklik olmayanlar örtünmenin gerçek anlamını kavrayamamışlardır. Zira örtünme emrine uymak, iman edilen bir dünya görüşünün/ İslâm’ın tesettür ayetlerini ameli hâle getirmektir.
İman edilen kuralların hayata spesifik yansımasını örtünme emrine imtisalde gösteren Müslüman hanımların inanç yönünden kâmil olmaları şarttır. İman konusunda kemal olmaz ve sınırlama olacak olursa, salih amel olan örtünmenin de Allah katında bir değeri olmaz. Zaten örtü bütüncül bir imanla buluşarak İslâm’ı gelecek nesillere taşımada bir köprü görevi ifa ediyorsa bir anlamı vardır.
İdeolojik tercihlerde bulunup İslâm’ın hayatın bütün alanlarında insanlığın tek kurtuluş çaresi olduğuna inanmayanların örtünmelerinin de anlamı yoktur. Veya örtüleri onları İslâm’ın bütünlüğüne iman etmeye acilen taşımalıdır.
Örtülü çıplaklık
Modanın ve çok uluslu şirketlerin güdümüne girerek tesettürü sermaye elde etmeye dönüştüren kapitalist zihniyet, oluşturduğu yeni tiplemelerle “örtülü çıplaklar” güruhu türetti.
Sözde örtünmüşler ama tercih edilen renkler, ayakkabıların topukları, elbiselerin dar ve derin yırtmaçları, buluz ve gömleklerin şeffaflığı, eşarpların firma yarışları, kullanılan parfümlerin cazibesi, örtüyü şıklaştırmak için sigaranın aksesuar edinilmesi, ağır makyaj ve konuşmalarda her türlü dişiliğin sergilenmesi onların Peygamber’in dilinden uyarılmalarına neden olmuştur.
Peygamber sallellahu aleyhi ve sellem niteliklerini saydığımız bu kadınlarla ilgili şöyle buyurmuştur: “Giyindiği hâlde çıplak gibi dikkat çeken ve kırıtarak yürüyüp dişiliklerini sergileyen kadınlar beş yüz yıllık mesafeden kokusu duyulan cennetin kokusunu bile duyamayacaklar; kat’iyen cennete giremeyeceklerdir.” (Malik, 48, Libas, 4, II / 913.
Bir başka hadiste de Peygamber Efendimiz; “Dünyada nice giyinmişler vardır ki kıyamet gününde çıplak olacaklardır…” (Malik, 48, Libas, 4, II / 913.)
Tesettürde sapma
Toplumumuzda yukarıda saymış olduğumuz türden örtünen (!) kadınların sayısı bir hayli artmıştır. Bu hanımlara vahiy eksenli eleştiri getirdiğiniz zaman; “Müslümanlar pis mi olsun? Şık giyinmek onların da hakkıdır. Din düşmanlarına karşı kendimize güvenimizi göstermek için en iyisini giyinmek zorundayız.” türünden karşılıklar alabiliyorsunuz. Bütün bu sıradan ve samimiyetsiz cevaplar psikolojik açıdan kişinin kendini rahatlatmak için sarıldığı savunma mekanizmalarıdır. Kendilerine sözde güveni sergilerken Allah’ın emirlerinden fersahlarca uzaklaşıyorlar fakat haberleri olmuyor.
Eğer Müslüman hanımlar bu tip bahanelerle böyle bir örtüde karar kılıp dünya görüşlerini feda ederek daha liberal ve tüketim endeksli bir hayatı tercih etselerdi; çok uluslu şirketlerin giyim ve kozmetik dâhil tüm ürünlerini üzerlerinde sergileselerdi geçmişte de başörtüsü yasağı olmazdı. Çünkü bu yasağın altında yatan esas sebep, başörtüsü takan Müslüman hanımların iman ettiği dünya görüşüdür.
Bu dünya görüşünün, dünya sisteminin temsil ettiği dünya ticaret merkezli liberal emperyalist siyasete savaş açmasıdır. Onun tek alternatifi olması ve onu alt edecek fikir ve insan potansiyelini içinde taşımasıdır. Örtüsünü, giyinmiş/ örtünmüş çıplaklıktan yana değiştiren her Müslüman Hanım kıyam yerini değiştirdiğini ve saf düzenini bozduğunu bilmelidir.
Eğer onlar kıyafetleriyle Müslümanlığın köprüsü olduklarının farkındalarsa, tesettür konusunda örnek alınacak tek modelin örtünme ayetlerini tefsir eden Allah Resulü’nün hanımları ve kızları olduğunu bilmeleri gerekmez mi?
Tesettür gerçek özgürlüktür
Biz bu bu başlık altında kölelik ve cariyelikle ilgili derin bilgiler vermeyeceğiz. Çünkü konumuz bu değildir. Şunu da unutmayalım ki İslâm köleliği icat etmemiştir. Savaşların getirdiği bir sonuç olarak tarihte hazır bulmuş ve terbiye etmiştir. Ona ayrı bir statü kazandırmıştır. İslâm’ın geldiği coğrafyada insanlar köle ve cariyeleri alıp satmışlardır. Kölelerin kadınlarına cariye denilmiştir. Hür kadınlar cahiliye döneminde bile tamamen açılmazlardı. Açıklığı özgürlüğe aykırı sayarlardı.
Tesettürle ilgili ayetler Medine’de nazil olduktan sonra özgür kadınlar bu emre hemen uymuşlardır. Cariyelere ise efendileri izin vermediklerinden dolayı örtünmemişlerdir. Şu ayette beyan edildiği gibi örtünme, özgürlüğün alâmeti fârikasıdır: “Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle: Bir ihtiyaç için dışarı çıktıklarında örtülerini/ cilbablarını üstlerine alsınlar, vücutlarını örtsünler. Bu onların hür ve namuslu bilinmelerini ve bundan dolayı eziyet edilmemelerini daha iyi sağlar. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Ahzab 33 / 59.)
Ayetin lafzından da anlaşıldığı gibi “hür kadınların bilinmesinde” örtü önemli bir rol oynamıştır. İnsanlar örtülü bir kadın gördüklerinde hemen onun özgür birisi olduğu kanaatine varmışlar; açık kadın gördüklerinde de cariye olduğunu bilmişlerdir. Vakıa böyledir. Bunun üzerinden polemik yapmayı zait görüyoruz.
Örtünün İslâm’da özgürlük sembolü olduğunu Peygamberimizin evlilikleri de göstermiştir. Peygamber sallellahu aleyhi ve sellem, Hazreti Safiye ile evlendiğinde Müslümanlar vaziyeti araştırmışlar ve “Eğer Resulullah, Safiye’yi tesettüre girdirirse bilin ki onu hürriyetine kavuşturmuştur.” sonucuna varmışlardır. (Buhari, 64, Megazi, 38, V / 77-78; Ahmed, Müsned, III / 264.)
Tesettür mücadelesi
Kısacası tesettür, Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem döneminde özgürlüğün sembolüdür. Bizim kanaatimize göre dün olduğu gibi bugün de özgürlüğün sembolüdür. Dünkü özgürlük bazı şahısların kölesi olmamakken bugünkü özgürlük daha derin anlamlar içermektedir. Günümüzde kadının tesettürü, piyasanın, modanın, kadını bir teşhir ürünü gibi sergileyenlerin kölesi olmadığını gösteren bir semboldür.
Bu münasebetle herkes bilmeli ki tesettürü tercih edip hayatını vahiyle anlamlandıran bir Müslüman hanımefendi; firavunlara, monarklara, başörtüsü düşmanlarına, çokuluslu şirketlere, nefsine, basit tutkularına, dayatmacı sokak, teşhirci reklamcılara ve kültüre, kozmetik ürünlerine, bedenini pazarlama hastalığına, vücudunun istismar edilmesine, eğlence mekânlarına, çıplaklık kamplarına, bürokratik zorlamalara, aşağılık kişilerin ayıplamalarına, rızık endişesiyle yapılan tehditlere, “günahını yüklenirim” diyen cehennem oduncularına, kariyer tehditlerine, hak mahrumiyetlerine, hain bakışlara, arkadan yapılan dedikodulara, aileden ve memleketinden uzaklaştırılmalara, akrabalık bağlarının tesettür yüzünden koparılmasına, karikatür malzemesi olmaya ve sahte acıma gösterilerine karşı özgürlük savaşı vermektedirler.
Bu savaş bugün daha kapsamlı ve niteliklidir. Bu savaşı veren kutlu insanlarla; çağımızın Haticeleri, Ayşeleri, Fatmaları ve Meryemleri sayesinde dinimizi gelecek kuşaklara taşıyacağız. Onlar İslâm’ın onurları ve Müslümanların başlarının taçlarıdırlar. Bu çağda yaşayanlar ve gelecekte İslâm’ı tevarüs edecek olanlar onlara hep minnet borcu duyacaklardır. Gerçek tesettürlü hanımlar, edep ve terbiyelerini İslâm’la anlamlandıran kılıçsız mücahidelerdirler. Onları hep birer kahraman olarak anacağız. Çünkü kahramanlığa en layık olanlar onlardır.
Örtünün kahramanlarını Peygamber Efendimiz’in şu hadisiyle müjdeleyelim: “Resulullah bir umre veya hac yolculuğunda vadide simsiyah örtülere bürünmüş Müslüman hanımları tepeden seyredince; ‘İşte böyle örtünen hanımların dışındakiler cennete giremeyeceklerdir.’ buyurmuştur.” (Ahmed, Müsned, IV / 196.)
Tesettür fıtridir
İslâmi kaynaklar Hazreti Âdem’le ilgili şu açıklamayı yaparlar: “Allah celle celaluh, Âdem’i yarattığı zaman eşyanın/varlıkların isimlerini (ve hakikatini) ona öğretti, hükümleri bildirdi ve ona verdiği hükümlerini peygamberlikle tescil etti. Allah’ın, Âdem’e öğrettiği hükümler içerisinde avret yerlerinin örtülmesi de vardı.”(İbni Arabî, Ebubekir b. Muhammed, Ahkamu’l-Kur’an, D.K.İ, Beyrut 1988, I / 33.) Bu açıklamalar gösteriyor ki tesettür hem doğal bir davranış hem de bilinçli bir eylemdir. İnsan, tesettürü terk ederek çıplaklığa tamamen veya kısmen razı olacak olursa fıtratından sapmış olur.
Hazreti Âdem ve Hazreti Havva avret yerlerinin açılmasını kendilerine bir yabancılaşma olarak görmüşler ve doğal tepki vererek elde ki imkânlarla örtünmeye çalışmışlardır. Eğer çıplaklığı tercih edip avret yerlerinin açılmalarına kayıtsız kalacak olsalardı, özel olarak yetiştirildikleri insaniyet makamından düşeceklerdi. Çünkü çıplaklığı kısmen veya tamamen tercih etmek fıtratı bozup insanlıktan uzaklaşmak; beşeriyete düşüştür. Bu uzaklaşmanın neticesinde kişi doğal refleksini yapamaz hâle gelir ki “bel hüm edall” denilen şey budur. Yüce Allah, Mekke döneminin başlarında indirdiği A’raf suresinde tesettüre dolaylı bir atıf yapmış ve Müslümanlara yaratılışlarındaki saffete dönmelerinin ve orada istikrarlı olmalarının önemini kavratmıştır.
Tesettürün gayesi; Allah’ın emri ve sünnetin beyanı doğrultusunda örtünüp vücudun mahrem yerlerini teşhir ederek herhangi bir fitneye; cinsel istismara sebep olmamaktır. Bu bağlamda Allah Teâlâ, insanlara geniş ve vücut hatlarını belli etmeyen elbiseleri tercih etmelerini emretmiştir. Peygamber Efendimiz’in uygulamaları da bu yönde olmuştur. Meşhur “cilbab” ayeti bu konuyu yeterince açıklamaktadır: “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve diğer mü’min hanımlara söyle; (toplum içine çıkacakları vakit, başörtülerini taksınlar ve vücut hatlarını tamamen kapatan) dış kıyafetlerini üzerlerine örtsünler. (Gerek giyim kuşamlarında, gerek söz ve davranışlarında mü’min bir hanıma yaraşan ağırbaşlı, vakur ve edepli tavrı göstersinler.) Bu, onların (saygıdeğer ve iffetli bir kadın olarak) tanınmaları ve (böylece, ahlâksız, kötü niyetli insanlar tarafından sözlü veya fiili tâcize uğrayıp) incitilmemeleri için en uygun çözüm yoludur. (Bununla birlikte, hiç kimse elinde olmadan işlediği bir günah yüzünden veya İslâm’dan önce yaptıklarından dolayı sorumlu tutulmayacaktır. Çünkü) Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. ” (Ahzab 33 / 59.)
Cilbab nedir?
Ayetteki “cilbab” kelimesinin birçok anlamı vardır. Bu örtünün özelliği bütün bedeni örtmesi ve vücut hatlarını belli etmemesidir. Bu durumda kelime ve kavramlara kendi tercihimize göre bir anlam vermemeliyiz. Böyle bir yaklaşım konuyu ilmi olmaktan uzaklaştırır. Dışarıya çıkarken, ev içinde giyilen elbiselerin üzerine giyilen ve hanımların vücut hatlarını belli etmeyen, şeffaf olmayan çarşaf, ferace, atkı ve pardösü türünden giyeceklerin hepsine cilbab denilir. Cilbab/ dış örtü kullanmayı hanımlara Yüce Allah emretmiştir. Kur’an’ın beyanına göre ancak yaşlı kadınlar; kimsenin cinsel açıdan istek duymadığı ihtiyar hanımlar dilerlerse dış örtülerini (pardösü, manto, atkı, çarşaf vb.) çıkarabilirler:
“(Artık evlenme çağları geçtiği için)evlenme ümidi kalmamış (ve hayızdan, çocuktan kesilmiş, cinsel arzu duymayacak kadar) yaşlı kadınların, (doğal câzibe ve) güzelliklerini (kasden) teşhir etmemeleri şartıyla, (ev dışında giymeleri gereken) elbiselerini üzerlerine almamalarında bir sakınca yoktur. (Bununla birlikte, bundan mümkün mertebe) sakınmaları, kendileri için daha iyidir. (Unutmayın ki) Allah her şeyi işitmekte, her şeyi bilmektedir.” (Nur 24 / 60.) Ayet yaşlı hanımlara şartlara uymak kaydıyla bir ruhsat tanımıştır. İsterlerse bu ruhsatı kullanabilirler. Dış elbiselerini çıkarmayı onlara emretmemiştir.
Cilbab türlerinden biri, dış elbise olarak forma gibi dayatılmamalıdır. Kriterlere uyduktan sonra dış örtünün şeklini sahih örf belirler. Bize göre de en ideali siyah çarşaf olmakla beraber, diğerleri de istenen ölçüleri taşıdığı zaman meşruiyet kazanır. Farklı tercihlerden dolayı Müslümanların birbirlerine saygı duymaları gerekir. Farklı tercihler fitneye alet edilmemelidir. Yeter ki tesettür tam olsun; Kur’an ve Sünnet’in ruhuna yani fıtrata uysun.
Fıtratı bozulanlar
Fıtratı bozulan kimseler ise eşleri başta olmak üzere en yakınlarının bile açık saçık olmasından rahatsız olmazlar. Peygamber Efendimiz makul ölçüler içerisindeki rahatsızlık ve kıskançlığı imandan saymıştır. Hanımların giyim kuşam dahil aşırı serbestliklerinden rahatsız olmamayı ve toplum içerisinde sere serbest vücutlarını teşhir etmelerine rıza göstermeyi ise münafıklık saymıştır.
Hatta; “Aile bireyleri arsındaki ahlaksızlığa göz yumanlara cennetin haram olacağını” söylemiştir. (Heysemi, Zevaid, IV / 327.) Cinsel duyarlılık ve ölçülü kıskançlıkla ilgili Peygamber Efendimizin şu hadisi iyi düşünülmelidir: “Ben (eşlerimi ve kızlarımı) kıskanırım. Yüce Allah ise benden daha kıskançtır ki zinanın/ fuhşun her türlüsünü yasaklamıştır.” (Heysemi, Zevaid, XI / 254.) Bu hadiste Peygamberimiz, Allah Teâlâ ile ilgili müteşabih bir dil kullanmıştır. Vermek istediği mesaj; Yüce Allah’ın, kulları arasında meydana gelmesi muhtemel bir fuhşa asla razı olmayacağıdır.
Ölçülü kıskançlıktan kastımız bunu bir paranoya hâline getirmemektir. Eşlerin birbirlerine şahitlik edip yuvalarına yabancı birisinin katılmasını engellemek için tedbirler almak ve eş olma sevgilerini başkalarıyla paylaşmaya razı olmamaktır. Bu çerçevede bilinmesi gerekir ki ölçülü kıskançlık doğal bir durumdur. Hiç kıskanmamak fıtratı bozmak ve insanlıktan uzaklaşmaktır.
Allah ve Resulü zinanın her türlüsünü haram kıldığı gibi zinaya götüren yolları da haram kılmıştır. Harama götürür endişesiyle Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, beyan yetkisine dayanarak Nur Suresi’nin şu ayetindeki kapalılıkları tefsir edip ümmeti için sünnet/ hayat tarzı koymuştur.
“Mü’min kadınlara da gözlerini haramdan sakınmalarını ve namuslarını korumalarını söyle! Görünmesi zorunlu olanlar dışında, ziynetlerini teşhir etmesinler.” (Nur 24 / 31.) Ayetteki; “Görünmesi zorunlu olanlar dışında” ifadesini Peygamber Efendimiz Hazreti Esma’ya yaptığı tavsiyede “el ve yüz” olarak tefsir etmiştir. (Beyhaki, Sünen-i Kübra, Nikâh, 67, H. no: 13496, VII / 138.) Hazreti Nebi’nin bu tefsirinden anlaşılan, sadece eller ve yüzler için ruhsat vardır. Hazreti Ayşe’den ve İbni Abbas’tan gelen rivayetler ve kanaatler da bu yöndedir.
Azimetle amel
Peygamber Efendimiz bu konularda azimetle amel etmiş ve Hazreti Ayşe’den gelen şu rivayete göre aile fertleri hakkında bir yol belirlemiştir: “Resulullah’la beraber bizler seferdeyken, yolcular bizimle aynı hizaya geldiklerinde bizden birisi hemen cilbabını/ dış elbisesini başında yüzünün üzerine sarkıtırdı. Onlar yanımızdan geçtikten sonra bizler yüzümüzü açardık.” (Ahmed, Müsned, VI / 30.)
Bu rivayetten öğreniyoruz ki Peygamberimizin eşleri azimetle amel ederek yüzlerini de örtmüşlerdir. Dileyen Müslüman hanımlar ruhsat kullanırlar ve yüzlerini açabilirler; dileyenlerde yüzlerini bile kapatıp sadece tek gözlerini açık tutabilirler. (Taberi, Camiu’l-beyan, X / 332.)
Çıplaklığın duvara çarptığı bir zamanda kendilerini hayâsızca sergileyenlere bir şey söylemeyip örtünün bilincinde olarak azimet fıkhı ile amel edenleri “aşırı bulup” dile dolamak Müslümanca bir bakış değildir. Örtüyü en üst seviyedeki bir bilinçle hayatına katıp anlam verenler bu çağın yüz akları; başımıza taş yağmasını engelleyen rahmet vesileleridirler.
Çıplaklığın duvara çarptığı bir zamanda kendilerini hayâsızca sergileyenlere bir şey söylemeyip örtünün bilincinde olarak azimet fıkhı ile amel edenleri “aşırı bulup” dile dolamak Müslümanca bir bakış değildir.
Ayakların örtülmesi
Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, kibir nedeniyle elbiseleri uzatmanın zararlarını anlattığında, Ümmü Seleme Annemiz hanımların durumunu sormuştur. “Eğer kadınlar uzun elbise giymezlerse ayaklarının açılacağını” söyleyince Peygamberimiz; “Ayaklarını kapatacak şekilde elbiselerini sarkıtabileceklerini” beyan etmiştir. (Tirmizi, Libas, 8, H. no: 1730, IV / 223; Nesai, 48, H. no: 105, VIII / 209.)
Yabancı bir kimsenin olmadığı yerde hanımlar çıplak ayakla namaz kılabilseler de namaz dışında ayakların örtülmesi gerekir. Ayaklar dışarıda avrettir. Hazreti Ali, Hazreti Ayşe, Ümmü Seleme, Hazreti Meymune ve Hazreti Abdullah bin Ömer namazda başın mutlaka örtünüp ayakları bile kapatan uzun elbiselerin tercih edilmesini tavsiye etmişlerdir. (İbni Ebi Şeybe, Musannef, II / 129.)
Ayaklar denince bir defa daha önemine binaen yinelemekte yarar görüyoruz. Tenin rengini belli eden ince çoraplar ister renkli olsun ister renksiz hiç birisi ile namaz kılmak caiz değildir. Fetvalar böyle iken Müslüman hanımların ince çorapta diretip namazlarını fesada verme cesaretlerini anlamak mümkün değildir!
Konuyla ilgili hükümler
İslâm hukukçularının bu konuda naslardan hareketle ortaya koydukları hükümler şu şekildedir. “Hür kadınların elleri ve yüzler hariç bütün bedenleri avrettir. Şayet yabancı erkeklerin fitnelerinden güvende olurlarsa yollarda ellerini ve yüzlerini açmaları mubahtır. Fakat bu azaların mubah oluşunu fitnelerden emin olmakla kayıtlamışlardır. Eller ve yüzler açıldığında doğal güzelliği nedeniyle veya çeşitli ziynet ve takılarla fitne çıkacak ise elleri ve yüzleri de diğer organlar gibi örtmek gerekir. Bu uygulama seddizerayi/ kötülüklerle beraber kötülüğe giden yolları da kapatmak, fitnelerin kökünü kesmek, edebi korumak, namus ve nesil emniyetini sağlamak babındandır. Haramlara bakmak şehvetin elçisi, zinanın postasıdır…” (Abdurrahman el-Cezeri, Kitabu’l-fıkh ala mezahibi’l-erbea, Beyrut, Tarihsiz. V / 54-55.)
Varmış olduğumuz sonuçlar ayetlerin Peygamberimiz ve sahabe tarafından tefsirleri veya Resulullah’ın bizatihi koymuş olduğu hükümlerdir. Bütün bunlardan yola çıkan âlimlerin kaynaklarla mukayyet görüşleridir. Biz böyle bir yol tutarak başörtüsü dahil açıklığı savunanların temelsiz oluşlarını ve modernite karşısındaki acizliklerini anlatmaya çalıştık.
Var olan ayet ve sünnetten yola çıktığımız için imanımızın gereğini ortaya koyduk. Başörtüsü ve tesettür dinin bir emri iken inkâr ederek temelsiz ve ön kabullü fikirler savunmak ilmi ve akademik bir üslup değildir. İnanmadığınız bir şeyi dinle temellendirmek ise din istismarı ve çelişkidir.
Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com
BENZER İÇERİKLER
İstikamet Yazıları ↗
İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.
Kaynak Metinler ↗
İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.
Hocam Allah razı olsun. Çalışmalarınızda kolaylıklar diliyorum