Timurtaş Uçar Hocaefendi, Fatih ilçesinde oturuyor ve orada imamlık yapıyordu. Bazı günler, hafta sonları ailesini de alıp, bizim komşumuz olan kayınpederini ve kayınvalidesini ziyarete gelirdi. Geldiği zaman, Ahmet Abi’nin evindeki geniş odada sohbet ederdi. Ahmet Abi tanıdığı dostlarını da çağırır güzel bir meclis tertip ederdi. Timurtaş Hoca saatlerce bizlere sohbet eder, biz de onun deruni bilgilerinden istifade ederdik. Bu vesile ile kendisi ile tanışma ve görüşme imkânım oldu. Bana çok güzel nasihatleri olmuştur.
Benim İslam Enstitüsünde okuduğumu bildiği için bir gelmesinde benim de sohbete gelmemi istemişti. Birisiyle haber gönderip beni çağırmışlardı. Benim ise o sıra final sınavlarım başlamıştı. Dr. Ziya Kazıcı Hoca‘nın kendi yazdığı iki adet kitaptan ertesi gün sınava girecektim ve akşam ders çalışmam gerekiyordu. Hava çok soğuktu, soba da sönmüştü, battaniyeye bürünerek evde oturuyordum. Sohbete çağırılınca ders çalışmayı bırakıp aşağı indim ve sohbete iştirak ettim.
Sınava çalışamadım
Sohbet bittiğinde saat çok geç olmuştu. Gittim yattım, sabah erkenden kalkıp trene bindim. Trende Ziya Hoca’nın kitaplarından birini açtım. Bir konu buldum, zannediyorum Osmanlı’da toprak yapısıydı; ona çalışarak Haydarpaşa’ya kadar geldim. Fakülteye gidip sınav salonunun kapısına vardım.
İçeri alınmayı beklerken dışarda Harun diye bir arkadaşım vardı, ona: “Harun sence Ziya Hoca nasıl bir soru sorar?” diye sordum. Arkadaşım da; “Falan soruyu mutlaka sorar” dedi. Harun’un dediği konuyu açtım, sıramı beklerken güzelce çalıştım. Sınavlarda bu son dakika tüyoları her zaman işe yarar, bunu öğrenci kardeşlerim çok iyi bilirler, benim de işime yaradı.
Sınav sıram geldi, Hoca beni içeriye aldı. Ziya Hocam bana iki tane soru sordu. Bir tanesi trende iyi çalıştığım konuyla ilgiliydi, diğeri ise Harun arkadaşımın mutlaka sorar dediği soruydu. İki soruyu da başarıyla cevaplayıp, sınavdan çıktım. Ve bu soruları cevaplayarak sınavdan geçmiş oldum. Bunu da rahmetli vaiz Timurtaş Hoca’yı kırmayıp sohbetine dâhil olmanın bir bereketi olarak görüyorum. Allah Teâlâ yardım edecek ya işte böyle işim rast gitti.
Onlarca dava
Yeri gelmişken meşhur vaiz merhum Timurtaş Uçar Hocaefendi’den bahsetmesem olmaz. Timurtaş Hoca’nın Elazığlı olduğunu biliyorum. İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nü bitirmiş ve İstanbul Yeni Cami’ye vaiz olarak atanmış. O vaaza başlayınca Yeni Cami’de caminin içi dışı, her tarafı cemaatle dolup taşardı. Fakat tabi askeri ihtilal olmuştu, her tarafta askerler vardı. Bu durumdan rahatsız oluyorlardı.
Her vaazından sonra mutlaka laikliğe aykırı konuştu diye hakkında onlarca dava açılırdı. Açılan bu davalar sonucu Hocaefendi’yi Üsküdar Selimiye Askeri Kışlası’ndaki askeri mahkemede yargılayıp, mahkûm ettiler de cezaevine koydular. Oysa ki Hocaefendi vaazlarında Allah’ın ayetlerini, Peygamber Efendimizin hadislerini bir de bazı tarihi olayları anlatıyordu.Ama birileri cımbızla birkaç cümle çekip, bir yerden bir şey bulup, onu dava konusu yaparak; “İşte bak bunu söyledi, şunu da söyledi, bunlar laikliğe aykırı” diyerek ortalığı karıştırıyordu.
Gönüllü birçok avukat Hocaefendi’nin davalarına girerek tahliyesini istediler. Hocaefendi bir süre içerde yattıktan sonra tahliye edildi. Hapisten çıktıktan sonra, İstanbul’daki görevinden alıp Eskişehir’e gönderildi. Eskişehir’de de Hocaefendi vaazlara başlayınca durum değişmedi, yine caminin içi dışı cemaatle dolup taştı. Millet Timurtaş Hoca’yı dinlemek için işini gücünü bırakıp camiye koşuyordu.
Baktılar Timurtaş Hoca ile baş edemeyecekler; onu oradan da alıp İstanbul’un Beykoz ilçesinin kuş uçmaz, kervan geçmez bir köyüne imam olarak atadılar. Hocanın ailesi, çocukları o dönem karşıda Eyüp Sultan’da oturuyordu. Kendisi ise Beykoz’un o köyüne her gün evinden gidip gelmek zorundaydı. Hatta köye araba çıkmadığı için belli bir yolu da yürümek zorundaydı.
Kan revan içinde
Timurtaş Uçar Hocaefendi ile ilgili bir hatırayı da anlatmadan geçemeyeceğim. Hocaefendi’den toptan kurtulmak için bir gün onu karakola çağırmışlar ve onu orada iyice bir dövmüşler. Her tarafı kan revan içinde, tanınmayacak şekilde evinin kapısının önüne bırakıp gitmişler. Önce öldü sanmışlar, sonra da nefes aldığını, ölmediğini görünce ailesine telefon edip “gelin alın” demişler.
Hocaefendi’nin çocukları o zaman küçüktü. Oğlu babasını böyle görünce; “Bu adam benim babama benzemiyor, ben babamı istiyorum, babam nerede?” diye feryad edip ağlamış. Sonra ailesi alıp hastaneye götürüp, tedavi ettirmişler. Uzun bir tedavi sürecinden sonra Hoca ancak sağlığına kavuşabilmiş. Anlattıklarımı ben Timurtaş Hoca’nın kendisinden değil rahmetli Hacı Ahmet Abi’den dinlemiştim.
Hacı Ahmet Ok Abi, Timurtaş Hoca’yı o kadar severdi ki adeta onu takip ederdi. Hocaefendi nerede vaaz verecekse, Ahmet Abi hemen kürsünün önünde gizli bir koruma gibi yerini alır, eğer birisi Hoca’ya herhangi bir saldırı veya sataşma tarzı bir şey yaparsa müdahale etmek üzere hazır kıta beklerdi. Onun nasıl yiğit ve gözü pek bir insan olduğunu zaten daha önce söylemiştim.
Büyük dönüşüm
Yeri gelmişken, Hacı Ahmet Abi’nin hayatındaki dönüşümden de kısaca bahsedeyim. Hacı Ahmet Ok Abi Almanya’da inşaat ustası olarak çalışırken, bir ara işe ara verip, sipariş üzerine Almanların meşhur Mercedes aracını getirip, Arap ülkeleri ve Türkiye’de satarmış. Bir ara Arap ülkelerine gittiğinde, orada meşhur Mısırlı Hafız Abdussamed’in Kur’an okuma bantlarının her yerde sesli bir şekilde dinlendiğini görmüş. Sonra bu okumalardan çok hoşlanmış, birkaç tane kaset satın alarak aracına koyup, dinleye dinleye Almanya’ya gitmiş. Ve bu şekilde önceki hayatını bırakıp yeni bir hayata yelken açmış.
Almanya’yı bırakıp Türkiye’ye geldikten sonra ise o dönem çok meşhur olan Adıyaman Menzil’deki Seyda Hazretleri adıyla tanınan Muhammed Raşid Hazretleri’ni ziyaret etmiş. Diz çöküp tövbe aldıktan sonra da hayatı tamamen değişmiş. Ben üniversiteye başlayınca beni evine kabul edip kira almadan iki sene bana sahip çıkması, bana manevi babalık yapması, kendisinden ve ailesinden hep iyilik görmem, ne kadar iyiliksever bir insan olduğunun kanıtıdır zaten.
Hacı Ahmet Abi başında sarık, üzerinde cüppe, elinde de uzun bir asa ile gezerdi. Kaç defa polis Ahmet Abi’yi karakola alıp; “Bu kıyafet laikliğe aykırı, bu şekilde gezersen seni içeri atarız, bir daha böyle görmeyelim” diye ikaz ettiğini ben biliyorum. Bugün birileri utanmadan çıkmış diyor ki; “Yahu sizin dininize, imanınıza kim müdahale ediyor?” Sanki hiç müdahale olmamış gibi… Benim şahid olduğum bu olaylar haricinde 28 Şubat’taki yaşananları unutmadık. Son olarak 15 Temmuz’da da millet olarak ne yapılmak istendiğini hep beraber görüp şahid olduk.
Çocukluğumda Vakfıkebir’de Kur’an Kursu’nda okurken ya da Trabzon’da İmam Hatip’te okurken sorarlardı: “Öğrenci misin? Nerede okuyorsun?” diye. Ben de nerede okuduğumu söylediğimde; “Mezun olunca cenaze yıkayıcısı mı olacaksınız yavrum? Başka okul mu kalmadı?” diye bizi hakir görürlerdi. Biz bunları unutmadık. Herhalde bu soruyu soranlar hiç ölmeyeceklerini zannediyorlardı. Ölüm vakti geldiği zaman bu soruyu soranları da bir hocaefendi kefenleyip mezara defnedecek; bunu düşünmüyorlardı herhalde…
Rüstem Kılıç/ İrfanDunyamiz.com
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.
Yıl 2001 Kadıköy İHL önünde eşim kız çocukları için nöbet tutuyor. O günlerde ATV isimli Tv bu eylemler aleyhinde yayın yaptığı için veliler rahatsız olmuş; tepki yürüyüşü yapmak üzere Beşiktaş bölgesinde olan ATV binası önüne doğru yürüyüş yapıyorlardı. Örtülü ve sakallı bu insanları gören CHP zihniyetli bir vatandaş, okula baş örtülü giremeyen, başörtülü kız öğrencilerin boykot eylemini anlamsız bulduğunu izhar etmek üzere, *“hadi erkekleri anladık imam olacaklar; bu kızların İHL de ne işi var?”* diyerek yürüyüşteki velilere laf atarak tacizde bulunmaya tevessül etti. O hengame içerisinde bu sözü duyan eşim, o kişiye dönerek, *“onlar da annen ve eşin öldüğü zaman onları yıkayacak”* deyince adam şaşkın vaziyette uzaklaşma ihtiyacı duyarak ayrılıp gitti. Mantıklı bu cevaba karşı söyleyecek bir söz bulamayınca susmak zorunda kaldı.