“Ben bir kulum kullar gibi yerde yemek yerim” (Bkz; İbn-i Sa’d, I, 372) buyuran Efendimiz’in her bir sünnetinin sayısız hikmetleri vardır. Yerde yemek yeme sünnetini yaşatan bir mümin, kendi kendisine bir nevi “aşağıda ol, haddini bil, kulluğunu unutma” telkini yapmaktadır.
Kimilerinin detay zannettiği bu tür sünnetler insanın kulluk bilincini canlı tutmasına yardımcı olur. Yerde yemek yeme aynı zamanda bir tevazu ifadesidir. Yerde yemek yiyen bir mümin yükseklerde uçmaya, hava atmaya, birilerini ezmeye, yeryüzünde kibirle gezmeye heveslenmez. Eğer bunları yapıyorsa o zaman onun yerde veya başka bir yerde yemesinin bir farkı yoktur.
Yerde yemek teşvik edilir
Yerde yemek yemeyi teşvik eden bu hadis-i şerife göre mümin yerde oturmayı kendisine yakıştıran bir konumdadır. Nefis ise daima rahat ve yüksek koltuklarda kurulmayı arzu eder. Dikkat ederseniz bizde ibadetler de kilisedeki gibi sıralar üzerinde değildir, yerdedir. Demek ki Müslümanlar yerde yemek yiyen ve yerde ibadet eden insanlardır.
Tabi biz bunları söylüyoruz ama çok itirazlarla karşılaşacağımız da muhtemeldir. “Efendimiz yerde oturmuş, yerde yatmış diye biz de mi yerde oturup yerde yatalım?” veya “Günümüzde yerler beton olduğu için soğuk olur üşürüz” gibisinden itirazlar… Ne diyelim? Zihin bir kere kirlenince ona daha fazla laf anlatmak mümkün olmuyor. Bu tür itirazların modern hayatın bizi alıştırmak istediği “konfor” illetinden kaynaklandığını kime nasıl anlatacağız?
Yüz sene önce yerde oturup yerde yatan dedemizin şimdiki modern imkânlarla yaşayan insanlardan daha mutlu olduğunu kaç kişi kabul edecek? Evleri koltuk, vitrin ve diğer eşyalarla ağzına kadar dolu dolan modern insan, hasır veya eski bir kilim üzerinde namaz kılmanın zevkini nereden bilecek?
Batılı doktorları beklemeyelim
Yerde yemek yeme gibi sünnetlerin güzel bir şey olduğuna inanmak için illa batılı doktorların araştırma yapmasını ve “sağlık için faydalıdır” demesini de beklememek gerekir… Bazı şeyleri onlar söylemeden de idrak edebilmeliyiz.
Günümüzde, yerde oturarak yemek yeme, sakal bırakmak, sarık sarmak gibi bazı sünnetleri sünnetten saymama gibi bir anlayış yayılmaktadır. Bunların Peygamberimiz’in kişisel tercihi olduğu, Arap örfü olduğu ve dinle diyanetle bir ilgisi olmadığı iddia ediliyor.
Oysa ibadetlerin iki yönü vardır. Mesela namaz ibadetinin hem bir şekli hem de bir ruhu vardır; her ikisi aynı anda olmadan kâmil manada namaz gerçekleşmez. Şunu açık yüreklilikle söylemek gerekir ki şekli sünnetleri küçümseyen bir kimsenin İslam’ın özünden, çekirdeğinden bahsetmesi de samimi değildir. Zira Efendimiz’in göstermiş olduğu şeklî yapıyı hafife alarak haşa onlar için “bunlar kabuktur, önemsizdir” demek, meselenin hafife alındığı anlamına gelir. Şekilciliği önermediğimizi gibi şekilleri inkârı da öneremeyiz.
Müslüman zahirle de batınla da barışıktır Müslüman için ideal konum; zahirle de batınla da barışık bir konumdur. O ne içi ne dışı, ne kabuğu ne özü ihmal eder. Bir müminin Peygamberimiz’in hayatı boyunca terk etmediği sünnetleri hafife almaz. Faraza sakal sünneti gibi bir sünneti Efendimiz’in ömrü boyunca hiç terk etmemiş olması üzerinde düşünür ve bu sünneti de gücü yettiğince uygulamaya çalışır.
Yemek yeme için her yere oturuşunda bir sünneti ihya etmenin hazzı ve bilinci ile Efendimiz’i hatırlayan bir mümin hiç olmazsa bu hadise göre sevap hanesine bir puan eklemiş olur. Nitekim bunu yaparken niyeti Efendimiz’e hürmet etmek ve onun sünnetini yaşatma isteğidir. En küçük bir sevaba muhtaç olacağımız o günü hatırlayarak sevap getirecek olan hiçbir ameli küçümseyemeyiz. Hangi sevaptan dolayı Yüce Allah’ın razı olacağını bizler tam olarak idrak edemeyeceğimiz için küçük bir sevabın belki kurtuluşumuzun anahtarı olabileceğini hesaba katmak durumundayız.
Şükürlü Sofralar İçin Yemek Duası yazısını okumak için buyurunuz.
Aydın Başar/ İrfanDunyamiz.com