İlhama mazhar olmuş nefis

Tasavvuf ehli, emmâre ve levvâme aşamalarından sonra birtakım ilhamlara mazhar olan sâlikin mülheme derecesinde seyrine devam edeceğini ifade etmişlerdir.[1] Sûfîlere göre sâlik, nefsi ıslah yöntemi içerisinde üçüncü aşama olarak kabul edilen bu derecede,[2] emmâre ve levvâmede olduğu gibi, karar kılmayı değil daha üst aşamalar olan mutmainne, razıyye ve merzıyye derecelerine ulaşmayı hedeflemelidir.[3]

Sûfîler dervişin sülûkünde Rabbânî ilhamlara mazhar olduğu mülheme[4] mertebesinde ibadet ve hayırlarının bu ilhamların da tesiriyle arttığını ifade etmişlerdir.[5] Onlara göre sâlik bu mertebede dağ, deniz, ova ve çevresindeki her şeyi tefekkür edip ibret alacak bir kıvama ulaşır.[6]

Dikkat ister

Bu süreçte sâlik, içerisini yakıp kavuran ateşe karşı dikkatli olmalıdır. Bu ateş sâlikin kararmış halde bulunan içerisini bembeyaz hale getirecek etkendir. Sâliki yakıp kavuran bu ateş onun vücudunda da birtakım değişiklikler meydana getireceği için sâlik dikkatli olmalıdır.[7]

Bununla birlikte mülheme derecesi sâlikin gerçek anlamda Allah sevgisine ulaştığı ve aynı zamanda azametinden korkmasına neden olacak bir aşama olarak da tanımlanmıştır. Kimi sûfîlere göre bu aşamada mutlak yokluğun işareti olarak “” ismiyle meşgul olması gereken derviş, melekût âleminin misafiridir. Sâlikin bu mertebede makamı “Ruh” seyri “Seyr alellâh”, tabiatı ise “Su”dur.[8]

Sûfîlere göre sâlik, emmâre ve levvâme mertebelerindeki iniş çıkışların aksine mülheme mertebesinde büyük ölçüde Kur’ân ve Sünnet merkezli bir hayatı yaşamaya başlar. Sûfîlerin belirttiklerine göre bu aşamada güzel ahlâk ilkeleriyle donanan sâlikte ilim, tevazu, tevbe, sabır, şükür, cömertlik, kanaatkâr olmak, insanları affetmek, özürlerini kabul etmek ve tahammül sahibi olmak gibi özellikler daha belirgin bir şekilde gün yüzüne çıkmaktadır.[9]

Ayak kayabilir

Mülheme mertebesinde sâlik bu güzelliklere sahip olmakla birlikte amelsizlik ve ihlâssızlık gibi durumlara da düşebilmektedir ve bu noktada sâlikin dikkatli olması gerekmektedir. Bu mertebede kazandıklarını muhâfaza edebilmek için sürekli bir şekilde mücâhede ve riyâzete devam etmelidir. Ayrıca sâlik, nefs ve ruhun tecellîlerini ayırt edecek bir halde olmadığı için bu mertebede mürşid-i kâmile olan ihtiyacını aklından çıkarmamalıdır. Çünkü bu mertebe ayakları kaydıran, hayr ve şerri bir arada toplayan bir yapıya sahiptir.[10]

Tasavvuf ehlinin ifadesine göre nefs-i mülheme mertebesinde sâlikin eşyayı gerçek mâhiyetiyle müşâhede eder. Sâlik ardı ardına maruz kaldığı kabz ve bast hallerinin tesiriyle ruhâniyyetinin artmasına şâhit olur. Bu mertebeye girişte sâlik kırmızı (“Rabbim buyuruyor ki o, bakanlara sürur veren, sapsarı bir sığırdır, dedi”[11] âyetinde dile getirilen sarıya yakın kırmızı renk) bir renkle muhatap olur. Sâlike nefs-i mülheme mertebesinde kerâmet ve velâyet-i suğrâ lütfedilir.[12]

Sûfîlerin ifade ettiğine gör sâlik bu mertebede bazen âh u zâr edip bazen de sükûnete ulaşabilir. Bâlî Efendi’nin de ifade ettiği gibi bu mertebede sâlike ism-i A’zam hürmetine melek vasıtasıyla Rabbânî ilham gelir ve gönlü Allah sevgisi ile dolar. Cenâb-ı Hakk’ın yardımıyla fâsit düşüncelerden kurtulup ilham ile hayal arasındaki farkı öğrenir. Böylece makamı yükselip nefsi mutmainne mertebesine dâhil olur.[13]

Hassas bir süreç

Sûfîler, birtakım ilhamlara kapı açmakla birlikte mülheme mertebesinin hassas yapısına dikkat çekerek sâlike ayağının kaymaması için gerekli telkinleri yapmışlardır. Buna göre sâlik, mülhemenin kişiyi aldatıcı ve kandırıcı doygunluğuna aldanmamalı, mücâhede ve riyâzet uygulamalarına hiçbir şekilde ara vermemelidir. Sûfîler, mülheme mertebesinde mücâhede ve riyâzet uygulamalarına son veren sâlikin levvâme hatta emmâre derecesine düşebilecek bir yapıya sahip olduğu hakîkatini unutmadan hareket etmesi gerektiğini de hatırlatmışlardır.

Sûfîler, mülheme mertebesinin belki de en tehlikeli yönü olan “Artık oldum, Ben piştim ve tamam erdim” gibi seyr u sülûkü kesintiye uğratacak telkinlere karşı mürşid-i kâmilin sâlike yön gösterici tavrı üzerinde de durmuşlardır. Buna göre, sâlik bu telkinlere kulak asmamalı ve üstâdının kendisine gösterdiği hedeflere ulaşabilmek için dur durak bilmeksizin bir gayretin içerisinde olmalıdır.

Netice itibariyle ifade etmemiz gerekirse asgari hedefi mutmainne mertebesine ulaşmak olan sâlikin mülheme mertebesindeki hâl ve tecrübelerini kontrol eden mürşid-i kâmiller bu süreçte tecrübeleri ve istikâmete dâir yönlendirmeleriyle sâlikin sağlıklı bir şekilde ideal hedefe ulaşabilmesi için üstlendikleri kılavuzluk görevlerini layıkıyla yerine getirebilmek için gerekli bütün adımları atabilmenin gayreti içerisinde olmuşlardır.

Dr. Fatih Çınar/ İrfanDunyamiz.com

DİPNOTLAR

1 Allah’ın nefsin isyan ve itaatini vasıtasız ilham ettiği için bu makama erişen nefsin adı mülheme olmuştur. Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, (İstanbul: Anka Yayınları, 2004), 545-549.
2 Ali Ünal, Kur’ân’da Temel Kavramlar, (İstanbul: Beyan Yayınları, 1986), 227; Yaşar Nuri Öztürk, Kur’ân’ın Temel Kavramları, (İstanbul: Yeni Boyut Yayınları, 1997), 342; Mustafa Cora, “Hevâyla Mücâdele İçin İhtiyaç Duyulan Potansiyelin İnsanın Benliğinde/Fıtratında Saklı Olması”,Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 1/1, (2012), 130-135.
3 Mehmet Zâhid Kotku, Nefsin Terbiyesi, (İstanbul: Vuslat Yayınları, 2010), 251.
4 Şems suresinin sekizinci ayetinde dile getirildiği gibi nefsin kötülüklerini ve takvasını Allah Teâlâ kuluna ilham ettiği için bu makama mülheme denilmiştir: “Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene and olsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.” Şems 91/7-9.
5 Receb-i Sivasî, Risâle fî usûli’l-Halvetiyye, (İstanbul: Beyazıt Kütüphanesi, Veliyüddin Efendi, 1836), 2a-3b.
6 Mehmet Hulûsi İşler, Nefis ve Şeytan, (İstanbul: 1970), 28-33; Süleyman Ateş, İnsan ve İnsan Üstü; Rûh, Melek, Cin, İnsan, (İstanbul: 1979), 180-181.
7 Sivasî, Risâle fî usûli’l-Halvetiyye, 2b; Fatih Çınar, “Receb-i Sivasî ve ‘Risâle fî usûli’l-Halvetiyye’ Adlı Eseri”, Sûfî Araştırmaları 3/6, 89-90.
8 Muhammed Nuri Şemseddin, Risâle-i Murâkabe, (İstanbul: Esad Efendi Taşbasımevi, 1284), 5; Ramazan Muslu, “Seyr u Sülûk Metotları”, Tasavvuf El Kitabı, ed. Kadir Özköse, (İstanbul: Grafiker Yayınları, 2013), 350.
9 İbrahim Hakkı Erzurûmî, Marifetnâme, Sad. M. Fuad Başar, (İstanbul: Âlem Yayınları, 2003), 591; Kotku, Nefsin Terbiyesi, 249-252.
10 Ahmet Ögke, Kur’ân’da Nefs Kavramı, (İstanbul: İnsan Yayınları, 1997), 89-90.
11 Bakara 2/69.
12 Bali Efendi, Atvâr-ı Seb’a, (İstanbul: Süleymaniye Kütüphanesi, H. Hüsnü Paşa, 1178/5), 116a.
13 Bali Efendi, Manzume-i Vâridât, (İstanbul: Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi, 2338), 31b-32a; Ramazan Muslu, “Halvetiyye’de ‘Atvâr-ı Seb‘a’ Yazma Geleneği ve Sofyalı Bâlî’nin Atvâr-ı Seb‘a Risalesi”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi 18/8, (2007), 54-56.

Şahsiyet Gelişimi↗

Müslümanca hassasiyetlerle yazılmış kişisel gelişim yazıları okumak için tıklayın.

Adab-ı Muaşeret↗

Sosyal hayattaki edep ve görgü kurallarına dair yazıları okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.