Modern cahiliyede Allah’ı tanımak…

Kur’an-ı Kerim’de isim ve sıfatlarıyla tanıtılan Rabbimizin has ismi “Allah” lafza-i celal’i özel bir isimdir ve “Hak” olan ilaha delalet eder. “Esma-i hüsna” dediğimiz, Allah Teâlâ’nın en güzel isimlerinin hepsinin anlamını içerisinde bulundurur.1 Lisan bakımından, Lafza-ı celal’in birtakım özellikleri vardır. Bu ismin ikili ve çoğul hâli yoktur. “Allah” lafzı, Kur’an-ı Kerim’de 2697 defa geçmektedir.

İslâmî geleneğin sıralamasına göre, ilk kırk surede “Ulûhiyet”, “Allah” isminden daha çok muzaaf durumuyla “Rabb” ismi getirilerek ifade olunmuştur. Kur’an-ı Kerim’in tümünde ifade olunan “Allah” isminin, Mekkî ve Medenî surelere dağılış nispeti yaklaşık şöyledir: Mekkî surelerde %35-40, Medenî surelerde %60-65 oranındadır.

Aristo benzerliği

Mekkî surelerde “Allah” isminin daha az kullanılmasındaki sebep; müşriklerin de Allah Teâlâ’yı var kabul etmelerine2 rağmen O’nu fonksiyonel olarak kabullenmemişlerdir. Müşrikler, Allah Teâlâ’yı, “Âlemi yarattıktan sonra “istirahate çekilen bir varlık, bir ilk muharrik” olarak kabul etmişlerdir.

Bu düşünceleri daha çok Aristo felsefesine benziyordu. Bu felsefe atıl ilah anlayışıyla deizme de kapı aralamıştır veya fonksiyonel anlamda deizmin kendisidir. Bu açıdan Kur’an-ı Kerim, Mekkelilere Allah’ı işlevsel olarak tanıtan “Rab” ismiyle anlatmıştır. Kur’an, şirk anlayışındaki atıl ilah anlayışı yerine faal Allah gerçeğini anlatmıştır. Bu anlayış tevhidin özüdür ve şirkin de karşıtıdır.

Âlemdeki makro ve mikro olayların hepsine Allah Teâlâ hâkimdir. İlmi ve kudreti insan aklının almayacağı üzere mutlak büyük ve sonsuzdur. İnsan hayatı dâhil olmak üzere evrende hiçbir boşluk bırakmadan yasalarını koymuştur. Onun yasalarına karşı gelmek veya uygulamamak tam bir fesattır.

Allah’ı ilah olarak kabul eden bir kimse iradesini mutlak anlamda O’na teslim eder ve hayatına vahiyle anlam verir. Müslüman olmak da zaten ilahi iradeye kayıtsız şartsız teslim olup hayatı Yüce Allah’ın isteklerine göre düzenlemektir.

Rab ismi

“Rab” kelime olarak fail için müstear olan bir mastardır. Kur’an-ı Kerim’in geldiği sırada, bu kelime Arapçada; “İtaat olunan efendi.3 herhangi bir durumu düzelten kimse, bir şeyin maliki” anlamlarını ifade ediyordu. İslâm’da ise “Benzeri olmayan efendi, verdiği nimetleri ile mahlûkatın durumlarını düzelten, yaratma ve emretmenin sahibi”4 demektir.

Ayrıca malik5, terbiye eden, idare eden, kemale erdiren, in’am eden, kayyum, bir şeyin üzerinde hak sahibi olan manalarına da gelir. Dil bilimciler, “terbiye” etmekten geldiği söylenen Rab kelimesini, “Bir şeyi kemaline ulaştırıncaya dek yavaş yavaş geliştirmek” şeklinde de tanımlamışlardır. Bu meyanda şunu ifade etmek gerekir ki mutlak anlamda Rab, varlıkların her türlü maslahatını üstlenen Allah Teâlâ’dır.6

Terbiye etmek vasfıyla diğer işlevsel özelliklerini bir araya getirerek bir tarif ortaya korsak Rab; İstila, inayet, tedbir, zabt, tasarruf, telkin, irşad, teklif, emir, yasaklama, rağbetlendirme, korkutma, iltifat etme, azarlama gibi terbiyenin bütün gereklerine sahip, kuvvetli ve en mükemmel bir terbiyeci demektir.7

Kur’an’daki kullanımı

Rab kelimesi marife olarak “Er Rab” şeklinde, yalnız Allah hakkında kullanılır. Bazı İslâm bilginleri, “Er Rab” isminin Allah’tan başkasına ıtlakında lügavi değil, dinî engel görürler. Kelimenin Kur’an-ı Kerim’de kullanılış biçimi ise şöyledir: Rab ismi, “Allah” lafza-ı celalinden sonra ulûhiyeti belirtmek için Kur’an-ı Kerim’de en çok kullanılan bir isimdir ki toplam Kur’an’da 970 defa geçmektedir. Fiil olarak yalnız iki defa varit olmuşken mastar olarak hiç örnek yoktur.

Rab isminin çoğulu “erbab”, dört yerde Allah’tan başka tanrı gibi ibadet olunan, tanrılaştıran varlıklar için kullanılmıştır. Kullanılan ayetlerin biri Mekkî, diğerleri Medenî olup ehlikitap hakkındadır.8 Kur’an-ı Kerim, Rab kelimesini, ilk vahiyden itibaren, insanlara ait zamirlere muzaaf olarak kullanmıştır.

Mekkî surelerde “Rab” isminin daha çok kullanılmasında Allah’ı fonksiyonel açıdan daha iyi tanıtma gayesi yatmaktadır. Çünkü müşrikler, yakın komşularının yani Bizans’ın etkisinde kalarak Aristocu bir ilah anlayışına sahip olmuşlardır. Mekkeli müşrikler de evreni yaratıp sonra da mahlûkatı kendi hâline terk etmiş “âtıl ilah” düşüncesi egemendi.

Kur’an-ı Kerim, Rab isminin derinliğinde var olan anlamları zihinlere yerleştirmek suretiyle düşüncede tevhidî bir devrim yapmıştır. Buna binaen Mekkî surelerde bu ismin çok kullanılması oldukça anlamlıdır. Allah Teâlâ’nın işlevsel tanıtımı zihinlerde karar bulunca, Kur’an “Rab” ismi yerine lafzay-ı celali Medine’de inen ayetlerde daha çok kullanmaya başlamıştır.

Modern putperestlik

Burada bir ilgi kuracak olursak modern insan da Allah’ı antik/ kadim cahiliyeden farklı anlamamaktadır. Yaratmada onu kabul edip hayatın düzenlenmesinde vahye kısmi bir şekilde yer vermek veya hiç yer vermemek suretiyle politeist (çok tanrılı) bir hayatı tercih etmektedir. Hayatı yönlendirmede icat edilen tanrı-insan(lar) mutlak otoritenin sahibi yapılarak kişiler rububiyet makamına çıkarılmaktadırlar.

Kadim cahiliyenin adamları bu inanca rağmen kendilerini nasıl ki inançlı hissediyorlarsa modern cahiliyenin adamları da kendilerini inançlı hissetmektedirler. Modern insanlar, özelde de Müslümanlar şirk konusunda hassasiyetlerini yitirdikleri için içine düştükleri şirk batağını yeterince anlamamaktadırlar. Dinin içerisinden aldıkları bazı ritüelleri hayatlarına yansıtınca kendilerini Müslüman olarak ifade edebilmektedirler. Modern hayata adapte olan Müslümanlar(!), dinden tamamen kopsalar bile bu kopuşun keyfiyetini düşünecek ve yeni kararlar alabilecek ilmi keyfiyette değildirler.

Yaratmada Allah’ı kabul etmek kişinin Müslüman olması için yeterli değildir. “Yaratma ve emretmenin”9 arası açılır, birincisi Allah’a verilirken emretme bir başkasına yetki olarak tanınırsa bu davranış gerçek şirktir. Kur’an-ı Kerim, koyu müşriklerin bile Allah’ı yaratıcı olarak kabul ettiklerini bize şöyle haber vermektedir: “De ki: ‘Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Onlar; ‘Allah’ diyeceklerdir. Öyleyse de ki: ‘Peki, siz yine de korkup sakınmayacak mısınız?”10

Müşrikler de ilk yaratılışın Allah tarafından başlatıldığını ve ilahların bunda dahlinin olmadığına inanıyorlardı. Onlar, ölümden sonra tekrar dirilmeyi ve Allah’ın rububiyetini kabullenmiyorlardı.11 Bilgi kaynaklarında vahyin olmayıp olaylara rasyonel, ampirik veya sansualist bakışları onları hem inkâra hem de bağnazlığa sürüklemiştir.

Şimdi de aynı

Durum şimdi de aynıdır. Yukardaki ayette de geçtiği üzere müşrikler yaratıcı ilah olarak Allah’ı kabul etmelerine rağmen emredici ve hayata hükmedici varlık olarak Allah’a inanmıyorlardı ki bu nedenle kendilerine müşrik denilmiştir. Emretmek dediğimiz şey; hayatın genişlik alanında Yüce Allah’ın isteklerine mutlak itaat edip gereklerini hayata yansıtmak; yasaklarını bilip her türlü haramdan itikaden ve amelen uzak durmaktır.

Müslümanın en basit eylemlerinden en karmaşığına kadar İslâm’ın getirdiklerine göre hayatına anlam vermesi gerekmektedir ki bunun içerisinde, iman, ibadet, ahlak, hukuk, iktisat, siyaset, eğitim ve uluslararası ilişkiler de vardır. 

Allah’ın rububiyetteki tekliğini tevhidin vazgeçilmez şartı olarak öne süren İslâm, insana daha önceden vermiş olduğu bir sözünü hatırlatmaktadır: “Hani Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine şahitler kılmıştı: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (demişti de) onlar: “Evet (Rabbimizsin), şahit olduk demişlerdi. (Bu), kıyamet günü: ‘Biz bundan habersizdik’ dememeniz içindir.”12

Cenab-ı Allah’ın yapmış olduğu bu teklifi kabullenmek fıtrattır.13 Ayetten de anlaşıldığı gibi Allah Teâlâ, insanı Kendini bilmek üzerine yaratmıştır. Teklifin kabulünde veya reddinde ruhun, varlıkları tanıma konusundaki fonksiyonunu unutmamak gerekir. Allah Teâlâ’yı gereği gibi tanıyan ve kabullenen ruh sahibi insan, iradesini ona teslim ederse Müslüman olur.

Üç boyut

Müslüman olmak; mutlak Rab olarak Allah’ı kabullenmek ve hayatın üç boyutunda da genişlik, uzunluk ve derinlik alanlarında Allah’ın emirlerine teslimiyet demektirİnsan tutkularının, şeytanın, kötü ailenin, zalim siyasanın, monarkların, firavunların, şirk eğitiminin, fesatçı çevrenin ve uluslararası emperyalist odakların etki alanına girmek suretiyle fıtratını bozabilir.

Emretme alnında yani hayatı Allah Teâlâ’nın isteklerine göre anlamlandırmak konusunda yalnızca Allah’ı kabul edeceğine dair Allah’a vermiş olduğu sözden cayarak hem Rabbini değiştirir hem de birçok rab türetir. İnsanları, türettiği bu sahte ilahlara kulluğa davet edebilir.

Tarih içerisinde sapmalar yaşandığında Allah Teâlâ peygamberler göndermek suretiyle fıtrattaki bozulmaları tashih etmiştir. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’den sonra ise Kur’an’ın rehberliği ve Peygamberimizin önderliği devam etmektedir. Sahte ulûhiyet ve rububiyet anlayışları bu iki asla göre düzeltilmelidir.

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com


DİPNOTLAR

1 Cürcâni, Şerif Ali b. Muhammed, Kitabu’t-Târifat, Beyrut, 1995, s.34
2 Mü'minun 23/84-89; Ankebut 29/61, 63.
3 Sabuni, Muhammed Ali, Safvetü’t-Tefasir, I,  25.
4 Taberi, Camiu’l-Beyan fi Te’vili’l-Kur’an, I,  91-92.
5 Zemahşeri, Keşşaf,  I, 20.
6 Isfahani, Ragıp, Müfredat, s. 336.
7 Yazır, Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, I, 79.
8 Bkz. Yusuf 12/39; Âl-i İmran 3/64, 80; Tevbe 9/31.
9 Araf 7/54.
10 Yunus 10/31.
11 Mevdudi, Tefhim, II,309.
12 Araf 7/172.
13 Havva, Said, el-Esas, V, 380.

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.