Aşıklar otağı Eyüpsultan…

Bazen içinizden bir rüzgâr eser, yücelerden bir selâm erişir ve yerinizde duramazsınız. Sanki bir yerlerden haber gelmesini bekliyormuş gibi bir heyecan kaplar içinizi… Sebepleri var eden Allah celle celaluh, davete icabet etmeniz için, bin bir türlü bahanesini de yaratmıştır. Bir de bakmışsınız ki velîlerin kokusunu hissettiğiniz bir yamaçtasınız; Eyüb Sultan’dasınız.

Çağıran O’dur, getiren O’dur, götüren O… Şayet O’nun kapısında âciz, fakir bir dilenci olduğunuzun farkındaysanız, o günkü nasibinizi alır, “Başım gözüm üstüne.” der ve şükredersiniz. Burası Eyüp Sultan’dır, âşıkların uğrağı, mahzun gönüllerin otağıdır. Hasreti nicelerinin burnunda tüter… Sevgililer Sevgilisi sallellahu aleyhi ve sellem’in mihmandarı Halid bin Zeyd Eba Eyyüb El Ensarî Hazretleri’nin mekânıdır. Onun mübarek kabri buradadır.

Cennet Kokusu

Burası sanki cennetten bir rayiha taşır. Yahut ondan bir yansıma, bir çekirdek, bir numunedir. Şayet sözlerimi abartılı bulmuşsanız, her birisi gökteki yıldızlar gibi olan ashab-ı kiramın kıymetini bir de âhiret âlimlerinden dinleyiniz. Cennetin kokusunu ashabın büyüklerinden alamayacaksak, kimden alacağız Allah aşkına?

Burası herhangi bir yer değildir dostlar! Medine’nin bir şubesidir; böyle der büyükler… Eğer öyle olmasa idi ötelere müştak bunca müminler, dünyanın dört bir yanından, buraya koşa koşa gelir miydi?

Burada, dağ, taş, uçan kuşlar, ağaçlar zikir hâlindedir. O mübarek evliyanın feyzinin etrafa yayılmaması hiç mümkün müdür? “Hak Hak diyen âşıklar/ Ciğerleri yanıklar/ Seherde uyanıklar/ Hakka erenlerdir bu/ Lâ ilâhe illâ hû” diye güzel bir ilahi vardır; Eyüp Sultan’ın kuşları sanki seherlerde bu ilahiyi söylerler. Niceleri onların avazına hayrandır; “Âşıkı hayran eder/ Dervişi sultan eder/ Ciğeri biryân eder/ Hakka erenlerdir bu/ Lâ ilâhe illâ hû” diye devam eder.

Yine Darendeli Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin; “Ol demde ins ile melek/ Raksa gelir çarh-ı felek/ Hu hu deyu suda semek/ Feryat eder vakti seher” dizelerinde de sanki Eyüp Sultan’daki seherler anlatılır. Burada seherler, sabah namazları, dualar, zikirler, tesbihatlar hakikaten bir başkadır.

Gül alırlar gül satarlar

Bir de Eyüp Sultan Hazretleri’nin gölgesinde karar kılmış, huzurunda huzur bulmuş derviş yürekli kimseler vardır ki onlar da artık birer güzellik timsali olmuşlardır. “Gül alırlar, gül satarlar.” dizesinde olduğu gibi sevgiyi, saygıyı ve tüm güzellikleri yaymaya devam ederler.

Bataryalarımızın boşaldığı, maneviyatımızın kendimize yetmediği dönemlerde onlardan birisi ile sohbet etmişsek, hâlleşmişsek, dertleşmişsek bizim için büyük nimettir. Her gördüğümde beni hayra çağıran, iyiliğe teşvik eden, bıkmadan usanmadan yüreğindeki sevgisini, muhabbetini paylaşan böylesine güzel insanlarla buluşturduğu için Rabb’ime şükrediyorum.

Yolda kaldığım zaman, tökezlediğim zaman onların dualarının bana yetişeceğini umut ediyorum. Çünkü ben büyüklerin duasına bütün kalbimle inanıyorum.

Bir Eyüp Sultan sabahı

Mevlâ nasip etti, yine tatlı bir Eyüp Sultan sabahındayım. İlk olarak Hazret’in türbesini ziyaret ettikten sonra sağlı sollu mezarların arasından geçerek Cülus Yolu’na doğru yöneldim. Mezarların arasından geçerken buralarda yatanların muhtemelen benden daha yakışıklı ve mevkice de benden daha üstün olduklarını düşündüm. Zira bu kabirlerin birçoğunun Osmanlı Dönemi’nin devlet büyüklerine ait olduğunu biliyordum.

Her bir mevkiinin ve rütbenin ayrı bir motifle işlendiği bu görkemli mezar taşları, üzerlerindeki bin bir çeşit sembolleriyle bize bir şeyler anlatmak istiyorlardı. Lisan-ı hâlleri ile hep bir ağızdan diyorlardı ki: “Makam ve mevkiler kabir kapısına kadardır.”

Mezar taşlarının söyledikleri bundan ibaret değildi elbette ki. Daha birçok hakikati terennüm ediyorlardı. Bir taraftan “Sen de öleceksin.” diye uyarıyorlar, diğer taraftan da “Henüz vaktin var.” diyerek müjdeliyorlardı. Evet, gün benim günümdü! Hâlâ tövbe etmek için; “Kapına geldim, kovma kapından.” diyebilmek için bir hakkım vardı. Secdeye kapanmak ve ağlamak için hâlâ bir bahane bulabilirdim.

Yahut bir gönül alabilir, bir sadaka verebilir, bir sevap işleyebilir ya da bir iyilik yapabilirdim. İnsanlık yolunda bir adım atabilir ya da o yoldan bir dikeni kaldırabilirdim. Pişmanlık günü gelmeden, mühlet sona ermeden, kendime çekidüzen verebilir, kulluğun gereklerini yerine getirebilirdim.

Karıncaları besliyormuş

Cami-i Şerif’in arkasındaki mezarlıklarda gezerken bu sefer dikkatimi, elinde bir poşetle mezarların arasında dolaşan ve oralara bir şeyler bırakan yaşlı bir kadıncağız çekti. Başlangıçta ne yaptığını tahmin edemedim. Sessiz ve sakin hâline bakılırsa bu dünya ile pek alakası yokmuş gibiydi. Orada bulunan birisine sordum; “Şu teyze ne yapıyor?” diye. Öğrendim ki bu kadıncağız bazı zamanlar gelip ekmek kırıntılarıyla mezarlıktaki karıncaları besliyormuş.

Kedileri, köpekleri besleyenleri, kuşlara yem verenleri buralarda çok görmüştüm ama ilk defa karınca besleyen birisini görmüş oldum. En küçük bir mahlûkatın bile bir can taşıdığını hatırlamak ve ona ikramda bulunmak ne güzel şey Allah’ım… Merhamet herhalde böyle bir şey olsa gerek.

İşte Eyüp Sultan böyle bir yerdir. Bu gibi tablolar, manevî açılım yapmak isteyen kimseler için ya da sanatçılar veya edebiyatçılar için güzel imkânlar sunuyor. Kimi zaman orada karşılaştığınız bir ihtiyar yahut bir meczup ya da bir güvercin sizi alıp bambaşka bir tarafa götürüyor.

Az ilerde beyaz sarığı, beyaz cübbesi ve beyaz sakalları ile yaşlı bir amca kedilere ciğer dağıtıyor. Bunu yaparken onlarla Rumeli şivesiyle konuşması ona sevimli bir hâl katıyor. Efendim, her ne kadar bu kabristanda geziniyor olsam da ruhum sanki salihler bahçesinde… Onların iklimlerine uğradıkça, merhamet örnekleri ile karşılaşmaya devam ettikçe ürperiyorum.

Karıncanın hakkı

Tasavvuf kitaplarında anlatıldığına göre evliyalardan birisi bir gün bir seyahate çıkmış. Bir ağacın altında mola vermiş. Azık poşetini açmış bakmış ki içerisinde bir karınca var. Bu karıncanın üç beş saat önce mola verdiği ağacın altındayken poşete girmiş olabileceğini tahmin etmiş. Karıncayı yuvasından ayırmaya hakkının olmadığını düşünerek o uzun yolu geri dönmüş ve onu oraya bırakmış.

Kimilerinin abartılı bulduğu bu ibretli hikâyeler ruhumda o kadar çok iz bırakıyor ki… Varsın birileri bunları “menkıbe” diyerek küçümseyip dursun! Bunları düşündükçe kendimi bir yolun ayrımında gibi hissetmeye başlıyorum. Tercihimi bir kez daha güle, göle ve gönle doğru yapıyorum. Yani kurtuluşumu içerisinde sevginin, şefkatin, acımanın ve merhametin olduğu huzur iklîminde buluyorum.

Zaten bu kabristanda dolaşıyor olmamın sebebi de gönül iklîmine duyduğum özlemden başka bir şey değil ki. Olanca cazibesiyle beni kendisine doğru çeken dünyayı ehline bırakmak ve işte tam o dünyaya doğru koşmak istiyorum. Tabî bunun lafta söylendiği kadar kolay olmayacağını tahmin edebiliyorum.

Aydın Başar/ Somuncu Baba Dergisi

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.