Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîm’de mü’minlerin birçok özelliklerini sayar. Bu özelliklerden biri de onların Allah yolunda cihad etmeleridir. Mü’minler, Allah yolunda malları ve canları ile cihad ettiler, ediyorlar ve edecekler. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in bir hadis-i şerifine göre cihad kıyâmete kadar devam edeceği için, mü’minler de kıyâmete kadar cihad edecekler.
Ama dünyalık bir menfaat için değil, sırf Allah yolunda cihad edecekler. Allah’ın ismi ve dâvâsı en üstün olsun, yeryüzünde şirk kalmasın ve İslam bütün dünyaya hâkim olsun diye cihad edecekler. Merhum şehid Seyyid Kutub, el-Mâide Sûresi’nin elli dördüncü âyetinin “Onlar, Allah yolunda cihad ederler” cümlesini tefsir ederken şunları söylüyor:
Onlar cihad ederler
“Yeryüzünde ilâhî nizâmı gerçekleştirmek, Allah’ın beşer üzerindeki hâkimiyetini ilân etmek, dünya hayatında onun şeriatını uygulamak için, insanlığın hayrını, ıslahını ve gelişmesini tahakkuk ettirmek için Allah yolunda cihad ederler, savaşırlar. Bu, Allah’ın yeryüzünde dilediğini yaptırmak için seçtiği mü’minlerin diğer bir sıfatıdır.
Onlar, Allah yolunda cihad ederler, savaşırlar. Kendi nefisleri ve milletleri, vatan ve cinslerinin selâmeti uğrunda değil, sadece Allah yolunda cihad ederler. Allah’ın nizâmını tahakkuk ettirmek, hâkimiyetini gerçekleştirmek, şeriatını infaz etmek ve bütün beşeriyete hayır kapılarını açmak için cihad ederler. Bu konuda onlar için hiçbir şey yoktur, kendilerine düşen bir pay yoktur. Yalnız ve yalnız Allah yolunda cihad ederler.”
Yüce Allah’ın âyetlerinden ve Peygamber Efendimiz’in hadislerinden öğrendiğimiz kadarıyla cihad, yeryüzünde fitne (şirk) kalmayıncaya ve din tamamen Allah için oluncaya kadar yapılan ve kıyâmete kadar devam eden bir ibadettir. Mü’minler bu ibadeti canları, malları ve bütün varlıkları ile canla, başla ve Allah rızası için yaparlar. Allah yolunda cihad ederler.
Allah’ın emridir
Son devrin tebliğcilerinden ve İslâmî hareket adamlarından biri olan Mevlânâ Mevdûdî de bu konuda şunları söyler: “…Çalkantı ve bunalımlara, tamahlara, türlü heveslere, kin ve düşmanlığa, taassuba ve kısır görüşlülüğe iten fesada karşı Allah’ın iyi kullara emrettiği cihad işte budur. İşte bu cihad, hiçbir güç ve takatleri bulunmayan mazlum kimselere, zâlim fesatçılara karşı zayıf kimselere yardım etmek için bir savaştır. Yüce kudret sahibi Rabbimiz özellikle Allah yolunda savaşı uygun görmüştür. Bu savaşın ilanından onun insanlar uğrunda değil, Allah yolunda olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
Bunun kulların menfaatine değil de sadece ve sadece Allah’ın rızasını elde etmek için olduğu görülmektedir. Allah’ın günahsız kulları arzu ve nefsanî isteklerinin peşinden takılıp gidenler tarafından zulme ve kahredilmeye maruz bırakıldıkları sürece cihat hükmüde geçerliliğini koruyacaktır.
İşte Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: “Onlarla fitne kalmayıncaya kadar savaşınız.” (el-Bakara Sûresi, 2/193) Bir başka yerde de: “Ta ki savaş ağırlıklarını bırakıncaya kadar…” (Muhammed 47/4) diye buyurmaktadır. Ve ta ki fesat son buluncaya, onun herhangi bir etkisi ve ortada savaşmayı gerektirecek bir durum kalmayıncaya kadar savaşınız.” (Mevdûdî, Cihad, Şafak yayınları, İstanbul, 1992, s. 38)
Hak ve batıl
Diğer taraftan şanı Yüce Allah, hakkı korumak yolundaki cihadın fayda ve lüzumunu ortaya koymakla, bunun gerekliliğini pekiştirici ifadelerle vurgulamakla kalmıyor, buyruklarıyla şu hususları da açıklıyor: “İman edenler Allah yolunda savaşırlar. Kâfir olanlar ise tâğût yolun da savaşırlar. O halde ey mü’minler, şimdi siz şeytanın velileri, dostları, yoldaşları ile savaşın. Şüphesiz şeytanın hilekârlığı zayıftır…(en-Nisâ Sûresi, 4/76)
İşte bu âyet, hak ile batıl arasındaki sınırı açıkça ortaya koyan ve kesin ayırım çizgisini belirleyen bir sözdür. Zulüm yolunda savaşanlar şeytanın dostlarıdır. Zulmü ortadan kaldırıp ona son vermek yolunda savaşanlar ise Allah yolunda cihad edenlerdir. Hak sahiplerinin haklarını almak ve onların mülkiyet haklarını ellerinden çekip koparmak hedefini güden her bir savaş tâğût yolunda bir savaştır. İşledikleri herhangi bir günah olmaksızın Allah adını ananlara eziyet etmeyi hedef alan her bir savaş da tâğût yolunda bir savaştır.
Böyle bir savaşın Allah ile ilgisi yoktur. Böyle bir savaş mü’min kimselerin yapabilecekleri bir iş değildir. Artık bundan sonra, mazlumları himaye etmek ve onları savunmak için savaşanların Allah yolunda cihad ettiklerinde şüphe yoktur. Zulmü silip ve her türlü tuğyanın sonunu getirip yeryüzünde adâleti ve insafı gerçekleştirmek amacıyla zâlimlerle savaşan ve fesatçıların kökünü kazıyıp Allah’ın gerçek kulları için rahat ve güvenilir bir hayat ortamı hazırlayarak insanlığın en yüce hedefini gerçekleştirmek için çarpışanların, Allah yolunda savaştıklarında şüphe yoktur.
Bu savaşçılar mazlumlara yardımcı olmakla âdeta Allah’a (yani Allah’ın dininin yayılmasına) yardım ediyor gibidirler. Allah’ın yardım ve zafer vaadi ise ancak bunlara has ve bunlara yapılmış bir vaaddir. İşte söz konusu edilen faziletleri ile Kur’ân-ı Kerim’in sahifelerinin dolup taştığı ve Yüce Allah’ın hakkında şöyle buyurduğu Allah yolundaki cihad budur. “Ey iman edenler! Sizi çok acıklı bir azaptan kurtaracak bir ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve Rasûlüne iman edersiniz, mallarınızla, canlarınızla Allah’ın yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bunlar sizin için daha hayırlıdır.” (es-Saff Sûresi,61/10-11)
Böyle bir cihadı yerine getiren kimseleri Yüce Allah’ın şu buyruklarıyla övdüğünü görüyoruz: “Muhakkak ki Allah, kendi yolunda birbirine kenetlenmiş (kurşunla kaynaştırılmış)bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” (es-Saff Sûresi, 61/4)
Cihadla bir değil
Yüce Allah’ın şu buyruğu ise böyle bir cihadın büyüklüğüne ve yüceliğine tanıklık etmektedir: “Siz, hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram’ı şenlendirmeyi, Allah’a, âhiret gününe inanan ve Allah yolunda cihad eden kimseler(in cihadı) ile bir mi tuttunuz? Bunlar Allah katında bir olamaz. Allah zulmedenler topluluğuna hidâyet vermez. İman edip de hicret edenlerin, Allah yolunda malları ve canlarıyla cihad edenlerin Allah katında dereceleri pek büyüktür. İşte bu mutluluğa erenler onların ta kendileridir.” (et-Tevbe Sûresi, 9/19-20)
Diğer taraftan böyle bir cihad hakkında şu hükümleri ifade eden hadis-i şerifler de vardır: “Böyle bir cihad için bir tek geceyi dahi uykusuz geçirmek bin geceyi ibadetle geçirmekten daha büyüktür.” “Böyle bir cihadınyapıldığı alanda sebat göstermek altmış yıl namaz kılmaktan üstündür.” “Böyle bir cihaduğrunda uykusuz kalan bir göze cehennem ateşi haram olur.” “Böyle bir cihad yolunda tozlanan ayaklara ebediyyen cehennem ateşi dokunmamak vaadi verilmiştir.”
Diğer taraftan cihada çağıran nidayı işittikleri halde, cihadı terk edip yerlerinde kımıldamayarak evlerinde oturanlara yönelik çok ağır tehditler vardır. Bu konudaki şu âyet-i kerimeye hep beraber kulak verelim: “De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, soyunuz-sopunuz, elinize geçirdiğiniz mallar, durmasından korktuğunuz bir ticaret, hoşunuza giden meskenler size Allah’tan, Rasûlünden ve onun yolundaki bir cihaddan daha sevgili ise o halde Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğunu hidâyete erdirmez.” (et-Tevbe Sûresi, 9/24)
Kıymetli okuyucularım! Bu âyetler ve hadisler ışığında her birimiz nelerle meşgul olduğumuzu yeniden bir daha gözden geçirelim. Yüce Allah ve onun sevgili Rasûlü ne diyor, biz ne ile meşgul oluyoruz? Kendimizi devamlı bir mürâkabeye tâbi tutalım.
Prof. Dr. Mustafa Ağırman/ İlkadım Dergisi
İstikamet Yazıları ↗
İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.
Kaynak Metinler ↗
İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.