Varlık dünyasına bütünsel yaklaşım

Olayları ve olguları değerlendirirken, bir değişkenli fonksiyonlarla değil, çok değişkenli fonksiyonlarla yaklaşmak, dar açılı bir yaklaşımla değil, evrensel-küresel cihanşümul 360 derecelik bir yaklaşımla olayların ve olguların arka planı üzerinde tefekkür ederek, tezekkür ederek ve taakkul ederek, bütünsel yaklaşımla değerlendirmek gerekmektedir.

Bir değişkenli fonksiyonlarla yaklaşım, parçacı yaklaşım, kısmi yaklaşım; hakikati böler, parçalar. Maksat bütünü görebilmek, hakikati yakalamak. Bu sebeple bütünsel yaklaşım bizi hakikate yaklaştırırken, parçacı yaklaşım, bizi hakikatten uzaklaştırır.

Yeryüzü- gökyüzü bütünlük yaklaşımı

Gökyüzünü burada ilahi alan, yeryüzünü de beşeri alan olarak sembolize ediyoruz. Aliya İzzetbegöviç; “Gökyüzünün öğrencisi olunmadan, yeryüzünün öğretmeni olunmaz” derken bu iki alanın etkileşimine dikkat çekerek “yeryüzü- gökyüzü” bütünlüğüne vurgu yapmıştır.

Gökten gelen vahyi kuşanarak; ilim, hikmet, irfan ve tasavvuru esas alan bir yaklaşımla yetişen nesiller, geleceğimizin inşasında önemli görevler ifa ederler. Bunlar yeryüzünün eğitim mimarları olarak, neslin ıslahını- inşasını ve arzın imarını gerçekleştirirler. O zaman yeryüzü-gökyüzü helalleşerek yepyeni bir dünya muştusunu insanlığa sunarlar.

Madde-Mânâ Bütünlük Yaklaşımı

Madde- mânâ bütünlüğü, bütünsel yaklaşımın en önemli parametresidir. Ruhumuz, aklımız, canımız, düşüncemiz, tasavvurumuz insanın manevi unsurları iken; bedenimiz maddi unsurdur. Bu maddi ve manevi unsurlar bütünüyle bizim hakikatımızdır. Bu hakikat parçalanamaz. Parçalanan hakikat, hakikat değildir. Parçalar, bütünü temsil edemezler, ancak kendilerini temsil ederler.

Bütünsel yaklaşım; maddeyi madde formunda, manayı mana formunda değerlendirir. Bütünsel yaklaşım; her bir bileşenin varlığını tanıma, ona değer verme ve her birinin ihtiyaç duyduğu gereksinimi yerine getirme yaklaşımıdır.

Madde-mana bütünlüğündeki bileşenlerden birine yaslanma, diğerini ıskalama, ayrıştırma, öteleme ya da yok sayma gibi bir yaklaşım; hem bütünsel yaklaşım tarzına, hem bilimsel yaklaşıma, hem de yaratılış fıtratına aykırıdır. Bu parçacı yaklaşım tarzında kaos vardır, düzensizlik vardır ve neticede mutsuzluk vardır. Oysa bütünsel yaklaşımda; ahenk vardır, nizam vardır ve sonuçta mutluluk vardır.

Dünya-Ahiret Bütünlük Yaklaşımı

Dünya-Ahiret Bütünlük Yaklaşımı; içinde yaşadığımız bu ifsad, haz ve hız çağında insanlığın sükûnet bulacağı, yeryüzünün de nefes alacağı bir reçetedir. Bizim kadim medeniyetimizde, “Dünya, ahiretin tarlasıdır.” Burada ne ekerseniz, ahirette onu biçersiniz. İyi bir çiftçi toprağını iyi eker. Toprağı ifsad eden her türlü zararlı ayrık otlardan arındırır. Bir mümin de dünyasını imar ve inşa ederken aynı hassasiyeti gösterir.

Ahiret bizim ebedi hayatımızdır. Ebedi hayatı reddetmek, yok saymak, inkar etmek, hakikati parçalamaktır. Laisizm, bu düşünce üzerine inşa olmuştur. Dünyevileşme demek olan Laisizm, insanlık için en büyük felakettir. Zira ebedi hayatı yok saymak, büyük bir cehalet ve zülümdür. Ebedi hayat demek, sonsuz hayat demektir. Sonsuz hayat demek ne demek? Onu izah edelim:

Öte dünya demek olan ahiret hayatı ebedidir, yani sonsuzdur. Sonsuz kavramı, ciddi bir kavramdır. Dile kolaydır. Sonsuzluk kavramını dünyevi ölçülerle izah etmek gerekirse, şunu demek lazım: İlk insandan günümüze ve günümüzden de kıyamet gününe kadar gelmiş geçmiş ve gelecek tüm insanların hayatını toplarsak, sonuçta şu kadar trilyon yıl ya da şu kadar kattırıl yon yıl denecektir. Bu toplamın matematikteki karşılığı sonlu bir rakamdır. Bu rakam M harfi ile ifade edilir. Dolayısıyla sonlu rakam, sonsuz rakamdan küçüktür. Bunun matematikle izahı şudur: M< dır.

Bu müthiş bir şeydir. Bunun anlamı şudur: Her birimizin öte dünya (Ebedi) hayatı tek başına, bu dünyaya gelmiş geçmiş ve gelecek tüm insanların dünyadaki toplam hayatından daha büyük bir hayata karşılık geliyor. Ebedi hayatı bu şekilde anlayan ve inanan bir insanın, bu hayatı tehlikeye atacak olumsuz davranışlarda bulunması, haksızlık yapması düşünülebilir mi? Akıllı ise, mümkün değil. Akıllı değilse,  zaten mazurdur.

Dünya-ahiret bütünlüğü, fıtratın kendisi olduğu için, hakikatin ta kendisidir. Bu hakikat, hayatı anlamlı kılar. Laisizm, Dünya-ahiret bütünlük hakikatini parçaladığı gibi zihinleri de parçalamıştır. İnsanlığın ebedi hayatını yok saydığı, inkâr ettiği gibi, bu dünyasını da yaşanmaz hale getirmiştir. Kurtuluş, parçacı-ayrıştırıcı değil, bütünsellik fikrini hem zihin dünyamıza hem de yaşadığımız hayata yansıtmakla mümkündür.

Kavli-Kevni Ayetler Bütünlük Yaklaşımı

Kavli-Kevni ayetler bütünlük yaklaşımı; hayatı anlamada, kavramada ve algılamada çok önemli bir kıstastır. Zira kavli ayetler, Allah tarafından peygamberlerine indirilen ayetler iken, Kâinattaki her bir öge, her bir elemen, her bir varlık da bir ayettir. Biz buna kevni ayetler diyoruz. Örneğin; Güneş ayettir, Ay ayettir, yıldızlar ayettir, su ayettir, ağaçlar, taşlar, toprak birer ayettir.

Bütün bu ayetler, evrende-kâinatta bulunduğu için biz bunlara, kâinattaki ayetler anlamında kevni ayetler diyoruz. Bu iki ayet arasında çelişkinin-paradoksun olması mümkün değildir. Önemli olan bu ayetleri okuyabilmek, idrak edebilmek, anlayabilmek ve kavrayabilmektir.

Kevni ayetleri inceleyen bilim dallarına hâkim olabilmek ve kavli ayetlerle birlikte ele alıp bu konuda hükümler çıkarmak son derece önemlidir. Fizik, Kimya, Biyoloji, Anatomi, Fizyoloji, Matematik ve benzeri bilim dalları bu perspektifle değerlendirilmeli. Bu bilim dallarının uzmanları, uzmanı oldukları alanlarda açıklamalarda bulunmaları, analizler yapmaları son derece önemlidir.

Kendi uzmanlıkları kadar, Kur’an ve Hadis ilimlerine de vakıf olsalar, birçok problemin bu çerçevede çözülmesi mümkün olacaktır. Örneğin, Mısır’ın şehid edilen Cumhurbaşkanı Muhammed Mürsi; hem tıp profesörü, hem hafız-ı Kur’an, hem de İslam’ın temel meselelerine vakıf bir insan olduğu için, uzmanlık alanı tıp ile ilgili bir problemi, kavli ayetler perspektifi açısından değerlendirme ve sonuçlandırma şansına sahipti. Her bilim adamı, Mürsi gibi çok yönlü olmayabilir. Uzmanlığı ile ilgili bir problemi, başka alandaki bir bilim insanı ile birlikte müzakere ederek değerlendirme yapılabilir. (Kavli ve Kevni ayetlerde uzman kişiler.)

Varlık dünyasındaki bütün olaylar ve olgular, birer ayettir. Ve her bir ayette hayat vardır. Bütün bu ayetlerin toplamına “kevni ayetler” denir. Kainat dediğimiz şey, bu kevni ayetlerin toplamıdır. Bu kevni ayetlere yane tabiata hikmetle yaklaştığımızda, Allah’ın “bak” dediği yerden baktığımızda ve “gör” dediği yerden gördüğümüzde, çok boyutlu bir perspektifle olayları ve olguları analiz ettiğimizde, eşyanın arka planını görme ve hikmeti yakalamak mümkün olacaktır. Bu bakış açısıyla baktığımızda, tabiattaki her olay ve olgu bu perspektifle değerlendirildiğinde, bambaşka bir durum ortaya çıkar.

Güneş, ışığıyla bütün bir evreni ve insanlığı ısıtır, aydınlatır ve hayatiyet verir. Gece, bütün canlı organizmalar için bir dinlenme ve rahat etme sebebi. Denizler, ırmaklar, dağlar, bayırlar vb. bunlarsız bir hayat düşünülebilir mi? Özetle kevnî ayetleri, ilmi bir yaklaşımla ve sorgulayıcı bir mantıkla analiz ederek ve arka planını öğrenerek hayatı daha iyi anlamlandırabiliriz.

Kevni ayetleri ihtiva eden “Kainat Kitabı”ından birkaç ayetten bahsedelim: Güneş, Sahip olduğu ısı enerjisiyle, bütün bir evreni ısıtmakta, ışık enerjisiyle aydınlatmakta ve çekim enerjisiyle etrafındaki gezegenleri yörüngelerinde tutmakta, böylece yaratıcının yüklediği görevi hakkiyle yerine getirerek, sorumluluk fonksiyonunu icra etmektedir.

Yanıcı olan hidrojen iki atomuyla ve yakıcı olan oksijen bir atomuyla ittifak kurarak, bütün canlı organizmalarının hayatiyetlerini sürdürmeleri için gerekli olan ab-ı hayat demek olan suyu (H2 O) oluşturmaktadır. Su da böylece Yaratıcının kendisine yüklediği görevi yerine getirmiş olmaktadır.

Dünyanın kendi ekseni etrafında dönerek gece ve gündüzün oluşmasına, güneşin etrafında dönerek yılların oluşmasına ve ayın da dünyanın etrafında dönerek Med-Cezir (Gel-Git) olayının meydana gelmesine sebep olmakta, böylece yaratıcının yüklediği görevi yerine getirmiş olmaktadırlar.

Varlık dünyasındaki her bir öge (kevni ayet), görevini ifa ederken, insana ve insanlığa hizmet etmekte ve yaşamına katma değer katmaktadır. İnsanoğlunun da bu iyiliğe, nimete ve hayatına kattığı katma değere karşı bir hamd ve şükür borcu bulunmaktadır.

Üstad Bediüzzaman, “Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. (Din ilimleridir.) Aklın nuru, fünûn-u medeniyedir. (Medeniyetin Fenleridir.) İkisinin imtizacıyla (bağdaşmasıyla) hakikat tecelli eder. İki cenah (kanat) ile talebenin himmeti (yardımı) pervaz eder. İftirak ettikleri (ayrıldıkları) vakitte; birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder” diyerek, kavli ve kevni ayetlerin birlikte düşünülmesi ve tefsir edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.

Geçmiş-Gelecek Bütünlük Yaklaşımı

İnsanın hayatı üç safhadan oluşur: geçmiş, an ve gelecek… Eskilerin tabiriyle; mazi, hal ve istikbaldir. İçinde yaşadığımız an, hayatımızın özünü, esasını belirler. Bu özü ve esası sağlam temeller üzerine inşa etmek durumundayız. Geçmişimiz, bizim bireysel tarihimizdir. Bireysel tarihimizi bilmemiz, hayati derecede önemlidir. Çünkü geleceğimizi inşa ederken, gelecekle alakalı projeksiyonlarımızı kurgularken, bireysel tarihimizden faydalanırız.

Sahih ve sağlam bir gelecek tasavvuru ancak sahih ve sağlam bir geçmiş tasavvuru ile mümkündür. Hayatımızın özü-esası demek olan “an”ı, sahih ve sağlam temeller üzerine inşa etmek durumundayız. Geçmiş ve gelecek tasavvurlarımız sahih olursa, içinde yaşadığımız an demek olan özümüz de esasımız da sahih ve sağlam olur. Bu perspektif çerçevesinde üretilen düşünceler, bize sahih bir istikamet kazandırır.

Bazen öğrencilerim, kaç yaşında olduğumu sorarlar. Cevaben, yarım asrı geçtim derim. Artık asır sözcüğünü kullanır hale geldik. Şöyle düşünüyorum: Yarım asrı aşkın bir süredir, bu dünyada yaşıyorum. Bu süre zarfında, her insanda olduğu gibi, pozitif ve negatif tutumlarım, davranışlarım olmuştur. Bir birey olarak bu negatif yönlerimi görmem, analiz etmem ve bunları acilen pozitif yöne dönüştürmem gerekmektedir. Çünkü benim gelecekle alakalı hayallerim, tasavvurlarım, düşüncelerim, projeksiyonlarım vardır.

Geleceğimi sağlam ve sahih temeller üzerine inşa ederken, bu negatif tutumları, pozitif yöne dönüştürmüş olarak yoluma devam etmem gerekmektedir. O zaman geleceğimin inşası da sağlam ve sahih temeller üzerin bina edilmiş olur. Her birey böyle düşünürse, negatiflerin asgari, pozitiflerin azami olduğu bir toplumsal gelecek bina edilmiş olur.

Bireysel tarih analizi bakımından ortaya koyduğumuz bu perspektif, toplumsal tarih analizi bakımından düşündüğümüzde de aynı sonuçlara varırız. Zira bireylerin bir araya gelmesiyle toplum meydana gelir. Bireyler için geçerli olan kriterler, toplumlar için de geçerlidir. Bireysel tarih analizi, toplumsal tarih analizinin küçültülmüş halidir.

Tarih; bir övgü, bir yergi ya da bir sövgü kitabı değildir. Tarih bizim geçmişimizdir. Hiçbir komplekse kapılmadan, geçmişimizi, toplumsal ve bireysel tarih analizi bakımından irdeleyerek, inceleyerek dersler çıkarmamız gerekmektedir. “Böylece yaşadığımız “an”ı sağlam ve sahih temeller üzerine inşa ederken, geleceğimizi de sağlam ve sahih temeller üzerine inşa etme fırsatını yakalamış oluruz.

Geçmişi esas alıp; geleceği ıskalamak, ötelemek ya da yok saymak ne kadar yanlışsa; Geleceği esas alıp; geçmişi ıskalamak, ötelemek ya da yok saymak o kadar yanlış olur. İçinde yaşadığımız “an”ı dolu-dolu yaşamanın ve bu yaşamdan meşru dairede zevk almanın, haz almanın ve tad almanın yolu, geçmiş- gelecek tasavvurunu bütünsel yaklaşımla anlamak, idrak etmek ve kavramakla mümkündür. 

Bu bütünsel yaklaşım hayatımızı anlamlandırdığı gibi, olayların ve olguların arka planını, çevremizi, dünyayı ve evreni idrak etmeye, anlamaya ve her şeyden önce kendimizi tanımaya götürür. Zira, “Kendini bilen Rabbini bilir” der bir bilge kişi. Bu çok anlamlı ve iddialı bir sözdür.

Parçacı yaklaşımla değil, bütünsel yaklaşım metodolojisiyle insanın kendisini bilmesi demek; fizyolojik, biyolojik, anatomik, psikolojik, sosyolojik ve benzeri tüm fonksiyonları ilmi manada bilmesi, bu ilim dallarının arka planını, hikmet yönünü anlaması, bu alanların birbirleriyle olan ilişkilerine vakıf olması demektir. Bu ilim dallarını bilmek, aralarındaki ilişkileri kavli ve kevni ayetlerin manzumesi çerçevesinde anlamak ve aralarındaki o muazzam nizamı-ahengi ve intizamı idrak etmek ne büyük bir lütuf! Bu bilimlere vakıf olan kişi hem haddini, hem kendini hem de Rabbini bilir.

Geçmiş-Gelecek bütünlük yaklaşımı;  özümüzü, esasımızı yani içinde yaşadığımız anı imar ederken, geleceğimizin de sağlam temeller üzerine inşasını ve imarını sağlamış olur.

Prof. Dr. Şemsettin Dursun/ İrfanDunyamiz.com

Şunlara Gözat

Sebastian’dan Süleyman’a bir iman hikâyesi…

            Eski ismi Sebastian yeni ismi Süleyman… O bir Fransız ve 2000’li yılların başında din …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.