Günlük hayatta cemaatimle daha yakın ve samimi ilişkiler kurabilmek için zaman zaman ufak latifeler, şakalar yaparım. Bazı vaiz ve imam arkadaşların da böyle benim gibi latifeli olduklarını biliyorum. Merhum Hacı Cemal Öğüt ve Timurtaş Uçar gibi bazı büyük İstanbul hocalarının da latifeleri hala dilden dile anlatılır. Biz tabi bu işin piri merhum Nasreddin Hocamıza yetişemeyiz ama kendimizce lafı gediğine yerleştirdiğimiz zamanlar olur.
Cemaatim ve mahalleli dostlar bu latifelerimizi genelde sıcak karşılıyorlar. Latifeyi yerinde yaparsanız iyidir ama yerinde yapmazsanız, ters tepebilir, kırıcı olabilirsiniz. Sonra her adama da latife yapılmaz, bazı insan kalas gibi olur latifeden anlamaz. Uygun kişiyi ve uygun zamanı denkleştirmeniz lazım. Bu yazımda bazı kullandığım latifelerden bir demet sunmak istiyorum.
“Müslüman erkekleri camiye çağırmaya gidiyorum!”
Bazen bizim caminin karşısında Yahya Kemal Çayevi var orada veya mahallede bazı kafeterya tarzı yerlerde otururken, ezan vakti yaklaşınca sohbetin en tatlı yerinde kalkmak icap ediyor. Orada bulunanlar: “Hocam! Ne güzel oturuyorduk, nereye birden kalkıyorsun?” diyorlar. Ben de; “Müslüman erkekleri camiye çağırmaya gidiyorum!” diyorum. Yani ezan okumaya gittiğimi söylüyorum. Tabi içlerinden namaz kılanlar; “Öyleyse davete icabet edelim, biz de gelelim” diyorlar ve camiye beraber gidiyoruz. Kılmayanlara da hafiften bir laf dokundurmuş oluyoruz, onlar da sağ olsunlar gücenmiyorlar.
“Kendisi nerede diye sorarlarsa ne diyeyim?”
Bazen camiye giderken cemaatimizden birisi veya esnaftan birisi ile karşılaştığımızda bana; “Hocam! Bize de dua et!” derler. Ben de; “Kendisi nerede diye sorarlarsa ne diyeyim?” diyerek ufak bir dokunduruş yaparım. Geylani Akan Hocamızın bir yazısında okumuştum. O da arkadaşlarına şöyle bir latife yapıyormuş: “Camiden geliyorum. Sağ köşede bir boşluk vardı. İmam Efendi’ye, ‘Burası neden boş?’ diye sorduğumda, ‘Sahibi gelmiyor,’ dedi. Sahibinin kim olduğunu sorunca da sizin isminizi zikretti. Ya gelin camideki yerinizi doldurun ya da vekâleten birini gönderin. Güzelim cami boş kalmasın, yazık değil mi?”
“Caminin direklerine, Allah’ın meleklerine mi vaaz edeyim?”
Bilindiği gibi namazların camide cemaatle eda edilmesinin daha faziletli olduğunu Sevgili Peygamberimiz bizlere haber veriyor. Caminin süsü, duvardaki işlemeler, mihraptaki süslemeler değil, caminin süsü cemaatidir. Cemaati olmayan cami harabe hükmündedir. Sohbet de vaaz da cemaate yapılır. Boş camide kime hitap edebilirsiniz?
Hani bir kıssa anlatılır… Hocaefendinin biri bir hafta hazırlanır, (kalabalık bir cemaate hitap edecek şekilde) camide vaaz etmeye gider. Gittiği cami de bir kişi vardır. Camideki şahsa selam verir ve “Hani senden başka kimse yok mu?” diye sorar. O da; “Burada fazla cemaat olmaz” der. Hocaefendi: “Ben de bugün buraya sohbet vermeye gelmiştim, bir kişiye de sohbet olur mu?” der.
Oradaki cemaatten olan vatandaş: “Valla hocam, ben pek bu işlerden anlamam ama seyislik yani at bakıcılığı yapıyorum. Tüm atlar dışarda bir at ahırda ise diğer atlar yok diye onu aç bırakmam” deyince Hocaefendi; “Anladım, cemaat olmasa da bana anlat diyorsun” der ve kürsüye çıkar. Sanki cami doluymuş gibi güzel bir sohbet yapar.
Namaz dan sonra o seyislik yaptığını söyleyen adama; “Nasıl oldu sohbet güzel mi idi?” deyince, o da Hocaefendi’ye; “Valla hocam, ben at bakıcısıyım dedim size, bana kalsa bütün atların yiyeceğini bir günde bir ata yedirmezdim” der. Hocaefendinin bakışları arasında geçip gider. İşte sevgili dostlar biz de bir imam olarak zaman zaman bu fıkrayı hatırlarız cemaatimizi az görünce… O zaman şöyle bir latife yaparız cemaatimize: “Neredesiniz yahu, caminin direklerine, Allah’ın meleklerine mi vaaz edeyim?”
“Kendi hasırda, kalbi Mısır’da”
Bilindiği gibi namazda huşu çok önemlidir. Yani Allah’ın huzurunda olduğu bilinciyle ihsan derecesinde namaz kılabilmektir huşu… Hani anlatılır; Mecnun çölde Leyla’yı ararken orada namaz kılan birinin önünden geçer. Adam ayakta selam verir ve Mecnun’un yakasına yapışır. “Be adam! Namaz kılanın önünden geçilir mi?” diyerek çıkışır. Mecnun; “Efendim! Kusura bakmayın, Leyla’nın aşkından sizin namaz kıldığınızı görmedim, sen de Mevla’nın aşkıyla namaz kılsaydın benim önünden geçtiğimi görmezdin” der. İşte ben de zaman zaman cemaatime bu hikâyeyi anlattıktan sonra; “Kendi hasırda, kalbi Mısır’da” sözünü hatırlatarak latife yaparım.
“Allah senden çok, benden razı olsun!”
Ara sıra cemaatime “Allah senden çok benden razı olsun” diye espri yaparım. İlk etapta bir duraklama oluyor, sonra espri olduğunu anlıyorlar. Bazen espriden anlayan cemaatimiz de bu sözümü bana söylüyorlar. Hani bir söz vardır: “Okulda adam ol baban gibi, eşek olma.” Virgülün yerinde kullanılması manayı düzeltir.
“Yemeğin önünden çayı, arkasından kahveyi içeriz inşaallah”
Bir yere misafirliğe gidince; “Hocam! Çay kahve ne içersin” diyenlere eğer yemek ihtiyacım varsa bu sözü söylüyorum. O zaman hane sahibi: “Tamam hocam, mesaj alınmıştır” diyerek güzel bir espri ile yapması gerekeni anlamış oluyorlar. Bu espriyi bizim hoca arkadaşlar da çok severek kullanırlar.
Şöyle bir fıkra vardır: Nasreddin Hoca bir eve misafir gider, ev sahibi; “Hocam! Susuz mu, uykusuz musun?” deyince Nasreddin Hoca lafı gediğine koyar: “Gelirken bir çeşme başında uyumuştum.” Yani yemek sormayan hane sahibini veciz bir şekilde uyarmış olur.
“Ekmeğin karnını doyurmaya gidiyorum.”
Bazen bakkaldan ekmek alıp eve giderken yolda bir arkadaşımız; “Hocam! Nereye gidiyorsun?” der. Bizim milletimizde böyle bir soru vardır. Bir yere gidene; “Nereye gidiyorsun” diye sorarlar. Ne yapacaklarsa… Hoca nereye gider, ya camiye ya eve… İşte böyle zamanlarda; “Ekmeğin karnını doyurmaya gidiyorum” deyince tatlı bir gülümseme ile hoş bir ortam oluşmuş oluyor. Ekmeğin karnı doymaz da… Hocan yemek yemeye gidiyor… Bu ve benzeri latifelerin cemaatle hocanın arasında daha çok yakınlaşmaya sebep olduğunu bizzat yaşayarak görüyor ve mutluluk duyuyorum.
“Hocalar üç şeyden izinli ve emekli olmaz: Namaz, vaaz, niyaz”
Peygamber Efendimiz buyurmuştur ki; “Namaz dinin direğidir.” Namazı terk eden dinini yıkmış olur. Namazı iki şekilde terk edebilirsiniz, ya deli olacaksınız ya da ölü olacaksınız. Eğer Cennab-ı Hak bize hocalık gibi bir büyük vazifeyi vermişse buna elbette çok şükrediyoruz.
İzinli de olsak emekli de olsak nereye gidersek gidelim; “Buyur namazı kıldır hocam” dediklerinde meşru bir mazeretimiz yoksa o namazı kıldırmak zorundayız. “Bir yerde sohbet yapar mısın” dediklerinde sohbet vermek durumundayız. Her türlü hayırlı işlerinde cemaatimiz; “Hocam bir dua eder misin” diye rica ettiklerinde onları kırmamak zorundayız. Herkes bunu bilerek ve kabul ederek bu mesleğe girmelidir. Hocalık keyif yeri değildir. Bu böyle biline… O kadar…
Osman Gülşen/ İrfanDunyamiz.com