İslam’ın sermaye sahiplerine ayar ve uyarıları

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem; “Ey Allah’ım! Kâfirlikten ve fakirlikten sana sığınırım” diye dua ettiğinde bir adam: “Ey Allah’ın Resulü! Siz bu ikisini birbirine bu kadar yakın mı görüyorsunuz” demiştir. Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem de; “Evet” cevabını vermiştir.[1] Kişi, gelir dağılımındaki ve dünyadaki kaynaklardan adaletsiz ve dengesiz yararlanmayı kader olarak algılar ve Allah Teâlâ’ya isyan eder, dağıtım mekanizmasındaki zalim siyasal yapılanmayı görmeyecek olursa elbette küfre yakın olur.

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem bu inceliği gözeterek bu tespiti yapmış ve geceleri yapmış olduğu dualarında kendisi,korkaklıktan, acizlikten, tembellikten ve cimrilikten Allah celle celaluh’a sığınmış,[2] ümmetine de: “Fakirlikten, niteliksiz ve sıradan bir kimse olmaktan; başkaları tarafından ezilmekten, alçaklıktan, zulmetmekten/ sömürmekten ve zulme uğramaktan/ sömürülmekten Allah’a sığınınız”[3] tavsiyesini yapmıştır.

Mal imtihandır

Fakirliğin psikolojik, sosyolojik, iktisadi, ahlaki, eğitim ve dini alandaki olumsuz etkilerinden dolayı İslâm dini, insanı önce mülkiyet konusunda bilgilendirmiştir. Buna göre İslâm, mülkiyetin mutlak anlamda Allah Teâlâ’ya ait olduğunu haber vermiştir.[4] İnsana izafî anlamda bir mülkiyet verilmiştir. İnsan, asla malın mutlak sahibi olarak tayin edilmemiştir. Allah Teâlâ, insanın “mal” karşısındaki konumunu “müstahlef” olarak belirlemiştir. Anlamı: Allah’ın malını onun adına meşru şekilde piyasaya çıkarma, sevk ve idare etmektir. Harcamada verilen bir vekâlettir ki meşru alanda olması ilahi bir emirdir.

İnsanın malda müstahlef olduğunu kavrayabilmesi için Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de yaklaşık 87 ayette malın ne olduğu ve olması gerektiğine dair uyarılarda bulunmuştur. Mala bakışla ilgili 87 ayetin mealini bu yazıda vermeyeceğiz fakat, çok çarpıcı olanlarından birkaç tanesini hatırlatarak Allah celle celaluh’un yapmış olduğu uyarıları yineleyeceğiz.

Kur’an’daki; “Sizi (geçici olarak kullanmaya) yetkili kıldığı (servet, güç, ilim, vakit gibi güzel şeylerden) bir kısmını, (zalimlere karşı yapılan mücadelede İslâm’ın zaferi için) harcayın! ”[5] ayeti hem mülkiyet hususunda hem de mala bakışla ilgili çok önemli mesajlar vermektedir. Kur’an-ı Kerim’de zaman zaman malın kullanılış yerleri ve kaynakları bağlamında insanlar için “imtihan olduğu”[6] hatırlatılması yapılmıştır.

İhtiyaç sahiplerine ve bilhassa Allah yolunda harcama yapmayanların, kendilerini cimrilik yaparak tehlikeye attıkları şu ayette hatırlatılmıştır: “(Malınızı ve canınızı) Allah yolunda harcayın da kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. (Çünkü cimrilik eder de) zalimlere karşı yapılan mücadeleyi malınızla ve canınızla desteklemezseniz, hem bu dünyada hem de ahirette zillet ve perişanlığa mahkûm olursunuz. Bu yüzden, asla cihadı terk etmeyin ve hep) iyiliklerde bulunun, çünkü Allah, iyilik eden (ve başladığı bir iyiliği yarım bırakmayan) kimseleri sever.”[7]

Kazanılmak için ömrün harcandığı malın “Müslümanı Allah’ı zikirden alıkoymaması”[8] istenmiş; “Gece gündüz mallarını Allah yolunda sarf edenlere büyük ecirler verileceği”[9] müjdelenmiştir. “Allah Teâlâ, mü’minlerin mallarını ve canlarını cennet karşılığında satın almıştır”[10] ayeti de bu müjdenin tezahürlerinden biridir. Mal tutkusunun cihadı engellemesi nifak alameti sayılmış[11], haramdan yemek yasaklanmış ve ihtiyaç sahibi olup da isteyenin ve (maldan) mahrum kimselerin müminlerin mallarında haklarının olduğu[12] bildirilmiştir.

İhtiyaç sahiplerine ve maldan mahrum bırakılanlara infak etmeyi emreden Allah Teâlâ, infakla ilgili emir tekrarını yaklaşık 78 ayette yapmıştır. İnfakın içerisine farz, vacip ve nafile bütün harcamaları dâhil etmiştir. Şöyle ki karşılıksız yardım ve sadaka[13], zekât[14], kişinin ana babası dâhil aile bireylerine yaptığı harcamalar[15], akrabalarına mali destekte bulunması[16] ve ihtiyaç fazlasını fakirlere vermesi[17] infak kavramının içerisinde ele alınmıştır. İnfakla ilgili öyle ayetler var ki bu ayetleri anlam alanına göre Müslümanlar uygun bir hayat yaşasalar, müminler arasında fakirlik probleminden hiçbir eser kalmaz.

Bu hüküm cümlesini desteklemek için infakın önemiyle ilgili şu ayetleri iyi kavramak ve gereğini yapmak elzemdir. Fakirlik problemini çözmek için içten dışa doğru bir çözüm öneren Allah Teâlâ, önce ana baba dâhil akrabalara infak etmeyi emretmiştir.[18] Bu ibadetin ameli hale getirilmesi esnasında verileni başa kakmayı ise yasaklamış[19] ve beğenilmeyen şeylerden fakire vermeyi hoş karşılamamıştır.[20] İnfak sıkıntı anında da genişlik anında da yapılmalıdır[21] ama her zaman orta yol tutulmalıdır: “Ne israf edilmeli ne de cimri davranılmalıdır.”[22]

İnfak daveti

Müslüman zenginler; “En çok sevdiğiniz şeyleri infak etmedikçe takvaya ulaşamazsınız”[23] ayetiyle “…ihtiyacınızdan fazla olanları (fakirlere ve diğer ihtiyaç sahiplerine) verin…”[24] ilâhî emrinin anlamlarını yeterince kavrayıp amel etselerdi bugün daha farklı bir İslâm dünyası olurdu. İnfak, Rezzak olarak yalnızca Allah celle celaluh’u bilmenin ve O’na güvenmenin bir tezahürüdür. Allah Teâlâ bu ayette mü’minlerin imanlarının, kendilerini, kardeşlerinin maddî ihtiyaçlarına karşı duyarlı hale getirmedikçe kâmil bir iman sayılamayacağını hatırlatmaktadır.[25]

Bu duyarlılık cümlesinden olmak üzere yukarıdaki ayetin gelişiyle beraber, az veya çok mala sahip olan bütün Müslümanlar fakirlerin lehine olarak mal bağışlamakta yarışa girmişlerdir. Ensar’dan Ebu Talha (ö: 34/654), “Bu ayet inince doğru Peygambere varmış ve “Beyruha” adlı bir bahçesinin olduğunu, burasının kendisine çok sevimli geldiğini ve bu bahçeyi fakirlere sadaka olarak verdiğini beyan etmiştir.

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, bahçenin, Ebû Talha’nın akrabaları arasında paylaştırılmasının daha iyi olacağını söylemiş ve bu istek üzere Ebû Talha’nın fakir akrabalarına bölüştürülmüştür.”[26] Sahabenin, malları paylaşma konusundaki cömertliklerinin temelinde ayete kendilerini muhatap sayma anlayışlarıyla beraber “empatik” davranış sergileme de vardır.

Ayetlerin iniş süreciyle ilgili iz sürecek olursak görürüz ki Yüce Allah, Mekke döneminde zatında, sıfatlarında, isimlerinde, fiillerinde, yaratmasında ve emretmesinde tek ve eşsiz olduğunu beyan ettiği vahiylerini insanlara göndermiştir. İkinci olarak da fakirlik sorununun kaldırılmasını tavsiye ettiği buyruklarını bildirmiştir. Kısacası, Mekke döneminin ana konusu tevhit ve fakirlik problemine çözüm bulmaktır.

Nüzul sırasına göre takip edersek görürüz ki Alak Suresi’nde; kendini kendine yeterli gören (kodaman) kınanmış,[27] ikinci sırada nazil olan Kalem Suresi’nde ise fakirlere karşı cimri davranan bahçe sahiplerinin mallarının helak olması anlatılmıştır.[28] Onların üzerinden kapital sahibi zenginlere gönderme yapılmıştır. Kendinize gelin, fakirlere yardım edin; aksi halde bütün mal varlığınızla beraber yok olabilirsiniz” mesajı verilmiştir.

Kalem Suresi’ndeki bahçe sahipleri nasıl ki kendilerini malda tasarrufta mutlak yetkili görüyorlar ve fakirleri gözetmemeyi doğal karşılıyorlarsa; Hazreti Şuayb aleyhis selam’ın kavmi de aynı yanlışlığa düşmüş ve helak olmuşlardır. “Mallarını istedikleri gibi”[29] kullanmayı savunan Medyen halkı, ifadelerinden de anlaşıldığı gibi anlam olarak mutlak liberalizmi savunmuşlardır. Allah Teâlâ’yı ve emirlerini dışlayan bu dünya görüşü aynı zamanda siyasal şirki temsil etmiştir.

Peygamberler ve Peygamber Efendimiz itikadi, sosyal, ahlaki ve siyasal şirke karşı nebevi mücadele verdikleri gibi aynı mücadeleyi iktisadi şirk olan maldaki bireysel ve toplumsal tanrılaşma iddialarına karşı da vermişlerdir. İktisadi şirk, siyasal şirkin tercihiyle uygulama alanı bulur. Günümüzde kendisini kapitalizmin ve sosyalizmin değişik formlarında göstermektedir.

Zekat emredilmiştir

Nüzulüne göre 3. sıradaki Müzzemmil Suresi’nde zekât emredilmiş,[30] Müddessir Suresi’nde ise ki 4. sırada nazil olmuştur. “Fakirleri yedirip doyurmamanın karşılığının cehennem olduğu”[31] haber verilmiştir. “Allah yolunda harcanmayan malın sahibine faydasının olamayacağı”[32] 6. sırada nazil olan Tebbet Suresi’nde vurgulanmış ve tüm zamanlardaki “holding ağaları” tehdit edilmiştir.

7. sıradaki Tekvir Suresi’nin; “Herkes yaptığının veya yapması gerekirken yapmadığının karşılığını bilecektir”[33] ayeti, mallarının üzerlerindeki hakları fakirlere vermeyen sermaye sahiplerini uyarmaktadır. İlk dönem surelerinden Leyl Suresi’nde (9. sırada nazil olmuştur.) cömertliğin sembol ismi Hazreti Ebubekir, Allah rızası için yaptığı cömertçe davranışları nedeniyle övülmüştür.[34] Fecir Suresi’nde ise sürekli mal toplayan ve miras malını fütursuzca sermaye yapıp yetime ve yoksula vermeyenler kınanmışlardır.[35]

Nüzul dönemine göre ilk sıradaki ayetlerin tamamını sergileyecek olsak konuyu şişireceğimizden dolayı atlayarak da olsa bazı sureleri, konusunun önemine binaen vermekte fayda görüyoruz. Bunlardan birisi de 16. sırada nazil olan Tekasür Suresi’dir. Surenin açılışı, bir deyimle yapılmıştır. Deyimsel anlamı öncelersek şöyle bir meal tercih etmek gerekir: “Mal biriktirme tutkusu, sizleri öyle bir oyaladı ki derken ölüm geldi çattı”[36] “Mal/ kapital çoğaltma arzusu sizi o kadar meşgul etti ki ahireti unuttunuz” mesajı verilmiştir.[37] Gazap ifadesiyle; “Geberene kadar sermayenizi artırmakla oyalandınız”[38] uyarısı yapılmıştır. Kur’an-ı Kerim, malda cimri davranmak ve emeğin karşılığını vermemekle Allah’ı hakkıyla bilmemek ve ahiret gününü inkâr etmek arasında da ilgi kurmuştur.[39]

İlk dönem sure ve ayetlerindeki tevhidi vurgularla fakirlik problemine çözüm bulmanın bazı örneklerini burada bitirirken Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, konuyla ilgili emir ve tavsiyelerine de kısaca değinmek istiyoruz. Hadislere ve Sünnet’ten uygulamalara geçmeden önce şu hususu önemine binaen hatırlatmak isteriz: Kur’an ve Sünnet’in yoksulluk sorunuyla ilgili değerlendirmeleri, vahyin ve risaletin dil cazibesiyle projeli bir çalışma olarak verildiğinde Müslümanların çok önemli kazanımları olacaktır. Bu kazanımların en önemlileri şunlardır:

1- İslâm’ın, hayatın iktisadi alanı dâhil hiçbir yönünü boş bırakmadığı anlaşılacaktır. Buna göre, İslam’ın aynı zamanda bir dünya görüşünün olduğu kavranınca İslam dünyasındaki seküler yaklaşım zayıflayacak veya sona erecektir. Müslüman gençler, ideolojilere iman edip sağ ve sol tercihlerle İslam’ı kısmen de olsa reddetme hastalığından; kitlesel irtidat günahından kurtulacaklardır.

2- Dini parçalamak yerine bütüncül olarak anlama dönemi başlayacaktır. Kur’an; “Ey iman edenler! Her şeyinizle Müslüman olunuz…”[40] buyurmuştur. Bu ayete göre hayatın bütün alanlarıyla beraber iktisadi alanının da vahye göre düzenlenmesi emredilmiştir. İslam’ın iktisadi emirlerinin de itikadi bir yönünün olduğuna inanmak dine bütüncül yaklaşımın doğru sonucudur. Yüce Allah, insan ve toplum hayatının hiçbir alanında boşluk bırakmamıştır.

3- Sosyal, siyasi ve iktisadi sorunlarla ilgilenmek, Müslümanlara çözümler sunmak mü’minleri yaşadıkları topraklarda ev sahibi konumuna yükseltip kiracı gibi olmaktan kurtaracaktır. Ayrıca Müslümanlar bu sayede fikren de kendilerini geliştirme imkânını elde ederler. Geçen zamanlarda bu inceliği kavrayamayan Müslüman gençler, verili duruma göre İslâmî çözüm üretmekten uzak durdukları için önce toplumlarına yabancılaştılar, sanal bir dünyada yaşamayı tercih ettiler; sonra da duracak yerlerini bilemedikleri için sağ-sol politikalara entegre oldular. Bu halleriyle samimi gençler için de kötü örnek oldular ve onların umutlarını kırdılar.

4- Yoksulluk dahil tüm insani problemlere kayıtlı olmak dini ütopik bir kurum olmaktan çıkarıp Müslümanları, hayatı değerlendirmede ve olaylara sahip çıkmada daha inanılır kılacaktır. Hayatın tüm sorunları Müslümanların gündeminde olmak zorundadır. Sorunlara karşı ilgisizlik Müslümanları toplum gözünde itici hâle getirir.

5- İslam’ın bir dünya görüşünün olduğuna inanmak, gençleri ideolojik arayıştan ve iktisadi şirke bağlı irtidat çeşitlerinden koruyacaktır.

Sayarak vermeyin

Yukarıda fakirliğin çözümü ile ilgili saymış olduğumuz hususların ve buna bağlı toplumsal yararların sağlanmasında Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in yoksulluğa bakışının çok özel ve önemli bir yeri vardır. O; “Kimsesiz kadınların ve yoksulların ihtiyacını gidermek için çalışmayı Allah yolunda cihad etmeye ve geceleri namazla, gündüzleri oruç tutmakla geçirmeye” denk saymıştır.[41] Bu nedenle de varlıklı kimselere; “Yoksullara sayarak vermeyin, aksi halde Allah Teâlâ da size sayarak verir”[42] demiştir.

Cimri kimselerin Müslümanlara önderlik (siyasi-iktisadi açıdan) yapmamasını öneren Resulullah: “Cennetin kapısının; selamı yaymak, yoksulları doyurmak, akrabalarla sürekli iletişim kurmak (sılayı rahim yapmak) ve insanlar uykuda iken namaz kılmakla”[43] açılacağına işaret etmiştir. İnsanın, fakirlere infak etmesi ve onların mali dertleri dâhil ihtiyaçlarıyla ilgilenip çözüm bulabilmesi için cömert olması esastır. Kur’an bütünlüğü çerçevesinde baktığımız zaman görürüz ki Allah celle celaluh, müminlerle cimriliği yan yana anmamıştır. Kur’an’a göre cimriler, bütün türleriyle kâfirler ve münafıklardır. Bu hükmü zihinlere yerleştirmek için Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “İman ve cimrilik aynı kalpte bir araya gelemezler”[44]

Yoksullar için fakirlikten büyük dert yoktur. Bunu anlayabilen bir mü’min; “Din kardeşini böyle bir sıkıntıdan kurtarabilirse Allah da onu kıyamet gününün sıkıntılarından kurtarır.”[45] “Esirleri özgürlüğe kavuşturun, açları doyurun ve hastaları ziyaret edin”[46] buyuran Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, müminlerin, fakirlere zekât borçlarını mutlaka vermelerini fakat yoksulluk sorunu zekatla çözülmüyorsa; “Zenginlerin mallarında zekât dışında da (fakirlerin), hakları olduğunu”[47] bildirmiştir. Çünkü fakirler zenginlerin kardeşidir. Onun için Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem; “(Fakir) kardeşlerinizi Allah sizin himayenize verdi. Onlara yediklerinizden yedirin ve giydiklerinizden giydirin”[48] tavsiyesini yapmıştır. Keşke zenginler bu nebevi buyruğu hakkıyla anlayabilselerdi!

Fakirlik konusunda insanlar arasında bir ayrımın yapılmayacağı dinde karara bağlanmıştır. “Fakirliğin dini imanı olmaz” önermesi dayanağını Bakara Suresinin 272. ayetinden almıştır. Mekke Döneminde, Hz. Peygamber ve Müslümanlara zulmün her türlüsünü reva gören müşrikler veya başka dinden olanlar kıtlıkla karşılaşınca Medine’ye gelip Resulullah’dan yardım talep etmişlerdir. Geçmişteki çektiklerine bağlı radikal bir tavır alan ve müşriklere yardım etmek istemeyen Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’e, Yüce Allah şu uyarıyı yapmıştır.[49] “Onların hidayetinden sana ne; Allah hidayeti (bizzat) dileyen kimselere verir. Siz hayır/maldan ne infak ederseniz kendiniz için harcamış olursunuz; yeter ki yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak için harcayın ve hayır için yapacağınız bir harcama, size tastamam geri dönecek ve siz kesinlikle haksızlığa uğramayacaksınız.”[50]

Komşunu düşünmek zorundasın

Hayatın hiçbir alanında müminlerin birbirlerine karşı “sırt dönmemelerini/ birbirlerinin sorunlarına ilgisiz kalmamalarını”[51] isteyen Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem; “Komşusu açken kendisi tok olarak yatan kimse mümin değildir”[52] uyarısını yapmıştır. Aynı uyarıyı bir başka rivayette şu ifadeyle yinelemiştir: “Yanı başındaki komşusunun yoksulluğunun farkında olduğu halde komşusu açken kendisi tok yatan kimse bana iman etmemiştir”[53]

Toplumun içerisinde bir kimse aç olarak sabahlarsa Allah Teâlâ’nın zimmeti/ koruması o toplumdan kalkar”[54] buyuran Resulullah bu uyarı ve emirleriyle Müslümanlara çok büyük görevler yüklemiştir. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in eğitim ve öğretiminden geçen müçtehit sahabi ve İslâm siyaset nizamının zirve temsilcilerinden Hazreti Ömer radıyellahu anh, Müslüman bir kimseye kayıtsız kalıp susuzluktan dolayı ölümüne neden olanları “katil” kabul etmiş ve ölen bu şahsın diyetini o kabilenin tamamına ödetmiştir.[55]

Herhangi bir kimseye karşı kayıtsız kalıp susuzluktan veya açlıktan dolayı ölümüne sebep olmayı katillik olarak gören, İslam’ın dışında yeryüzünde başka bir hayat tarzı yoktur. Bu İslami uygulamanın anlamını Müslümanlar yeterince anlayıp uygulama alanına koyabilselerdi bugün çok daha farklı bir yerde ve keyfiyette olurlardı. Ülkelerinde fakirlik diye bir problem de olmazdı.

Maişet/ geçim talebiyle çalışmak hem çok onurlu hem de çok önemli bir iştir. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem; “Geçim için çalışmanın günahlara kefaret olacağını”[56] bildirmiştir. İnsanın kendisinin ve aile bireylerinin geçimi için çalışması günahlara kefaret olduğuna göre İslâm, emeğe kutsallık atfetmiştir. Hazreti Âdem aleyhis selam’dan, Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’e kadar peygamberlerin gönderiliş amaçlarından birisi de emeğin üretime dönüşmesinin sonucu olan malı korumaktır. Malı korumanın içerisinde emeğe saygı, işçinin hukukunu muhafaza, ahlaksızlığa ve sömürüye geçit vermeme, güvensizlik oluşturmama, dar gelirlileri ve zayıfları (bir mazerete binaen çalışamayanları) ezdirmeme de vardır.

Kullarının emeklerinin karşılığını yedi yüz katına kadar fazlasıyla ödeyen Allah Teâlâ,[57] sermaye sahiplerine şu mesajı vermiştir: “Çalıştırdığınız kimselerin emeklerinin karşılığını hakkıyla verin ama biraz da fazlasıyla ödeyin. Eksik ödemede bulunmayın.” “Müslüman, Müslümanın kardeşidir ona zulmetmez/sömürmez ve zulme (sömürü ortamına da) terk etmez…”[58] İşçinin ve diğer emek sahiplerinin çalıştıklarının karşılığını vermemek en büyük zulümdür. Emek karşılığında bir zulmün doğmaması için, sermayedarların ücreti apaçık şekilde belirleyip kayda bağlamamalarını Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem yasaklamıştır.[59]

Alın teri kurumadan

İşçiyi çalıştırdıktan sonra ücretinin geciktirilmesini hoş karşılamayan Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem,  sermaye çevrelerinde karşılığını yeterince bulamayan şu meşhur emrini vermiştir: “İşçilerin ücretlerini alınlarının teri kurumadan (hakkıyla) ödeyiniz”[60] İşçi işveren münasebetlerine genel ilkeler koyması bağlamında Hazreti Şuayb ile Hazreti Musa arasındaki sözleşme ve sözleşme şartlarına riayet çok önemli ipuçları vermektedir.[61]

Eğer işveren işçiye zulmederse şu kutsi hadiste beyan edildiği gibi patron, Allah celle celaluh’u karşısına almıştır. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, Yüce Allah’tan şöyle nakletmiştir: “Allah Teâlâ buyurdu ki ben kıyamet günü üç grup insanın hasmı/düşmanıyım. Kime düşmanlık edersem onu param parça ederim. Ben; benim adıma söz verip daha sonra verdiği sözden cayanın, özgür bir kimseyi para karşılığı satıp sonra da parasını yiyenin[62], ücretli insan çalıştırıp ücretini (yaptırdığı işin ağırlığı ve üretime katkısına göre) tam olarak vaktinde ödemeyenin (düşmanıyım.)”[63]

Siyasi ve iktisadi örgütlenmeler, bu hadisleri referans almak suretiyle ilkeler belirlemeli ve işçinin, yoksulun ve engellere bağlı çalışamayan insanların yanında bulunmalıdır. Bu konuda devlete çok önemli görevler düşmektedir. İşçi kesimi de sömürü düzenine karşı uyanık durup alın terini sömürtmeme hususunda teyakkuz halinde olmalıdır. Emeğin kutsallığı hesabına hiçbir uyuşturucu propaganda karşısında şekerleme bile yapmamalıdır. İşçiler ideolojik yapılanmaların taşeronluğunu yapmak ve sarı sendikacılığın piyonu olmak yerine hak ve emek mücadelesi vermelidir. Bu mücadeleye destek olmayan ve sarı sendikacılık yapan kurumları hayatlarından çıkarmalıdırlar.

İslam dini ve onun kaynakları incelendiğinde görülür ki dinde mutlak adalet vardır. İslâm’ı doğru anlama bilincine eren Müslümanlar duruş yerlerini iyi tespit etmişlerdir. Bu şuurlu insanlar, dünya finans sisteminin yanında olmadıkları gibi, sistemin yanında duran sağ ve sol politik kurumlara ucuz oy deposu olmak gibi güdümlü yörünge siyasetine de iltifat etmemişlerdir.

Yukarıdaki söylenenler samimi bir uygulama zemini bulduğunda, tarih içerisinde toplumların maddi açıdan zayıf kesimleri, önderleri kabul ettikleri peygamberlerin etrafında toplanmışlardır. Çünkü peygamberler tüketime bağlı oluşan kast sistemini yıkmışlar, bunun yerine “erdem” ve “takva” ya dayanan yepyeni bir insani toplumsal düzen kurmuşlardır. Erdem esas olunca sermayeye karşı fakirler ezilmemiştir. Hakları gasp edilince zalim sermayedarlara karşı kılıç bile çekebilmişlerdir. Bu anlayış Müslüman olduğunun bilincinde olan her emekçide potansiyel olarak vardır. Her ne kadar hocalarımız (!) bu konuları işlemeseler de Müslümanlar bu dinamizmi İslâm’dan almaktalar; Kur’an ve Sünnet okumalarıyla da kendilerini diri tutmaktadırlar.

Velhasıl bugünkü liberal sermayenin dini imanı yoktur. Sadece din istismarı vardır. Müslümanları dünya sistemine entegre etmek için islamizasyon politikalarını ihtiyaca göre devreye sokarlar ve yerli işbirlikçilerini ülkelere göre kullanabilirler. İstismara aldananlar “istihmara”[64] razı olmuş zavallılardır. Dini olmayan sermaye, yerine göre kendini dindar gibi gösterirken, esas kazanımını din üzerinden din düşmanlığı üretmekle elde etmiştir.

Kitlesel din düşmanlığı yapan işbirlikçi sermaye – ki burada dinle İslam’ı kastediyoruz- İslam dinini dünya ticaret merkezi eksenli emperyalist siyasetin alternatifi olmaktan çıkarma gayretine girişmiştir. Bu vahim durumun neticesinde isteyerek veya istemeyerek insanlarımız Amerikancılığa adapte edilmiştir. Artık Müslümanı da gâvuru da siyaseti Amerikancı kavram ve terimler üzerinden yapmaktadırlar.

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

DİPNOTLAR

1 Nesai, İstiaze, c. VIII, s. 267.
2 İbni Mace, Edep, Had. no: 3844, c. II, s. 1263.
3 İbni Mace, a.g.e, Had. no: 3842, c. II, s. 1263.
4 Bkz: Bakara 2/107; Al-i İmran 3/189; Maide 5/17, 18, 120; Tevbe 9/116; Hadid 57/2, 7 vd.
5 Nur 24/33.
6 Enfal 8/28; Tegabün 64/15.
7 Bakara 2/195.
8 Münafikun 63/9.
9 Bakara 2/274.
10 Tevbe 9/111.
11 Fetih 48/11.
12 Zariyat 51/19; Mearic 70/24.
13 Bk: Al-i İmran 3/92.
14 Bk: Bakara 2/3.
15 Bk: Bakara 2/215.
16 Bk: Bakara 2/267.
17 Bk: Bakara 2/219.
18 Bk: Bakara 2/215.
19 Bk: Bakara 2/262.
20 Bk: Bakara 2/267.
21 Bk: Âl-i İmran 3/134.
22 Furkan 25/67.
23 Âl-i İmran 3/92.
24 Bakara 2/219.
25 Esed, Kur’an Mesajı, I, 108.
26 Malik, 58, Sadaka 1, II. 995-6; Ahmed, III, 115; Nesâî, 29, Ahbas 2, VI. 231-2; Nahhas, Meâni’l-Kur’an, I, 439; Taberî, Câmiu’l-Beyan, III, 346; Zemahşerî, Keşşaf, I, 376; Ebû Suud Efendi, İrşadu’l-Akli’s-Selim, III, 57.
27 Alak 96/7.
28 Kalem 68/17-32.
29 Bak: Hud 11/87.
30 Müzzemmil 73/20.
31 Müddessir 74/42-44.
32 Tebbet 111/2.
33 Tekvir 81/14.
34 Mukatil b. Süleyman, Tefsir, Beyrut, 2002, D.K.İ, c. III, s. 493.
35 Fecir 89/17-20.
36 Tekasür 102/1-2.
37 Mukatil, a.g.e, c. III, s. 515.
38 Mukatil,a.g.e,c.ııı,s.515 (Böyle bir çeviri anlamdan çıkmaktadır. Yoksulların haklarını yiyen ve malda tanrılık taslayan müşrikler için hiç de argo bir ifade değildir. M. S.)
39 Bak: Maun 107/1-2; Hümeze 104/2-3.
40 Bakara2/208
41 İbni Mace, Ticaret, Had. no: 2140, c. II, s. 724; Beyhaki, Vesaya, 35, Had. no: 12664, c. VI, s. 463.
42 Müslim, 12, Zekat, 28, Had. no: 1029, c. I, s. 713.
43 Ahmed, Müsned, (Tah: Muhammed Şakir), Had. no: 7919, c. XVI, s. 73.
44 Ahmed, a.g.e, h.no: 8460, c. XVI, s. 201.
45 Beyhaki, Gasb, 2, h.no: 11512, c. VI, s. 157.
46 Buhari, 56, Cihad, 171, c. IV, s. 30.
47 İbni Mace, Edep, Had. no: 3690, c. II, s. 1216-7.
48 İbni Mace, Edep, Had. no: 3690, c. II, s. 1216-7.
49 Taberi, Cami’u-l Beyan, c. III, s. 95; Zemahşeri, Keşşaf, c. I, s. 212-3; İbni Kesir, Tefsir, c. I, s. 306; Alusi, Ruhul Meani, c. II, s. 40.
50 Bakara 2/272.
51 Beyhaki, Gasp, I, Had. no: 11496, c. VI, s. 153.
52 İbni Recep, el-Hanbeli, Cami’u-l Ulum, c. I, s. 349; Suyuti, Cami’u-s Sağir, Had. no: 7583, c. II, s. 464.
53 Suyuti, Cami’u-s Sağir, Had. no: 7771, c. II, s. 476; İbni Recep, a.g.e, c. I, s. 349.
54 Ahmed, Müsned, c. II, s. 33.
55 Abdurrezzak, Musannef, c. X, s. 51; Beyhaki, Sünen, İhya’ul Mevt, Had. no: 11851, c. VI, s. 252.
56 Acluni, Keşf’ü-l Hafa, Had. no: 783, c. I, s. 254.
57 Bak: Bakara 2/261
58 Ahmed, Müsned, c. II, s. 91.
59 Heysemi, Zevaid, c. IV, s. 97.
60 İbni Mace, Rehin, 4, Had. no: 2443, c. II, s. 217; Tahavî, Müşkil’ü-l âsar, Had. no: 3272, c. IV, s. 98; Beyhaki, İcare, 6, Had. no: 11659, c. VI, s. 200.
61 Bkz: Kasas 28/26-27.
62 Bugün bu olay çeşitli şekillerde gerçekleşmektedir. Köle ticareti, sözde olmasa da Suudi Arabistan vb. emirliklerde oturum alan fakir insanlar emeklerinin karşılığını efendilerine vererek çok az bir para ile geçinmektedirler. Kapitalizmin cenderesi altında ezilen bütün emekçilerin durumu hemen hemen aynıdır. Şu söylenebilir; kapitalizm kendisini garanti altına almak için bütün dünyada farklı taktikler uygulamaktadır. Neticede emek sömürülmektedir. Bu hadis üzerinden sosyolojik-siyasi ve iktisadi tahliller yapılmalıdır.
63 İbni Mace, Rehin, 4, Had. no: 2442, c. II, s. 816; Tahavi, Müşkil’ü-l Asar, Had. no: 3273, c. IV, s. 98.
64 Merkepleşme; hımarlaşma…

BENZER İÇERİKLER

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

İz bırakan mal müdürü Neşet Özerdem

Bir mal müdürü düşünün, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde görev yapmış ve her gittiği yerde iz bırakmış. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.