Ben yaramı gizli sarar bağlarım

Gece yarısına kadar gençler ile beraber olmuştuk, dertler yumak yumak olmuş garip ellerde…  Kimi eşinden ayrılmış çocukları perişan, kimi işinde iflas etmiş sevenleri yardımcı olacakları yerde onu terk etmişler. Kimi oğlunu okutmak için ne çileler çekmiş, fakat diploma sahibi olan evlat anne ve babaya selam vermez olmuş. Nicelerinin psikolojisi bozulmuş, per perişan olmuşlar. Daha bunlar gibi neler var neler!.. Gençlerin dertlerini dinledim, gücüm nispetince yardımcı olmaya çalıştım.

Gece yarısında misafirhaneye geldim, iştahım kaçmıştı yemek yiyemedim; yatağa yattım, fakat bir türlü uyuyamıyordum, bir ara uyumuşum. Rüyamda Mekke’de idim, o heyecanla uyandım. Sabah namazı henüz olmamıştı, hemen bilgisayarın başına geçtim. Parmaklarım tuşlarda, aklım rüyamda kalmıştı. Rüya için aklıma şöyle bir yorum geldi; “Ümmet derdi çekmek büyük iş olsa gerek ki böyle güzel rüya görüyorum.”

Ne yapmalıyım?

“Ben âlim değilim, tabip değilim; bu insanların dertleri çok, ne yapmalıyım?” diye kendi kendime sordum. Sanki Medine’deydim, yeşil halıların üzerinde alnımı secdeye koymuşum, Sevgili’nin huzurunda Rabb’ime yalvarıyordum:

“Müslümanlar paramparça oldu, herkes elinden geldiği kadar bölüyor, bölerken de ‘birlik oluşturacağız’ diyor. Şafii ismin var, sen kullarına şifa ver Yarabbi!” derken birden kendime geldim. Meğer ben Medine’de değil Almanya’da misafirhanede, bilgisayarın başında uykudaymışım. Saatime baktım, neredeyse sabah namazı geçecekti. Hemen yan taraftaki camiye koştum, imam efendi “vallahu ğafurur rahim” diyerek âyeti bitirdi ve rükûya gitti, ilk rekâta kavuşmuştum.

Ne ilginçti, sanki Rabbim hocanın okuduğu bu âyetle bitirdiği rekâta yetişmemle bize bir mesaj vermişti: “Kullarımın dertleri çok, ama merhametlilerin en merhametlisi Yaratan’ları var. Onlar dertlerini kullara değil de Mevlâ’larına söylesinler! Nasıl mı? Secde ile, dua ile, gözyaşı ile…”

İşte böyle, senin dertlerin benim uykumu kaçırdı. Bakma “sen sen” dememe sen de benim bir parçamsın. Hani, biz bir duvarın tuğlaları gibi, bir vücudun organları gibiydik… Tabi, o zaman ümmet ruhu ile yaşıyorduk; böyle per perişan olunca, “sen sen” oldun, “ben de ben…” Ümidimi kaybetmedim, inşallah yine bir olacağız; önümüzde önderimiz, elimizde Kur’an’ımız ile… Evet dertli kardeşim benim. Yeryüzünde dert çeken, acı çeken milyarlarca insandan birisi de sensin. Üstelik çoğu da “benim derdim bambaşka” diyor. Ben onlardan bir kaç misal anlatmak istiyorum. Buyurun okuyun, kendi dertlerinizle kıyas edin ve ne dertler varmış görün. Belki şükredersiniz….

Kim bilir

Bir gün bir kenara oturmuş mahzun mahzun düşünen yaşlı bir teyzeye selam verdim. Hani derler ya bir dokun bin ah işit diye… “Nasılsın iyi misin?” diyerek hal hatır ederken yandaki dükkândan bir türkü sesi gelmeye başladı:

El gözünde dertsiz gamsız biriyim,
Benim neler çektiğimi kim bilir?
Ben yeni közlenmiş yangın yeriyim,
Benim neler çektiğimi kim bilir

Yaşlı teyzenin iki gözü iki çeşme oldu, öyle bir ağlıyor ki… Teselli etmeye çalışırken bana; “Sen ne iş yapıyorsun?” diye sordu. Espri olsun diye; “Bazen okuyorum, bazen de yazıyorum” dedim. “Eğer yazarsan benim hayatımı da yaz” dedi. “Teyze biz kim yazarlık kim. Sen anlat, senin hatırın için yazmaya çalışayım” dedim.

Teyze bir başladı hem anlatıyor hem de ağlatıyor,… Ben de dayanamadım ağladım. İki yaşında yetim kalmış. Babası yeniden evlilik yapmış. Analığı, babası görmeden tenhalarda bu çocuğa çok eziyetler etmiş. Onun anlattıklarını yazmayacağım çünkü insanlığını kaybetmiş vahşi bir mahlûkun çocuğa yaptığı çileler ne kötü ne çirkin… Ben dinlerken üzüldüm; bari okuyanlar üzülmesinler diye yazmayacağım.

Babası o kadının yaptığı rezaleti bir gün öğrenince ondan ayrılmış. Bu defa başka birisi ile evlenmiş. Gelen gideni aratmamış. Derken bu zavallı çileler içerisinde büyümüş. Köyünün en yakışıklı bir delikanlısı olan Abdurrahman ile evlenmiş. Kısa bir süre sonra eşi yurtdışında işçi olmuş. İlk çocukları doğmuş çok sevinmişler. Altı ay sonra yanlış tedavilerden kaynaklı zavallı yavrucak felç olmuş.

Bunları anlatırken bir anda o günlere gidiyor elindeki mendille gözyaşlarını silerken sanki yıkanmış hale geliyordu. Doğrusu teyzeyi dinlerken ben de bittim, dayanamaz hale geldim. Bir yolunu bulup kalkmak istedim fakat kalkamadım.

Derman bulamamışlar

Eşi yurtdışından gelmiş, götürmediği hastane kalmamış ama küçük yavrucak Hasan’ın derdine derman olan olmamış. Teyzenin 11 çocuğu olmuş. Eşi gurbet ellerde olduğu için tabir yerindeyse teyze hem anne olmuş hem baba… Eşine çok yalvarmış; “Ne olur artık ülkemize dön, bu kadar hasret yeter. Kuru ekmek yemeye razıyım, yeter ki şu zalim ayrılıktan beni kurtar.” Nihayet eşi dönmüş. Bu defa bir trafik kazasında iki kızı vefat etmiş. Dert üstüne dert…

Dünyada rahat görmeyen teyzenin eşi ticaret ile uğraşmaya başlamış. Bazen kazanmış bazen kaybetmiş. Derken artık yaşlanınca, her şeyden el etek çekmişler, Hacca gitmeye karar vermişler. 10 yıl kura beklemişler… Bu defa da teyzenin eşi yatalak hasta olmuş. Evden çıkamaz hale gelmiş. Hatta en tabi ihtiyaçlarını bile kendisi yapamaz olmuş.

Teyze diyor ki: “Eşim gurbette çektiği çileleri gençliğimde anlatsaydı, onun kazancından bir kuruş yemezdim. Elin diyarında yerin altında, aylarca, yıllarca ne çileler çekmiş. İzine geldiğinde güzel kıyafetlerini görünce biz de onu rahat zannederdik.” O esnada komşunun dükkânından gelen türkü sesi teyzeyi iyice duygulandırdı. “Oğlum şu adama söyler misin, mümkünse o türküyü bir daha dinleyelim.” Türkünün sözleri de öyle damardan girmiş ki:

Ben kimine yazım kimine kışım,
Arife doluyum cahile boşum,
Ben kolsuz kanatsız bedensiz başım,
Benim neler çektiğimi kim bilir.

Sinemdedir benim derdim dağlarım
Ben yaramı gizli sarar bağlarım
Ben gündüzler güler, gece ağlarım
Benim neler çektiğimi kim bilir

Ben Maksut’um yüreğimde, yangın var.
Bu yangını söndürmedi, boran, kar.
Benim sessiz sessiz ahuzarım var.
Benim neler çektiğim kim bilir

Sinemdedir benim derdim dağlarım.
Ben yaramı gizli sarar bağlarım.
Ben gündüzler güler gece ağlarım.
Benim neler çektiğimi kim bilir.

Teyze; “Oğlum benim derdim bambaşka. İnan ki bu türkü beni anlatıyor. Hayat boyu geceler çok ağladım. Derdimi kullara dememek için geceleri secdelerde çok gözyaşı döktüm.” Teyzenin pırıl pırıl nurani yüzünü görünce doğrusu bu çok takva bir insana benziyor diye içimden geçirmiştim. Teyzenin Allah’a olan imanı onu geceleri yatırmamış. Gündüzleri de halkın içerisinde derdi yokmuş gibi yaşatmış.

Teyzeye; “Şu mübarek elini ver de öpeyim” deyince; “Olmaz oğlum, ben günahkâr bir kulum. Asıl eli öpülecek sensin. Beni kimseler dinlemezken, adam yerine koymazken bunca zamandır beni dinliyorsun” demesin mi? Teyzedeki nezakete, zarafete hayran kaldım. Allah Teala yardımcısı olsun. Okuyucularımız arasında bunlara benzer acılar yaşayanlar vardır elbette. Herkesin bir derdi var kardeşlerim, sıkılmazsanız bir kaç misal daha anlatayım. Belki şükredersiniz…

Birkaç misal

Bir gün Bursa Devlet Hastanesi önünden geçerken orada çadır kurmuş insanlar gördüm. Merak ettim, “Nedir bu çadır?” diye sordum. İçlerinden bir tanesi  “Tam bir hafta oldu burada komada yatan kızımızı bekliyoruz” dedi. “Geçmiş olsun, trafik kazası mı oldu?” diye sordum.  

“Yok, be kardeşim, kaza falan değil. Sevdiği bir genç vardı, olmaz olaydı; onunla tartışmışlar, sinir krizleri geçirmiş, o günden beri bitkisel hayatta yatıyor” dediler. Kızın akrabaları içinde en büyük acıyı da zavallı annesi çekiyor ve gelene gidene şöyle diyordu: “Benim derdim bambaşka…”   

***

Bir gün Ahmet isimli bir arkadaş telaşla gidiyordu. “Hayırdır ne bu halin?” diye sordum, şöyle dedi: “Sorma, bizim delikanlı bir kıza âşık olmuş, kızın babasını yola getirmek mümkün değil. İnan tam beş aydır ayağına götürmediğim insan kalmadı. Çok huzursuz olduk; kız kaçmak istiyor biz razı olmuyoruz, ne yapacağımızı şaşırdık. Kız kaçarsa düşman sahibi oluruz veya oğlum kızla evlenemezse intihar eder diye korkuyorum.” Onu teselli etmeye çalıştım: “Üzülme, Allah’a dua et, bir çıkış yolu olur inşallah” dedim.

“Şimdi aklıma geldi, bir de sizinle kızın babasına gitsek olur mu?” dedi. “Olur” dedim; “Şu kız babası dediğiniz kişi inançsız biri mi?” diye sorunca şöyle dedi: “Yok canım inançlı ama yaşantı başka inanç başka… Yani inanıyor ama inançlı biri gibi yaşamıyor. Sorma halimi, işimi gücümü bıraktım bu sıkıntıyı çözmek için uğraşıyorum. Herkesin bir derdi var, benimki de bambaşka.” Bir hafta sonra telefonum çaldı. Karşımdaki o dertli baba çok sevinçliydi; “Çözdük problemi elhamdülillah” dedi.

***

Yıllar önce tanıştığım bir genç bir gün beni arayıp “Abiciğim müsaitsen görüşelim, seni çok özledim” dedi. “Buyurun gelin, ikindi namazı sonrası caminin bahçesinde görüşelim” dedim. İkindi sonrası geldi, hal hatırdan sonra: “Abiciğim seninle iki konuyu görüşmem gerek. Birincisi kredi çektim ve benzinli bir otomobil aldım; kazancım hep yakıta gidiyor geri versem almıyorlar, satsam zarar ediyorum şaşırdım kaldım.”

“- Evet, kardeş, kredi mikrobu öyledir, bir an evvel zararına da olsa sat kurtul, hem beş yıl faiz ödemek akıl kârı mı?”

“- Ama abi mahallede benden başka herkesin arabası var. Şey neredeyse unutacaktım bir de bizim kayınbirader rüşvet suçundan cezaevine düştü, yakında mahkemesi var; senin tanıdıkların çoktur, onu kurtarma imkânın olur mu?”

“- Nasıl olacak ki? Ben öyle şaibeli işlerle uğraşmam.”

“- Ama abiciğim inan ki evimizde huzur kalmadı; hanım ağlayıp duruyor, evden içeri giresim de gelmiyor. Sana çok güvenmiştim abi şimdi hanıma ne söylerim ben. Herkesin bir derdi var, benimki de bambaşka.

***

Osman Bey bir tüccar, dert yanıyor… Bir tane mağazası varken çok rahatmış; şimdi beş tane işyeri olmuş, takip etmek günden güne daha da zorlaşmış. Hele yenge hanımın istekleri bitmek tükenmek bilmiyormuş. Yazlık ev, devremülk kaplıca, son model otomobil, iki yılda bir bütün eşyaların yenilenmesi…

Son zamanlarda da modayı takip hastalığı başlamış ki televizyonda bir reklam görmeye dursun hemen onu almak istiyormuş. En önemlisi de çocuklar akşam yatmıyor, sabah kalkmıyorlarmış. Böyle namazsız niyazsız evde yetişen torunlar nasıl olacak? Diyor ki: “Allah yardımcımız olsun herkesin bir derdi var, benimki de bambaşka.”

***

Yıllardır oğluna kız arayan Emin Bey’i çok sevinçli gördüm. Armudun sapı, üzümün çöpü diyerek yıllardır kimseyi beğenmeyen 35 yaşındaki oğlu sonunda bir kızı beğenince, oğlu ile bu kızın sözünü kesmişler. Üç ay sonra karşılaştığımızda: “Ne yaptınız, düğün ne zaman?” diye sordum.

“Sorma, o iş bitti. Düğün salonu tuttuk, her şey tamamken âdetler âyetlerin önüne geçti, şu âdet bu âdet derken oğlan da bunaldı biz de usandık. Oğlum karşı tarafa; ‘Sizin gibisi ile mahkemeye gitmeden ayrılmak da bizde adet’ dedi ve iş bu şekilde bozuldu bitti. Şimdi de oğlan; ‘Bana bir daha evlilik muhabbeti yapmayın’ diyor. İnan Herkesin bir derdi var, benimki de bambaşka.

***

Hasan Amca diyor ki: “Eve gittiğimde bizim hanımı bazen çok üzgün, bazen de ellerini açmış beddua ederken görüyorum. ‘Hatun nedir bu halin?’ diye sorduğumda; ‘Daha ne olacak, şu komşunun tavukları bugün de bahçeye girip soğanları, marulları perişan ettiler’ diye dert yanıyor. ‘Üzülme hatun bugünler de geçer’ diyorum; ‘Sus be herif, sen de ne rahat rahat konuşuyorsun. Herkesin bir derdi var benimki de bambaşka.’ diyor

Sabır ve şükür

Birisi gelmiş oğlumun çocuğu olmuyor gelin bunalımda, “Benim derdim bambaşka” diyor, diğerinin oğlu kumara alışmış iflas etmiş. Bir diğeri krediye bulaşmış babasının evini satılığa çıkarmış, annesi hasta olmuş yataklara düşmüş. Başka birisinin oğlu vefat etmiş gelini torunları almış gitmiş, zavallı torun hasreti çekiyor. Öbürü hanımından ayrılmış, dul bir hanım ile evlenmiş, eskisinden daha beter olmuş. Herkes “Benim derdim bambaşka” diyor.

Bütün bunların sebebi, sabır ve şükür noksanlığından başka bir şey değildir. Eskiden ayakkabısı olmayan ayağı olmayanı hatırlar, haline hamd ederdi; bir gözü olmayan, iki gözü olmayanı hatırlar, şükrederdi. Hayatı mutlu kılmak için kendinden aşağıda olanlara bakmak, bambaşka bir meziyettir. Yoksa herkes imtihanını musibet gibi görürse hayat yaşanmaz olur.

Âcizane ben de 20 yaşımda Kur’an ile tanıştım, hala da istediğim gibi güzel okuyamıyorum. 30 yaşımda Arapça öğrenmeye başladım, yıllar geçti bir “Elif” kadar yol alamadım. 40 yaşımdan sonra yazarlığa, hatipliğe başladım, ne yazdıklarım ne de konuştuklarım beni tatmin ediyor. Ne yapalım, kör topal bir hizmet etmek istiyorum, pes etmek yok. Allah dilerse küçük bir hizmeti vesile eder ve beni affeder; O dilerse vesilesiz de cennetine koyar. İşte böyle, benim derdim de bambaşka.

Geceleri hüzün çöker gönlüme
Üzülürüm boşa geçen ömrüme

Varlığına bakıp zenginim deme
Fakirliğin her halinden bellidir.
Dara düşünce de ümitsiz olma
Allah sadık kulun her dem yaridir.

Geylani’yim bazen böyle yazarım
Bilmem neden diyar diyar gezerim
Bazen sevindirir bazen üzerim.
Allah sadık kulun her dem yaridir.

Geylani Akan/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Çocuklarınızdan önce kendinizle uğraşın…

Bir gün Medine-i Münevvere‘de Mescid-i Nebi‘de Kur’an okuyordum. Otuzlu yaşlarda bir arkadaş iki çocuğuyla geldi …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.