Bizim caminin halleri…

İstanbul Fatih Şeyh Raşid Camii’ne gelişimin 3 veya 4. yılıydı. İlk geldiğimde benden önceki hoca ile pek anlaşamamış bir Hacı Abimiz vardı. Camiyi benimsemiş, temizlik, ezan okuma ve müezzinlik yapmak için çok istekli birisiydi. Her namazdan yarım saat önce camiyi açar, tertip düzeni sağlar ve Kur’an okurdu. Lojmanımızın altındaki dershanede kış gecelerinde kursumuza da katılır kendisi ders alır, bilmeyenlere de yardım ederdi.             

Böylesine kendisini cami hizmetine adamış bir abimiz olduğu halde, zaman zaman cemaatimiz bu güzel insandan şikâyet ediyordu. Benim olmadığım zamanlarda kırıcı hareketleri olduğunu ve bazı davranışlarından haz etmediklerini söylüyorlardı. Zaman zaman ona; “Hacım lütfen kırıcı olmayalım, insanlarla güzel geçinelim” diye telkinlerim oluyordu. O da; “Bir daha yapmayacağım” diyor söz veriyordu.

Tükan açmışlar

Bir gün mahallemizde bir perdeci tükanı açıldı. İki kardeş, gelip geçerken selamlaşıyoruz, tabi yeni açıldığı için de hayırlı olsuna gitmem gerekiyordu mahallenin hocası olarak… Zaten böyle bir prensibimiz vardı. Bir gün çayları söyledim ve selam verip perdeci kardeşimizin dükkânına girdim. “Hayırlı olsun kardeş, Allah hayırlı müşteriler nasip etsin, bereketli helal kazanç nasip etsin” dedim. “Allah razı olsun Hocam” dedi.

Dükkânın önünde diğer esnaf kardeşlerimizin de iştirakiyle hoş bir sohbete başladık. Çok güzel bir muhabbetten sonra “hayırlı işler” deyip camiye geçtim ama o kardeşlerimde camiye gelme gibi bir eğilim göremedim. Tabi hiçbir şey birden bire olmuyor… Bir ağaç bir vuruşla kesilmiyor, bu kardeşlerimde hocaya ve camiye karşı bir ön yargı olduğunu sezdim.

Aradan bir kaç gün geçtikten sonra bu kardeşimiz; “Hocam! Bir çay içelim mi?” diyerek beni tükana davet etti… Evet şimdi tam sırasıydı. Bu ön yargı neydi; öğrenmem lazımdı. Çaylar çaylar üstüne içildi. Sorular cevaplar derken muhabbet bayağı uzadı. Bu arada ben de lafın sırası gelince, hocalarla alakalı ön yargısının nedenini sordum. Başladı anlatmaya:  

Ah şu önyargılar

“Hocam, bundan 10 küsur sene önce abimle Ramazan Bayramı namazına mahalle camimize gittik. İlk saflarda yerimizi aldık. Cami hocası kürsüde ateşli bir vaaz veriyordu. Biz de can kulağı ile onu dinliyorduk. Hocaefendi vaazın bir yerinde; ‘Oruç tutmayanların bayramı değil bu, oruç tutmayanlar hangi yüzle camiye bayram namazına geliyor’ deyince sigortalarımız attı. Abim de ben de o sene oruç tutmamıştık. Beynimiz den vurulmuşa döndük. Sanki bize direk söylüyor gibi geldi. Bir anda abim yerinden fırladı ve hocaefendiye; ‘Siz kimi nerden kovuyorsunuz’ diyerek kürsüye yürüdü. Abimi zorla dışarı çıkardım ve o günden sonra on seneye yakın hiç camiye gitmedim. Hocalara karşı bir antipati oluştu.”

Bu hareketin doğru olmadığını, bir kişinin yaptığı yanlış yüzünden camiye ve hocalara küsmelerinin yanlış olduğunu güzel güzel izah ettim. Artık bu buzları kırmanın zamanının geldiğini söyledim. “Sizleri camimize bekliyorum, bak ben sizin davetinize icap ettim, sizde lütfen benim davetime karşılık verin” dedim.

Tabi bu süreç biraz zaman aldı. Her görüşmemizde aramız biraz daha ısındı. Cumalara başladık derken bu kardeşimizin sesinin çok güzel olduğunu öğrendim. Sanat müziğini çok güzel icra ediyordu. Onunla ezanı düzgün okuma çalışmasına başladık ve artık bu kardeşimiz namazlara devam ediyor, ezanlarımızı kametlerimizi okuyordu. Artık camimizin müdavimi haline gelmişti.

Cuma günleri de genelde ezanları okuyor, ilk heyecanla bu işi çok benimsiyordu. Bu durum müezzinlik yapan Hacı Abimizi rahatsız etmişti. Ben de kendisine özellikle tembih ettim ki; “Bu kardeşimiz yeni namaza başladı lütfen onu soğutacak bir şey yapma!” Bir kere daha bu kardeşimi camiden cemaatten soğutursak büyük bir vebale gireriz diye düşünüyordum.

Ufak bir tatsızlık

Bir cuma namazı sonrası tesbihattan sonra ayakkabılıkların orada bir kargaşa oldu. Cemaat ten biri; “Hocam, yetiş döğüş var” diye seslendi. Mihraptan ayağa kalktım bir de ne göreyim bizim genç kardeşimiz ile Hacı Abimiz birbirine girecekler, cemaat zor zapt ediyor.  

Genç kardeşimizi müezzin mahfiline aldım Hacı Abimize de bir bardak su içirip; “Hacım sen şimdi evine git sonra konuşalım” dedim. Hacı Abi gidince genç kardeşim olayı şöyle anlattı: “Hocam cuma ezanını okumak için üst kata çıktım, Hacı efendi arkamdan gelip cemaatin ortasında yakamdan tuttu ve; ‘Sen kimden izin aldın da ezan okunuyorsun’ diyerek beni iteledi. Ben de; ‘Osman Hocam bana müsaade ediyor, sana ne oluyor’ dedim. ‘Müezzinlik bana ait, hiç kimse bana karışamaz, ben sana müsaade etmeyeceğim. Çekil buradan’ dedi. Sizin tembihleriniz aklıma geldi, ona bir şey demedim. Yoksa ben biliyordum yapacağımı.”

Tabi olay taze olduğu için onu teskin edici sözler söyleyerek sakinleştirmeye çalıştım. Daha sonra; “Hacı Abimiz büyüğümüz, özür dilemek erdemli insanların yapacağı iştir, ondan özür diler misin?” deyince; “Osman Hocam, senin için yapmayacağım şey yok, tamam” dedi. Mahcubiyetini dile getirdi.

İkindi namazında Hacı Abimize bir daha camimizde böyle bir olayın olmaması için gerekli hatırlatmaları yapmak üzere söze başladım. “Hem bu kardeşimiz gençtir, özür diliyor” deyince ondan beklenmeyen bir karşılık geldi: “Ben özür falan kabul etmiyorum, bu camide ya o ya ben!”

Yatsı balık yan gider, vur beline kazmayı… “Etme Hacı Abi. Beni böyle bir duruma düşürme, o kardeşimiz bir hocaya sinirlenmiş on sene camiye, namaza yaklaşmamış, bir daha küserse sen bu vebali yüklenemezsin. Gel beni böyle bir tercihte bırakma” dememe rağmen inadında ısrar edince; “Sen fikrinde madem bu kadar ısrar ediyorsun, o zaman dilediğin gibi yap karar senin” dedim.

Vay bunu diyen sen misin? “Ben bu kadar zamandır bu camide hizmet verdim, şunu yaptım bunu yaptım” diye saymaya başladı. “Hacı Abi ben şimdi sana ne diyeyim? Yaptıysan Allah rızası için yaptın, bana mı yaptın? Allah Teâlâ Hazretleri hizmetlerini kabul etsin. Senden memnunuz” dedim. Aramızda bu türden başka konuşmalar da geçti.

Hasıl-ı kelam her ikisi ile de elimden geldiğince yumuşak konuştum ve meseleyi bu şekilde tatlıya bağladık. Kırmak çok kolay sevgili dostlar ama bir gönül yapmak çok zor. Kırıcı olmayalım inşâallah. Yüce Allah bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:

“Sen onlara sırf Allah’ın lütfettiği merhamet sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever. (Âl-i İmran, 159)

Osman Gülşen/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

İz bırakan mal müdürü Neşet Özerdem

Bir mal müdürü düşünün, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde görev yapmış ve her gittiği yerde iz bırakmış. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.