Konya alimlerinden Hacı Veyis Efendi

Hacı Veyis Kurucu Efendi 1858 yılında Konya’nın otuz km güney doğusundaki Şatır köyünde doğmuştur. Kurucu ailesinin aslı bu köydendir. Babası Hacı Mustafa Ağa oğlunu on beş yaşındayken ilim tahsili için Konya’ya Cevizaltı Medresesi’ne gönderir. Bu tarihten sonra onun bereketli hayatı ölünceye kadar okumak ve okutmakla geçecektir.

Talebelik yıllarının ardından müderrislik hayatı başlar. Ailesinin geçimini köyünde bulunan bir arsanın kirasıyla kırk kanaat sürdürür. Elli sene boyunca Konya’nın Dolav Mahallesi’ndeki Ulu Camii’nde maaşsız olarak imamlık yapar. 1935 yılının Aralık ayında vefat eder ve Üçler Kabristanı’nda toprağa verilir. 

Hacı Veyis Efendi eşine az rastlanılan faziletlere sahip müstesna bir şahsiyettir. Çevresi tarafından ihlası ve samimiyeti ile tanınır. Kulluk yolunda istikrarlı bir çizgi seyreder ve asla dininden taviz vermez. Onun en önemli özelliklerinden birisi de faziletlerini evlatlarına ve torunlarına aktarmayı başarabilmiş olmasıdır. Ailesinden çok sayıda hocalar ve âlimler çıkmıştır. Bunların en meşhur olanları Hacıveyiszade Musatafa Efendi ve Ali Ulvi Kurucu’dur.   

Ali Ulvi Kurucu hatıratında uzunca bir bölüm ayırdığı dedesi hakkında şöyle der: “Dedemin fazileti, himmeti ve din gayreti tarihlere geçecek destanlık bir hadisedir. Sanki bildiğimiz insan değil, ihlasın, irfanın, aşkın, feragatin, dürüstlüğün, Allah’a kul olmanın, hülasa kâmil bir mümin ve müslimin timsali idi. Konya’nın hatta Anadolu’nun âlimleri bir araya gelmiş yahut hulasa edilmiş, özü çıkarılmış da ruhu bir damla halinde onda tecessüm etmiş, onun şahsında temsil olunmuş gibi geliyor.”

Nimete şükür

Hatıratta dedesinin medrese yıllarına dair şöyle bir hatıra nakledilmektedir: Hacı Veyis Efendi bir gün Aladağlı Hoca diye bilinen bir hocasını köyüne davet eder. Beraber öküz ile çekilen bir kağnıya binerek köye doğru giderler. Giderken de Hocası ona dersini okutur. Yollar çakır çukur olduğundan kağnı sallanmakta ve rahatsızlık vermektedir. Nimetin kadrini bilen eski insanlardan olan Aladağlı Hoca bir ara ona şöyle der: “Veyis Efendi ibareyi unutma, parmağını bas da Allah’a bir şükredelim. Yahu ne nimettir bu; Allah’ın verdiği bize! Hem otururuz hem yürürüz yahu! Bu nimetin şükrünü biz nasıl eda edeceğiz?”

Ne acıdır ki biz bu faziletleri artık kitaplardan okur olduk. Bu çağda yaşayan insanlar olarak, bizler de bu anlayışı sürdüremez miyiz acaba? Küçük büyük Allah’ın bize verdiği nimetlere her hâlükârda şükretme vazifesini ifa edemez miyiz? Arabasının modelini yükseltmeyi dert edinen, mobilyalarını yenilemenin derdine düşen, sahip olduğu imkânların farkında olmayan modern insan, bu güzel şahsiyetlerden birazcık olsun örnek alamaz mı? Nefsim adına söylüyorum ki bizim onlardan örnek alacağımız birçok güzellik var. Biz onların hayatlarını okurken feyiz alıyoruz, onların hayatına şahit olanlar kim bilir neler hissetmişlerdir.

İbadet şuuru

Hacı Veyis Efendi ibadetler ve İslami edepler konusunda son derece hassas bir zattır. Sünnetler hususunda da çok itinalıdır. “Kur’an-ı Kerim çıkacak ağzın temiz olması gerekir” der ve misvak kullanmaya özellikle çok özen gösterir. Abdestten önce, yatmadan önce ve sabah kalkınca misvak kullanmayı ihmal etmez. Yetmiş beş yaşında vefat ettiğinde, bütün dişlerinin tamam ve sağlam olduğu söylenir.   

Abdest alırken de çok özen gösterir ve farklı bir ruh haline bürünür. Ali Ulvi Bey çocukken bir gün dedesine sorar: “Dede, sizin abdestiniz bizimkinden çok farklı oluyor, siz abdesti çok uzun alıyorsunuz. Niye böyle oluyor?” Dedesi şöyle cevap verir: “Oğlum ben abdest suyunu semadan inen manevi bir bulut olarak kabul ederim. Semalardan bir manevi bulut geliyor, günahlarımı yıkıyor… Senin günahın yok, onun için şimdi senin bunu hatırlamana lüzum yok. İleride lazım olur diye söylüyorum.” Bunu anlattıktan sonra Ali Ulvi Kurucu şöyle diyor: “Onun bu cevabını işitmek için bu suali defalarca sormuştum.”

Abdestten sonra elini yüzünü kurularken de önce şahadet getirir sonra da şöyle dermiş: ”Rabbim ne güzelsin, sana kul olmak ne güzel şey… Mümin kullarına farz kıldığın vecibelerin her biri birer bahar, her biri birer kar, her biri birer vakar.” O böyle yapmakla psikolojik olarak biraz sonraki büyük buluşmaya yani namaza hazırlık yaparmış. Bedeni temizlediği gibi, gönlüne de çeki düzen verir namaza öyle dururmuş.

Onun abdest alırkenki bu halet-i ruhiyesi abdesti sıradan bir temizlik olarak görmediğini, bir ibadet olarak onun şuuruna erdiğini ve abdestin zevkine vardığını gösteriyor. Niyazi Mısri Hazretleri ne güzel söylemiştir: “Hakk’ı seven âşıkların,/ Eğlencesi tevhîd olur./ Aşk oduna yanıkların,/ Eğlencesi tevhîd olur.” Elbette şu fani dünya hayatında müminin eğlencesi gelip geçici dünya zevkleri değildir. Mümin, gayri meşru yerlerde, uygunsuz eğlencelerde, mahremiyete dikkat edilmeyen düğünlerde kendini gaflete teslim etmez. Onun eğlencesi elbette ki abdesti ve namazıdır. Dersleridir, tesbihatıdır, dilindeki zikridir. Hacı Veyis Efendi gibi güzel zatlar iyi ki yaşamışlar da bu ibadetlerin eğlencesini bizlere yeniden hatırlatmışlar.

Nasihat eder

Hacı Veyis Efendi mütevazı ve çok vakur bir insandır. Aynı zamanda çevresine karşı nasihatçi bir kişiliğe sahiptir. Konya halkı onu tanır ve çok sever. Evden camiye, camiden eve giderken esnaflar onun selamını alabilmek için adeta yarışır. Başta akrabaları olmak üzere, sözünü dinleyen hemen herkese nasihatler eder, bıkmadan, usanmadan, kızmadan tekrar tekrar hatırlatmalarda bulunur. Bulunduğu meclislerde, “Bugün bir ayete rastladım” gibi ifadelerle dini, ilmi ve ahlaki bir konu açar; böylece onun bulunduğu meclislerde malayani konuşmalar olmaz.    

Gönlü çok zengin bir insan olduğu için herkese ulaşmayı istemekte ve günahkâr kullara karşı bile kendisini sorumlu hissetmektedir. Bir dönemde uygunsuz hal ve hareketleriyle bilinen gazino sahibi bir komşusu vardır. Geceleri onların gürültüsü patırtısı hiç eksik olmaz. Hacı Veyis Efendi onlara ulaşamamanın acısını yüreğinde hisseder. Bir gece; “Ya Rabbi bu adam beni yarın sana şikâyet ederse; Allah’ım ben cahildim, hoca komşum idi, beni irşad etmedi derse ben ne cevap veririm?”

Ertesi gün bu düşüncesini hanımına açar ve ondan komşusunun eşi ile irtibat kurmasını ister. Pek güven verici tipler olmadığı için hanımı ilk etapta bundan çekinir; “Evlerine gidemem” der. Veyis Efendi; “Evine girme canım, bir hediye ver, duvardan kapıdan bir şeyler yap” der.

Bunun üzerine hanımı köyden gelen tulum peynirini bir tabağa koyup camdan komşu hanıma uzatır. Ertesi gün komşu kadın, tabağı kirazla doldurup geri getirir. Evde erkek olmadığı için içeri giren komşu kadın ağlayıp bir güzel içini döker. Gece yarısı sarhoş kocasının gürültüsünden dolayı özür diler. Böylece onlarla da irtibat kurulmuş olur.

Aydın Başar/ Altınoluk Dergisi

KONYA ÇEVRESİ İRFAN DÜNYAMIZ

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Mehmet Feyzi Efendi farklı bir zattı…

İmam hatipte okurken yaz tatillerinde İstanbul gibi manevi üstadların bol olduğu bir şehirde birçok güzel …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.