Cihad, cehd kökünden gelir. Bir konuda ciddi olmak, mübalağa etmek, takatin sonunu harcamak manasınadır. (Sa’dî Ebû Ceyb, el-Kâmûsu’l-Fıkhî, s. 70-71.) Istılah manası ise gücü kâfirlere karşı savaşta sarf etmek, hak dine davet etmek, daveti kabul etmeyenlerle savaşmak, nefse, şeytana, kâfir ve fâsıklara karşı mücâhede etmektir. (Sa’dî Ebû Ceyb, a.g.e., s. 70-71.)
Nefse, şeytana, kâfir ve fasıklara karşı mücâhede şöyle izah edilir. Nefse karşı mücahede; önce din işlerini öğrenmek, sonra onunla amel etmek, sonra da onu öğretmeye gayret etmektir. İşte hadîs-i şerîf: “Mücâhid nefsiyle cihad edendir.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 2; Ahmed, VI, 20-22.) Şeytana karşı mücâhede; şeytanın verdiği şüpheleri ve süslediği şehevî şeyleri defetmeye gayret etmektir. Delil şu âyet-i kerîmedir: “Şüphesiz şeytan, insana apaçık bir düşmandır.” (İsrâ Sûresi, 17/53)
Kâfirlere ve fasıklara karşı mücahedenin delili şu âyet-i kerîmedir: “Şüphesiz kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır.” (Nisâ Sûresi, 4/101) Kâfirlere ve fasıklara karşı mücahede vasıtaları; el, mal, lisan, silah ve kalptir. Bunların her birinin hükmü kendi şartlarına göredir. Çünkü hükümleri şartlar belirler. Sadece kalp ile olan yerde dil ile cihada, sadece dil ile olabilecek yerde de el ile cihada cevaz verilmez.
Cihadın dindeki yeri
Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, cihadın dindeki yeri hakkında: “İş (din)in başı islâm (teslimiyet), direği namaz, zirvesi cihaddır” buyurmuştur. (Tirmizî, Îmân, 8 ; Ahmed b. Hambel, Müsned, V, 231, 237.)
Cihad, bütün insanlığın müşterek haklarını kullanabilmesi, hakkın hâkim olması ve dünya barışı için gayret etmektir. Bu manada cihad hem barış hem de savaş döneminde devamlı olarak yapılır. Bu sebeple cihad her zaman gereklidir ve savaştan daha kapsamlıdır. Bu ümmetin seçiliş sebebi de aslında cihaddır. Delili de şu âyet-i kerîmedir:
“Allah uğrunda gerektiği gibi cihad edin. Sizi (cihad için) O (Allah) seçti. Üzerinize dinde bir güçlük de yüklemedi, babanız İbrahim’in dini gibi. Bundan önce de, bu kitap (Kur’ân)’da da size Müslüman adını O (Allah) taktı ki, Peygamber, size karşı şâhit olsun. Siz de bütün insanlara karşı şâhitler olasınız. Artık namazı dosdoğru kıl(maya devam ed)in, zekâtı verin, Allah’a sarılın ki, Mevlanız ancak O’dur. Ne güzel Mevla O!.. Ve ne güzel yardımcıdır O!..” (Hacc Sûresi, 22/78)
Yanlış anlamıştır
Cihad denilince sadece savaş anlayan yanlış anlamıştır. Delili de şudur: rivayet olunur ki Hazreti Hasan Hacc Suresi’nin 78. âyetini okumuş ve: “Adam, Allah uğrunda cihad eder, hâlbuki bir kılıç vurmamıştır” demiştir. (Yazır, Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, V, 3423.)
Cihadda savaş yoktur diyen de yanlış anlamıştır. Çünkü cihad hem kalp, hem dil, hem de el ile yapılır. İlimle, gerekirse silahla da cihad yapılır. Dille cihadın yapıldığı yerde el ile cihada müsaade edilmez. Küfrün hâkimiyeti yok olur veya savaştan vazgeçerlerse el ile cihad yapılmaz, dil ile cihad devreye girer. İşte âyet-i kerîme: “Fitne (küfür ve şirkin hâkimiyeti) yok oluncaya, din tümüyle Allah’ın oluncaya kadar savaşın. Eğer vazgeçerlerse herhalde Allah, onların yaptıklarını görücüdür.” (Enfâl Sûresi, 8/39)
Âyetin manası; kâfirler ve müşrikler yok oluncaya kadar değil, İslâm’ın anlaşılmasına ve yaşanmasına engel olmaları, küfrün ve şirkin hâkimiyeti ortadan kalkıncaya kadar onlarla savaşın, şeklinde anlaşılmalıdır. Ayrıca küfürden vazgeçerseler artık savaş ortadan kalkacağına da delil teşkil eder. Yine bu konuda Rasûlullah sallellahu aleyhi ve sellem: “Kim yalnız Allah’ın kelimesi (kelime-i tevhîd/ İslâm) yüce (galip) olsun diye çarpışırsa işte o kimse Allah yolundadır” buyurmuştur. (Buhârî, İlim, 45, Cihâd, 15; Müslim, İmâre, 149, 150, 151.)
Bu hadîs-i şerîf, hem cihadın maksadını hem de cihadın maksadı olan İslâm’ın galibiyeti düşüncesi olmazsa Allah yolunda değil başka maksat için savaşmış olacağını ortaya koymuş oluyor. Riya için, şöhret için çarpışan kimselerin cehenneme gireceğini Peygamber Efendimiz haber vermiştir. (Müslim, İmâre, 152; Nesâî, Cihâd, 22; Ahmed, II, 322.)
Müdafaa da var taarruz da var
Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem müdafaa harbi yapmıştır, Bedir, Uhud ve Hendek gibi… Taarruz harbi yapmıştır; Mekke’nin fethi ve sonrası gibi. İnsanlığın kurtuluş reçetesi olan İslâm’ı insanlığa sunmaya engel olan devletlerden İran Sâsâni ve Bizans ile savaşılmıştır. Tebük Seferi Mute Savaşı ve Halifeler Dönemindeki savaşlar gibi.
Hazreti Ebu Bekir radıyellahu anh döneminde ise âsîlere, zekât vermeyen bâğîlere/meşru devlete başkaldıran kimselere karşı ve İslâm gerçeğinin tebliğ edilmesine engel olanları ortadan kaldırmak için savaşlar yapılmıştır. Hazreti Ebu Bekir zekât vermeyenlerle, namaz kılmak istemeyenlere savaş açarım diyen Peygamberimizin hükmüne kıyas ederek harp etmiştir. (Buhârî, Zekât, 1, Mürteddîn, 3; Müslim, Îmân, 32; Ebû Dâvûd, Zekât, 1.)
İslâm’da savaşın hükmü
İslâm’da savaş, gaye olmayıp İslâm’ı, Hakkı, haklıyı hâkim kılma gayesine bir vasıtadır. Buna göre savaş; bazen zarûret olur, nefis müdâfaası gibi o zaman gerekli olur. Allah Teâlâ: “Size savaş açanlara karşı Allah yolunda siz de (müdâfaa olarak) savaşın, (fakat) aşırı gitmeyin. Şüphesiz Allah, aşırı gidenleri sevmez” buyurmuştur. (Bakara Sûresi, 2/190) “Aşırı gitmeyin” demek, kadınlarla çocukları öldürmeyin, (Müslim, Cihâd, 24, 25; Ebû Dâvûd, Cihâd, 121; İbn Mâce, Cihâd, 30.) müsle yapmayın, yani ölülerin burnunu, kulağını kesmeyin (Müslim, Cihâd, 3; Ebû Dâvûd, Cihâd, 120; Tirmizî, Cihâd, 14.) demektir.
Bazen de ihtiyaç olur, mazlumları savunmak gibi bir sebeple savaş gerekir. Allah celle celaluh şöyle buyurmuştur: “Size ne oluyor ki Allah yolunda ve ‘ey Rabbimiz bizi halkı zalim olan şu şehirden çıkar, katından bize bir sahip gönder, nezdinden bize bir yardımcı yolla’ diyen mustaz’af (mazlum ve çaresiz) erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda (düşmanla) savaşmıyorsunuz.” (Nisâ Sûresi, 4/75) Zulme rıza göstermek zulümdür. Zulmü ortadan kaldırmaya gücü yeten Müslümanlara savaştan başka çare kalmayınca savaşmak farz olur.
Savaş bazen de görev gereği olur. Din ve vicdan hürriyetini sağlamak amacıyla İslâm dininin tebliğinin, herkesin, hakikat güneşine, ilim ve iman nuruna ulaşmasının önündeki engelleri ortadan kaldırmak için yapılan savaşlar gibi. Bununla ilgili Allah Teâlâ âyet-i kerimesinde şöyle buyurmuştur: “Fitne (küfrün ve şirkin hâkimiyeti) yok oluncaya, din Allah’ın oluncaya kadar savaşın. Onlar savaşa son verir (vazgeçer) iseler (siz de vazgeçin, son verin), artık zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.” (Bakara Sûresi, 2/193; Enfâl Sûresi, 8/39)
Cihadın kısımları
a. Kalp ile cihad: Kalp ile küfrü ve şirki reddetmektir.
b. Dil ile cihad: Bâtılın iptaline, hakkın ispat ve tespitine dil ile gayret etmektir.
c. El ile cihad: El ile düşmanlarla savaşmaktır.
Kalp, dil ve el ile cihada şu hadîs-i şerîf delil teşkil eder: “Benden önce Allah’ın gönderdiği hiçbir peygamber yoktur ki o peygamberin ümmetinden havârîleri (yardımcıları) ve sünnetine uyan, emrine tâbi olan ashabı olmasın. Sonra onların ardından, yapmadıklarını söyleyen ve emrolunmadıkları şeyleri yapan bir takım kötü nesiller ortaya çıkar. İşte kim bunlara karşı eliyle cihad ederse o mü’mindir. Kim onlara karşı dil ile cihad ederse, o mü’mindir. Kim onlara karşı kalbiyle cihad ederse o da mü’mindir. Fakat bunun ötesinde imandan bir hardal tanesi (kadar bile) yoktur.” (Müslim, Îmân, 80; Buhârî, Îmân, 15, Rikâk, 35, 51, Fiten, 13, Tevhîd, 36.)
Cihadın en azı kalp ile yapılan cihaddır. Eğer kalbiyle cihad etmez yani kalbi ile küfür ve şirki reddetmezse, haramların haram oluşunu, farzların farz oluşunu kabul etmezse o kimse mü’min değildir. Demek ki kalbin cihadı imandır. Dil ile cihad, el ile cihaddan daha üstündür. Zira Mekkî bir sûre olan Furkan Sûresi’nde Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “O halde Kâfirlere boyun eğme! Onlara karşı bununla (bu Kur’ân ile) büyük bir cihad yap!” (Furkân Sûresi, 25/52)
Dil ile cihad eden mü’min, dilin cihadı ile hidayete vesile olabiliyor, elin cihadı (savaş) ile insanları öldürüyor. Elbette hidayete vesîle olmak, ölüme vesîle olmaktan üstündür. İşte bundan dolayı dil ile, ilimle, tebliğle, iyilikle, güzel ahlakla hidayete vesile olmaya çalışmak gerekir.
Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, bütün hayatı cihad olarak değerlendirmiştir. Cihad, Hakkı hâkim kılma gayreti olduğuna göre, elbette bütün hayatında da Hakkı hâkim kılma ile meşgul olmuştur. Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de dünya hayatını ticaret hayatına benzetmiş, (Saff Sûresi, 61/10-14) alış-verişte cennet karşılığında mal ve can istemiştir. (Tevbe Sûresi, 9/111) Bu canı ve malı Allah yolunda cihadda sarf ederse hem bu dünya hem ahiret cennet olacak demektir.
Mekke dönemi kalple cihad ve gizli davete şu ayetler işaret eder: Hıcr Sûresi, 15/85; En’âm Sûresi, 6/106. Dil ile cihad ve açık davete şu ayetler işaret eder: Nahl Sûresi, 16/125; Furkân Sûresi, 25/ 52. Medine dönemi el ile cihad ve müdâfaa harbine şu ayet işaret eder: Hacc Sûresi, 22/39. Bedir, Uhud ve Hendek savaşları savunma amaçlıdır. Medine dönemi el ile cihad ve taarruz harbine şu ayetler işaret eder: Bakara Sûresi, 2/193; Tevbe Sûresi, 9/ 14, 15, 29. Mekke Fethi ve sonraki savaşlar taarruz amaçlıdır. Mekke fethi birkaç çatışma hariç tutulursa silahsız fethedildi denebilir.
Savaş esnasındaki prensipler
Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, bir orduya veya bir müfrezeye komutan tayin ettiğinde Allah’tan korkmayı tavsiye eder sonra şöyle buyururdu: “Allah yolunda besmele ile gaza edin. Allah’a küfredenlere karşı çarpışın, gaza edin! Ama ganimete hıyanette bulunmayın, zulüm etmeyin! Ölülerin burnunu kulağını kesmeyin, çocukları öldürmeyin! Müşriklerden olan düşmanınla karşılaştığın zaman onları üç haslete (veya güzel huya) davet et. Bunların hangisinde sana icâbet ederlerse onu kabul et ve kendilerini bırak. Sonra, onları İslâm’a davet et! Şayet sana icabet ederlerse onu kabul et ve kendilerini (serbest) bırak!
Sonra kendilerini yurtlarından muhacirler diyarına göçmeye davet et. Onlara bildir ki, bunları yaparlarsa muhacirlerin lehine olan onların da lehine, aleyhine olan onların da aleyhine olacaktır. Yurtlarından göçmeyi kabul etmezlerse onlara haber ver ki, Müslümanların bedevileri gibi olacaklardır; kendilerine Allah’ın, mü’minler üzerine cereyan eden hükmü uygulanacak, ganimet ve haraçta hiçbir hakları olmayacaktır. Meğerki Müslümanlarla birlikte mücâhede edeler. Eğer bunu kabul etmezlerse onlardan cizyeyi iste. Şayet sana icabet ederlerse onu kabul et. Ve kendilerini (serbest) bırak. Kabul etmezlerse artık Allah’tan yardım dileyerek onlarla savaş!” (Müslim, Cihâd, 3; Ebû Dâvûd, Cihâd, 120; Tirmizî, Cihâd, 14.)
Kâfirlerin yardım etme isteği ve kâfirlerden yardım isteme konusu ise şöyledir. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, Bedir Savaşı’na giderken cüret ve cesaretiyle meşhur olmuş bir müşrikin, İslâm ordusuna yardım etme isteğini reddetmiş, o müşrik Müslüman olunca onun yardım etme isteğini kabul etmiştir. (Müslim, Cihâd, 150; Ebû Dâvûd, Cihâd, 153; Dârimî, Siyer, 53.) İslâm’ın ve Müslümanların lehine ve zaruret olursa bir kâfirden yardım istemek câizdir. İslâm’ın ve Müslümanların maslahatına uygun olursa bir kâfire karşı başka bir kâfire yardım etmek de câizdir.
Savaş temennî edilmez
Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem savaşı temennî etmemiş ve Ashabına şöyle buyurmuştur:
“Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin; ama onlarla karşılaştığınız zaman da sabredin!” (Müslim, Cihâd, 19, 20; Buhârî, Cihâd, 112, 156; Ebû Dâvûd, Cihâd, 98.) Bir başka rivâyet de şöyledir: “Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmayı arzu etmeyin. Allah’tan âfiyet isteyin. Onlarla karşılaştığınız zaman da sabredin. Bilin ki, cennet kılıçların gölgeleri altındadır.” (Müslim, Cihâd, 20; Ebû Dâvûd, Cihâd, 98; Ahmed, II, 323.):
İslâm’da barış isteyene karşı çıkılmaz. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “… Artık onlar bir tarafa çekilirler de sizinle vuruşmazlar ve barışı size bırakırlar (anlaşma teklifinde bulunurlar)sa o halde Allah onların aleyhinde sizin için (saldırıya) bir yol bırakmamıştır.” (Nisâ Sûresi, 4/90) Bu ilâhî hüküm, İslâm’ın temel sistemine zıt olmadıkça imkân bulduğu her durumda İslâm’ın barışı tercih ettiğine delildir.
Şu ayet-i kerime de aynı konuda delildir: “Fitne (küfrün ve şirkin hâkimiyeti) yok oluncaya, din Allah’ın oluncaya kadar savaşın. Onlar savaşa son verir (vazgeçer) iseler (siz de vazgeçin, son verin), artık zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.” (Bakara Sûresi, 2/193; Enfâl Sûresi, 8/39)
Barış esastır
İslâm’da savaş değil barış esastır. Zira barışta huzur vardır. Bu konuda şu iki âyet-i kerîmede Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Sizinle din hususunda muhârebe etmemiş, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış olanlara iyilik yapmanızı, onlara adâletli davranmanızı Allah size yasaklamaz. Çünkü Allah (kime olursa olsun) adâlet yapanları sever. Allah, sizi ancak din hususunda size karşı savaş yapan, sizi diyârınızdan çıkaran ve çıkarılmanıza arka çıkmış olanlara dostluk etmenizi size yasaklar. Kim onları veli (dost) edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Mümtehıne sûresi, 60/8,9)
Bu iki âyet İslâm’ın devletlerarası hukukunun ve münasebetlerinin esaslarını tayin eden iki önemli kural olması itibariyle ayrı bir önem taşır. Bu âyette “…Çıkarılmanıza arka çıkmış olanlar” kaydının burada ifade edilip de bir önceki âyette açıkça belirtilmeden mananın delâletine bırakılmasında bir nükte aramak gerekir. Allah bilir ya, bu nükte, düşmanlara yardımda bulunan kimselerle münasebeti kesmede acele etmeyip önce yardımdan vazgeçirmek için mümkün olabilen siyâsî teşebbüslere imkân tanımaktır. (Yazır, Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, VII, 4906.)
Bu âyet-i kerîme, arada dostluk kesilmiş olsa bile müşriklerle Müslümanlar arasında karşılıklı iyi ilişkilerde bulunmanın, iyilik yapmanın câizliğine delâlet eder. (Kâsımî, Mehâsinu’t-Te’vîl, XVI, 120.) İslâm barış dinidir. Hakka saygı halka sevgi prensibine dayalı bir sistemdir. İslâm bütün dünyaya sistemini hâkim kılmak ister. İslâm, insanların bütününü Allah’ın sancağı altında birbirleriyle tanışan birbirlerini seven, ilim ve irfanda yarışan kardeşler haline getirmek ister.
İbrahim Cücük/ İrfanDunyamiz.com
BENZER YAZILAR
İslam İlmihalimiz ↗
Dini sorularınıza güvenilir kaynaklardan cevaplar bulmak için tıklayın.
Kaynak Metinler ↗
İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.