Ezan okuma ve dinleme adabı…

Risaletin başlamasıyla farz kılınan namaz ibadeti Mekke’de miraç gecesinde yeniden düzenlenmiş ve Allah celle celaluh’un bildirmesi ile beş vakit olarak emredilmiştir. Cemaatle yerine getirilmesi daha sevap olan namaza çağrı, Mekke’de alenî olarak yapılamamıştır. Mü’minler bu dönemde Kâbe’de daimi bir cemaat de oluşturamamışlardır. Çünkü müşriklerin komplo ve saldırılarından emin olamamışlardır.

Müşrikler namazı şekil olarak da çok yadsımışlardır. Birilerinin iddia ettiği gibi müşrikler daha önceden namazın şeklini bilselerdi çok aşırı bir garipseme yaşamazlardı. Her aleni kılınan namaz müşriklerin aşırı tepkisiyle karşılanmıştır.

Tevhidi dönüşüm

Aleni namaz kılma hususunda Peygamber Efendimiz’den sonra en çok çile çeken sahabilerden biri de Hazreti Ebu Bekir’dir. Müşrikler onun açıktan namaz kılmaması konusunda Resulullah’a defalarca başvurmuşlardır. O, kıldığı namazla kendisi tevhidi dönüşümün zirvesini yaşadığı gibi, namazını seyretmeye gelenlere de bir dönüşüm yaşatmıştır. Zaten müşriklerin düşman oldukları da böyle bir namazdır.

Secdeye gidip de arınmayan, Allah’tan başkasına secde ve itaat eden kimselerin gerçek namazdan bir payları yoktur. Bu anlamda kendimizi hesaba çekmeliyiz: “Namazım beni ne kadar değiştiriyor? Namazımla ben kimleri pozitif bir değişime uğrattım.” Bu sorulara verebildiğimiz olumlu cevaplar, namazımızın ciddiyetiyle ve ruhuyla doğru orantılıdır.

Medine döneminin başında itibaren namaz vakitlerinde camide toplanmışlar fakat vaktin girdiğini bildiren bir ilan veya çağrı sözleri yoktur. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, mü’minleri mescide aynı vakitte nasıl toplarız diye sahabileriyle önce istişarelerde bulunmuştur. Bu istişarede bazı sahabiler namaz vaktini ilan için çan çalınmasını, bazıları Yahudiler gibi boru üflenmesini, Mecusiler gibi ateş yakılmasını veya bayrak asılmasını istemişler fakat her bir sembol bir dinin uygulaması olduğu için kabul görmemiştir.[1] Zira İslâm dini özgünlüğüne binaen her konuda Müslümanların da özgün olmasını istemektedir.

Belirttiğimiz gibi İslâm’ın özünde özgünlük vardır. Hazreti Musa ve Hazreti İsa’ya gönderilmiş olmasına rağmen, tevhidi vasıflarından hiçbir özellik taşımayan ve tahrif olduğu Kur’an-ı Kerim, sünnet ve tarihin beyanıyla sabit olan, insan müdahalesiyle şirke bürünen dinlerin sembollerini Peygamberimiz  kabul etmemiştir.

Böyle biliriz

Kur’an-ı Kerim, Yahudi ve Hıristiyanları Allah’a oğul isnad eden sapkınlar,[2] din adamlarını ilahlaştıranlar,[3] Allah’ın ayetlerini az bir menfaat uğruna satanlar[4] ve ayetlerle alay edenler,[5] Allah’ın hükmünden kaçanlar,[6] hakikati gizleyenler,[7] dine eklemede bulunarak bidat ihdas edenler,[8] meleklere bile düşmanlık gösterenler,[9] Müslümanlara düşmanlıkta müşriklerle ortak hareket edenler,[10] sadece kendilerinin cennetlik olduğuna inananlar,[11] Hazreti Muhammed’i sıfatlarıyla bilmelerine rağmen inkârda diretenler,[12] ayetleri hesaba katmayarak tağutlaşanlar,[13] teslis inancını icad edip dine sokanlar,[14] dinde aşırı gidenler,[15] Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler,[16] Allah’a cimrilik iftirasında bulunan[17] fasıklar, din adamlarını ve peygamberlerini tanrılaştıranlar[18] olarak nitelendirilmektedirler.

Ne Kur’an-ı Kerim’de ne de hadislerde Yahudi ve Hıristiyanları öven, onları ve yollarını meşru gösteren ne bir ayet ne bir hadis vardır. Böyle bir iddiada bulunanlar dilden, tarihten, dinden ve yöntemden nasibi olmayan bedbahtlardır. Buna binaen Peygamberimiz, Yahudi ve Hıristiyanlara teşebbühten ümmetini korumak için onların uygulamalarının hiçbirini almamıştır.[19] Ayetlerin bağlamını ve İslâmî ilimlerin usullerini bilmeyen bazı kimselerin ideolojik temelli beyanlarının hiçbir ilmi değeri yoktur. Bu kimseler, müsteşriklerin düşüncelerinden beslenen kompleksli kişilerdir.[20]

Namazın duyurulması

Yukarıda beyan ettiğimiz üzere Allah Resulü, namaz vakitlerinin duyurulması konusunda istişare edip bir karara varamadan ayrıldığında, o gece sahabilerden Abdullah bin Zeyd el-Ensâri bir rüya görmüştür. Rüyasında ezanın sözleri kendisine öğretilmiş, o da bu rüyayı Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’e haber vermiştir. Aynı rüyayı Hazreti Ömer de görmüş ama ilk haber veren o olamamıştır. Resulullah da, Abdullah bin Zeyd’e, ezanın sözlerini daha gür sesli olan Bilal bin Rabah’a (Habeşi) öğretmesini istemiş ve böylece ezan meşru kılınmıştır.[21]

Bu meşru kılınma durumu ve ezanın sözlerinden hareketle fukaha tarafından şöyle bir ezan tanımı yapılmıştır. Medine döneminin birinci yılında teşri kılınan Ezan: Namaz vaktinin girdiğini dinin belirlediği hususi sözlerle insanlara bildirip ilan etmektir.[22] Bu ilanın hükmü konusunda İslâm âlimleri ihtilaf etmişlerdir. Farz diyenler olduğu gibi sünnet diyenler de vardır. Hanbeliler hariç[23] cumhurun görüşüne göre; içerisinde beş vakit namazın kılındığı mescitlerde ezan okumak müekked sünnettir.[24]

Terk edildiğinde günaha düşülmesinden dolayı vacib hükmündedir.  Seferî ve ikamet durumlarında ancak cuma namazı ve beş vakit farz namazlar için sünnettir. Cenaze, bayram, kusuf, istiska, teravih ve nafileler için ezan okumak şart değildir.[25] İmam Muhammed Hasan eş-Şeybâni’ye göre ise ezan okumak vacibdir. Bir belde hâlkı topluca ezanı terk edecek olurlarsa onlarla savaşmak gerekir.[26] Ayrıca, kim ki ezanın dinde meşruiyetini inkâr edecek olursa kâfir olur.[27]

Peygamberimiz, Hâlid bin Velid’i verilen bir haberi araştırmak için Müstalikoğullarının üzerine gönderdiğinde; Hâlid hazretleri onların teheccüde kalktıklarına ve namaz için ezan okuduklarına şahit olunca Müslümanlıklarına hükmedip savaştan vazgeçmiştir.[28] Çünkü namaz ve ezan İslâmî kimliğin en önemli iki göstergeleridir.

Müezzin kadroları

Peygamber Efendimiz, Ebu Mahzura’yı Mekkelilere ezan okumakla görevlendirdiği gibi yeni Müslüman olan -Taif dâhil- yerleşim yerlerine müezzinler atamıştır.[29] Diğerleri gibi Ebû Mahzurenin de sesinin çok güzel ve gür olduğu rivayet edilir.[30] Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in en meşhur müezzinleri; Bilal-ı Habeşî, Abdullah bin Ümmü Mektum ve Ebu Mahzûre’dir. Bazı rivayetler, Medine’de Hazreti Bilal’in sabahleyin ilk ezanı okuduğunu ve insanların bu ezanla sahur yapıp Abdullah bin Ümmü Mektum’un ezanıyla beraber yemeyi, içmeyi kestiklerini haber vermektedir.[31]

Ezan bir şehadettir. Vaktin girdiğini Müslümanlara ilan etmektir. Şehadet olması münasebetiyle, İslâm nazarında şahitliği makbul olmayanların okumaması gerekir. Bu çerçevede bilinmeli ki; fasık/şeriatın emirleri ile hayatlarına anlam vermeyen kimselerin ezan okumaları mekruhtur ve okudukları ezanın iade edilmeleri müstehaptır.[32]

Mademki ezan bir şehadettir, şahitliği hakkıyla yapacak bu seçkin kişilerde; müezzinlerde bazı vasıfların olması çok önemlidir. Bunları ezanın şartları başlığı altında şöyle sıralayabiliriz:

1. Ezanın vakit girdiğinde okunması zorunludur. Vakit girmeden ezan okunması sahih değildir ve böyle bir durumda ezan vakit içerisinde yeniden okunur; iade edilir. Vakit girmeden okunan ezanda vakti bilmemek, karıştırmak ve vaktin girmesi konusunda yalan vardır. Bundan dolayı müezzinlik için ezan vakitlerini bilmek şartı vardır.

2. Ezanın Arapça olarak okunması şarttır. Ezan, Kur’an-ı Kerim gibi Arapça olarak teşri kılındığı için başka bir dilde okunması caiz değildir.[33]

3. Ezanın ve kametin sözlerinin orijinalinde olduğu şekilde tertip üzerine ve ezanın sözleri arasında uzun fasıla vermeden peş peşe okunması esastır. Ezan okurken aralarda boş kelam vb. konuşulmaz.

4. Müezzinin Müslüman, akil, baliğ ve erkek olması gerekir. Sarhoşun, mümeyyiz olmayan çocuğun, delinin ve kâfir birisinin ezan okuması sahih değildir. Çünkü onlar ibadet yapmaya ehliyetli değildirler. Kadının ezan okuması ise fitneye sebep olacağından dolayı sahih görülmemiştir.[34] Hanefiler müezzinlikle ilgili şu hususu özellikle vurgulamıştır; müezzinler erkek, akil, namaz vakitlerini ve sünneti en iyi bilen âlim, takva sahibi kimselerden olmalıdır.[35]

Yukarda saymış olduklarımız önemli hususlardır. Müezzin efendiler bunlara riayet etmeli ve yaptıkları işin fıkhını bilmelidirler. Zira herkesin, yaptığı işin fıkhını/ilmihâlini bilmesi o kişinin üzerine farz-ı ayın bir görevdir. Eğer bu farzlar ihmal edilecek olurlarsa mükellefler ve o işi yapan kimseler günaha düşerler.

Ezanın sünnetleri

Manasına vakıf olarak okunan ve dinlenen bir ezan insan düşüncesinde çok köklü değişiklikler yapar. değişikliğin Müslümanların hayatlarında anlam bulabilmesi için ezanın manası içselleştirilmelidir. Bu safhaya gelebilmek için de ezanı Sünnet üzere dinlemek ve okumak çok önemlidir. Ezanın sünnetleri diyeceğimiz konuları şu başlıklar altında verebiliriz:

1. Müezzin gür ve güzel sesli olmalıdır. Sesini uzaklara duyurabilmesi için mescidin yanında yüksek bir yere çıkarak ezan okumalıdır. Abdullah bin Zeyd radıyellahu anh, ezanla ilgili gördüğü rüyayı sözleriyle beraber Peygamber Efendimiz’e anlattığında, Resulullah, bu sözleri sesi daha gür olduğu için Hazreti Bilal’e öğretmesini söylemiştir.[36]

2. Müezzin, ezanı yüksek bir duvarın üzerinde veya minarede ayakta okumalıdır. Ezanın ayakta okunmasında ulema icma etmiştir. Ayakta duramayacak kadar hastalığı veya özrü varsa ancak o zaman ruhsat kullanarak oturabilir.

3. Müezzinin hür, akil-baliğ, âdil, güvenilir, salih ve namaz vakitlerini iyi bilen birisi olması gerekir. Müezzinler için adalet şartını koşanlar Malikilerdir.[37]

4. Ezan, tam bir taharet üzerine abdestle okunmalıdır. Çünkü ezan ile namaz arası birbirine çok yakındır. Bu münasebetle de abdestli olmak evladır.

5. Müezzinin gözlerinin iyi görüp âmâ olmaması gerekir. Şayet âmâ birisi ezan okursa okuduğu ezan sahihtir. Zira Peygamberimizin müezzinlerinden Abdullah bin Ümmü Mektum âma biridir. Medine döneminin Hazreti Bilal ile beraber en meşhur müezzinidir.

6. Sesinin daha gür ve yüksek frekansta çıkması için, müezzin ezan okurken parmaklarını kulaklarına tıkamalıdır. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, bu inceliği Hazreti Bilal’e öğretmiştir.[38]

7. Müezzin ezanı acele etmeden, tek tek okumalıdır. Ezanı ağır ağır, kameti süratli okumak sünnettendir. Hayatın tüm genişlik alanında sahabesini eğiten Allah Resulü, ezanı da bu minval üzerine öğretmiştir.

8. Ezan aynı zamanda bir münacat; Allah Teâlâ’ya bir yakarış ve duadır. Bu özelliklerinden dolayı ezan okurken müezzin kıbleye yönelmelidir. Ayrıca; “hayye alessalah ve hayye alelfelah” derken sağa ve sola dönülmelidir. Arkaya ise asla dönülmez. 

9. Ezan okuma işini müezzinlerin Allah rızası için yapmaları ve okudukları ezana karşılık ücret/para almamaları belirtilmiştir. Hazreti Osman’dan gelen bir rivayette Peygamber Efendimiz, müezzinin ücret almamasını tavsiye etmiştir.[39] Hanefiler, müezzinlerin ücret almamalarını savunmuşlardır. Peygamber Efendimiz’den gelen bu konuda tavsiyeler vardır. Malikiler ve Şafiler, müezzinlerin ücret almalarının bir sakıncasının olmadığını savunmuşlardır. Onlara göre müezzinlik de diğer işler gibidir. Son dönem Hanefi âlimleri de ilmiye sınıfının mali haklarıyla ilgili bir kurumsal yapı olmadığı için müezzinlerin ücret almalarında beis olmadığı sonucuna varmışlardır.

10. Ezan ilk vakitte okunmalıdır. Çünkü insanlar namaza ancak böyle hazırlanabilirler. Bu anlamda ezanı müezzinlerin tehir etmesi doğru değildir.

11. Devlet yetkililerini namaza davet etmek de sünnettendir. Hazreti Bilal ezanı okuduktan sonra bir müddet bekler ve Peygamber Efendimiz’i namaza çağırırdı.[40]

12. Mescitte iken müezzin ezanı bitirmeden evvel ayağa kalkmamak müstehaptır. Ezan bitene kadar kişi sabreder ve oturur. Ezan okunurken sadece dinlemek ve hareket etmemek gerekir.[41]

13. Ezan bittikten sonra vesile duası mutlaka okunmalıdır. Ezan ile kamet arasındaki dualar reddedilmeyeceğinden, bu arada vesile duasının okunmasını Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem emretmiştir[42]

Ezan okuma adabı

Rivayetler gösteriyor ki Müslümanlara ezanın okunma adabını da Resulullah öğretmiştir. Sabah namazında “Essalatû hayrun minennevm/ namaz uykudan hayırlıdır diyen Bilal-ı Habeşî’nin uygulamasını onaylamış[43] ve “Müezzinlerin kıyamet gününde en uzun boylu insanlar olacağı” müjdesini vermiştir.[44]

Sünnet olan; ezanı abdestli olarak okumaktır. Müezzinlerin de dinde salih, takva sahibi, Sünnet’i çok iyi bilen, bid’at ve ideolojilerden uzak duran, yeteri kadar fıkıh ilmine vakıf ve namaz vakitlerini takip eden insanlardan seçilmesi gerekir. Delinin, çocuğun, sarhoşun ve cünüp bir kimsenin okuduğu ezanın iade edilmesi lazımdır.[45]

Bu gruba bid’at lara dalan kimseleri de dâhil etmek gerekir. İslâm’ın insanlık için mutlak ve tek din oluşuna bütün kuşatıcılığı ve boyutlarıyla inanmayan bir kimsenin ezan okuması da elbette caiz değildir. Her Müslümanın olduğu gibi müezzinlerin de ideolojik gulat bidatlerden; sağ sol yapılanmanın türettiği fikir akımlarından dinlerinin selameti için kaçınmaları şarttır. İnancımıza göre batıl bir ideolojiye saplanan kişinin okuduğu ezan geçersizdir; zira şehadeti düşmüştür.

Ezana icabet

Ezan duyulduğunda cümlelerinin aynen tekrarlanması gerekir. Fâkihlerin çoğunluğuna göre ezanı duyan herkes müezzinin söylediklerine icabet eder. Ancak Hanefilere göre; cenaze namazı esnasında, Cuma günü hutbe dinlerken, tuvaletteyken, ders verirken veya alırken ve yemek yenilirken sofrada müezzine icabet edilmez.

“Peygamber Efendimiz, ezanı duyduğunda önce sükût eder, dinlerdi. Sonra da; ‘Kim ki müezzinin söylediği şeylere kesin olarak iman eder ve kendisi de aynısını tekrarlarsa cennete girecektir.’ buyururdu.”[46] Zaten risaletin başından beri “La ilahe illallah deyin kurtulun”[47] müjdesini veriyordu ki bu müjdelerin en yoğun olduğu cümleler ezandadır. Hanefiler nezdinde ezanın ayakta dinlenmesi veya ezan okunurken ayağa kalkılması menduptur. Efdal olan ise yürüyen bir kimsenin ezanın cümlelerini tekrar etmek için ayakta durmasıdır.[48]

Üzüntüyle ifade etmek gerekir ki hâlkı Müslüman ülkelerin çoğunda ezan dinleme adabı hiç bilinmemekte ve ezana gereken saygı gösterilmemektedir. Hatta birkaç cümleden oluşan ezanın anlamını bilmemek ve çocuklarımıza öğretmemek dinimize karşı ciddiyetsizliğimizin göstergesidir. Ezan okunurken birçok kimse konuşmasını kesmemekte, eğlencesine devam etmekte, haram işleyebilmekte, ağzından sigarasını atmamakta ve tam bir huşu içerisinde kendini vererek dinlememektedirler. Bir edep dâhilinde ezan dinlemek en önemli yaşayan sünnetlerden biri olmalıdır.

Birkaç cümleden oluşan ezanın anlamını bilmemek ve çocuklarımıza öğretmemek dinimize karşı ciddiyetsizliğimizin göstergesidir.

Yine ezan dinlemenin adabından mahrum olanlar ya zayıf imanlı ve dini bilgisi az cahil kimselerdir veya kötü niyetli inkârcı kişilerdir. Ezan ve diğer dini sembollerle alay etmek Kur’an-ı Kerim’in ifadesine göre münafıkların ve Yahudilerin çirkince davranışlarındandır.[49] Kendimizi ve neslimizi ezana saygı babında Peygamberimizin şu hadisinin bir emir olduğu bilinciyle canlı tutmalıyız: “Ezanı işittiğiniz zaman müezzinin söylediklerini aynen tekrarlayınız.”[50] Çünkü ezan, toplumların can emniyetini sağlayan tevhidin bir sembolüdür; “imanın şiarıdır.”[51] Sema ehlinin bile kulak vermiş olduğu kutsal duyurudur.[52]

Bu duyuru dinlenip bittikten sonra insanın, Müslüman olduğuna şükretmesi ve bu şükrün bir ifadesi olarak Resulullah’ın şu duasını tekrarlaması sünnettir: “Ben şehadet ederim ki Allah tektir ve Onun yaratmasında da emretmesinde de ortağı yoktur. Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem, onun kulu ve elçisidir. Allah azze ve celle’ye Rab, Hazreti Muhammed sallellahu aleyhşi ve sellem’e elçi ve İslâm’a din olarak (iman edip) razı oldum.”[53] Bu duayı bilinçli şekilde tekrarlayan kimse günahlarından bağışlandığı gibi, bir de Peygamberimize “Vesile’nin (Cennetteki en yüce makam) verilmesini isterse, ahirette Resulullah’ın şefaatine nail olacaktır.”[54]

Ezan, anlam olarak içermiş olduğu tevhidi hükümler; Allah’ın birliği, Peygamberimizin risaleti; namazın zorunlu ve kurtuluş vesilesi olduğunu bildiren ibadet ve ahlaki yönüyle İslâm’ın en önemli sembollerinden birisidir. İman edilen tevhidin top yekûn milletçe ikrarıdır. Müslümanlığı yegâne kurtuluş yolu gördüğümüzün eşyayı da şahit tutarak insanlığa ilan edilmesidir.

Allah en büyüktür

Ezan, okunmuş olduğu toprakları salt toprak olmaktan çıkarır ve İslâm yurduna (daru’l-İslâm) dönüştürür. Esasında bu dönüşümün gerçekleşmesi, sözle beraber mananın da hâkim olmasına bağlıdır. “Allah en büyüktür” deyip sonra da başka büyükler türetmek ezanın ruhuna aykırıdır. Üzerinde yaşamış olduğumuz yerler ezanla İslâmi bir kimlik kazanmıştır. Bu kimliğin devamından yana olan mü’minlerin ezanın anlam alanına göre bir hayatı tercih edip yaşamak suretiyle Allah’ın dinine ve emanetine layık olmaları gerekir.

Okunan ezanların manası bilinmez ve “Allah’ın en büyük” oluşu tercih edilen hayat tarzına yansıtılmazsa yaşadığımız topraklar altımızdan kayar. İslâm yurdu olmaktan çıkar. Onun için İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif: “Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli/Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli” demiştir. Yurdumuzun üzerinden bu ilahi çağrıyı kesmemek ve kestirmemek için teyakkuz hâlinde olmamız şarttır. Eğer gaflete düşer ve ideolojik yapılanmaların hâkim olmasına izin verecek olursak dinin temeli olan şehadeti kimse topluma hatırlatmaz. Bu tehlikeyi sezdiği için Şair; her Müslümanın ülkemizde bir nöbetçi olduğunu hatırlatmış ve değil uyumak, şekerleme yapmanın bile kurşuna dizilmeyi gerektiren bir suç olduğuna dikkat çekmiştir.

Çocuk yeni doğduğunda sağ kulağına ezan, sol kulağına da kamet okunarak tevhit ve nöbet bilinci erkenden verilir. Bu uyarıyı zihninde canlı tutan ve hayatına bu uyarıyla yön veren bir millet, tüm insanlık için örnek bir millet olabilir. Bu anlayışla ezanın dinlenip bu ilahi çağrının gereklerinin yapılması gerekir.

Ezan, namaza davettir. İmanının şuurunda olan her Müslüman, imanının gereği ve devamı için mutlaka namaz kılmalıdır. Ayetlerden bu kadar emir tekrarının olması ve Sünnet’le teşvik edilmesine rağmen kişi namaz kılmayacak olursa dinsiz ve imansız ölmesinden korkulur.

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

DİPNOTLAR
1 Abdurezzak, Musannef, Had. no: 1774, 1775, c.I, s.456-7 vd; Buhari, 5, Bed’u’l-Ezan, 152, Had. No: 603-4,139; Müslim, 4, Salat, 1, Had. no: 377-8, c.I, s.285 vd.; Cezeri Abdurrahman, Kitabu’l-Fıkh ala Mezahibi’l-Erbaa, Kahire, trsz., c.I, s.310-11
2 Bak: Tevbe, 9/30; Maide, 5/17,18,116; Nisa, 4/155,156,171
3 Bak: Tevbe, 9/31
4 Bak: Bakara, 2/41,79,174; Âl-i İmran 2/199; Maide, 5/44
5 Bak: Nisa, 4/140; Maide, 5/57-58; Tevbe 9/65.
6 Bak: Nisa, 4/61; Maide, 5/43-47
7 Bak: Bakara, 2/159,174
8 Bak: Hadid 57/26
9 Bak: Bakara, 2/97,98
10 Bak: Bakara, 2/105
11 Bak: Bakara, 2/111
12 Bak: Bakara, 2/146; En’am, 6/20
13 Bak: Nisa 4/60.
14 Bak: Maide, 5/17,77; Nisa, 4/177
15 Bak: Maide 5/77.
16 Bak: Maide 5/44
17 Bak: Maide, 5/64
18 Bak: Tevbe 9/30-31.
19 Yahudi ve Hıristiyanların sapkınlıklarıyla ilgili tüm rivayetleri ayrı bir çalışma olarak ele alacağımız için onları burada zikretmiyoruz. Abdullah b. Selam gibi bazı Yahudi mühtedilerinin, Resulullah’a iman eden Habeşistan kralı Necaşi’nin veya topluca iman eden bazı Hristiyan gruplarını bağlamından koparmak suretiyle; “Allah, Ehl-i Kitabı övüyor” yaygarası koparmak usul/yöntem eksikliğinden kaynaklanan hatalardır. (M. S.)
20 Bu konuda yazılmış olan kitaplardan “Dini Çoğulculuk, Ateizm ve Geleneksel Ekol” İsam Yay. 2010, İstanbul, Adnan Aslan; hakikatin  izafi olduğuna dikkat çekiyor ve muharref dinlerin de yaşanan farklı tecrübeler olduğunu söyleyerek onları İslâm’ın seviyesine çıkarıyor veya İslâm’ı batıl dinlerin seviyesine indiriyor… (M. S.)
21 Abdurrezzak, Musannef, Had. No: 1774-5 vd, c. I, s. 456; Ahmed, Müsned, c. IV, s. 43.
22 Cürcanî, Şerif Ali b. Muhammed, Târifat, Beyrut 1995, s. 16; Mavsîli, Abdullah b. Mahmud, el-İhtiyar, Çağrı yay, İstanbul 1980, s. 42; Es-Sanani, Muhammed b. İsmail, Sübül’ü-s Selam, Mısır, 2005, c. ı, s.205:  Cezerî, Mezahib-i Erbea, c. I, s. 310.
23 Hanbeli mezhebine göre ezan okumak Farz-ı kifayedir.
24 Zuhayli, Vehbe, El-Fıkh’ü-l İslâmî, Darü-l fikr, dımaşk, 1996, c. I, s. 535.
25 Cezerî, Mezahib-i Erbea, c. I, s. 313; İbni Rüşd, Ebulvelid Muhammed b. Ahmed, Bidayetül Müctehid, trh: 1983, c. I, s. 133
26 Mavsîli, el-İhtiyar, s. 42
27 Cezerî, Mezahib-i Erbea, c. I, s. 311
28 Zemahşerî, Muhammed b. Ömer, el-Keşşaf, Beyrut 1995, c. IV, s. 350-351
29 Abdurrezzak , Musannef, Had. No: 1779, 1781, c. I, s. 458-9; Nesai, Sünen, c. II, s. IV.
30 İbni Huzeyme, Sahih, C. I, s. 385.
31 Buhari, sahih, 617.
32 Zuhayli, El-Fıkh’ü-l İslâmî, c. I, s. 542.
33 Fıkıh âlimlerinin görüşleri vahiyden mülhem böyle olmasına rağmen ülkemizde yıllarca ezan Türkçe olarak okutulmuştur. Okumayanlara ağır baskı ve zulüm yapılmıştır. İslamizasyon politikalarının bir gereği olarak 1950 yılından itibaren yeniden Arapça ezan okunmaya başlamıştır. Garip olan ise ezanı Türkçe okutan zevatın ve siyaset adamlarının Türkçe ezana rağmen camilere gelmemeleridir. (M.S.)
34 Kadının ezan okumaması ile ilgili fıkhi bir meseleyi feminal bir yaklaşımla sulandırmak doğru değildir. Kadın mükelleftir. İnsandır. Hukuk önünde erkekle eşittir. Kendine ait mülkiyet hakkı vardır. Tahsil yapması farzdır. Bazı ilimlerde erkeklerden çok onlara ihtiyaç duyulur vs.  Durum böyleyken İslâm hukukçuları sünnette olmadığından ve bir takım mahzurları olacağından mütevellit böyle bir karar vardilerse bunu saygıyla karşılamak gerek. İndirgemeci ve aşağılık kompleksi içerisinde meseleyi ele almak hatalı sonuçlara götürür. (M. S.)
35 Zuhayli, Fıkh’ü-l İslâm, c. I, s. 541.
36 Nesai, Sünen, c. II, s. IV.
37 Adaletin çok zengin anlamları vardır: Tevhid, hukukullaha ve emanete riayet, dini yükümlülükleri hakkıyla eda, şeriata tam mutabakat, büyük günah işlememek, küçük günahlar üzerinde ısrar etmemek, namus ve iffeti korunmak, her hak sahibine hakkını vermek adaletin anlamlarından bazılarıdır. (M. S.)
38 Nesai, Sünen, c. II, s. 12.
39 Ahmed, Müsned, c. IV, s. 531; Hâkim, Müstedrek, c. I, s. 199.
40 Böyle bir sünneti en azından iş yerlerindeki amirler işler hâle getirmeli ve namazın gecikmesi durumunda kendilerine uyarıcılar belirlemelidirler. İnancımıza göre hiçbir iş Allah’a ibadetten daha önemli değildir. (M. S.)
41 Zuhayli, El-Fıkh’u-l İslâmî, c. I, s. 554-5.
42 Sanani, Sübülü’s- Selam, c. I, s. 225.
43 Abdurrezzak, Musannef, Had. No: 1820, c. I, s. 472
44 Abdurrezzak, a.g.e, Had. No: 1859, c. I, s. 483
45 Mavsilî, el-İhtiyar, s. 44. Ayrıca bak: Abdurrezzak, Musannef, c.I, s.487
46 Nesai, Ebu Abdurrahman Ahmed b. Şuayb, es-Sünen, Çağrı yay 1981, Ezan, Had. No: 34, c. II, s. 24
47 Ahmed, Müsned, c. IV, s. 340
48 Zuhayli, Fıkh’ü-l İslâm, c. I, s. 555.
49 Bak: Maide 5/57-58; Tevbe 9/64-65              
50 Müslim, 7, Salât, 10, Had. No: 383, c. I, s. 278
51 Abdurrezzak, Musannef, Had. No: 18716, c. X, s. 172
52 Abdurrezzak, a.g.e, no: 1868, c. I, s. 486
53 Müslim, 7, Salât, 13, Had. No: 386, c. I, s. 290.
54 Buhari, 8, Ezan, 159, Had. No: 614, s. 141

Adab-ı Muaşeret

Sosyal hayattaki edep ve görgü kurallarına dair yazılar okumak için tıklayın.

Şahsiyet Gelişimi↗

Müslümanca hassasiyetlerle yazılmış kişisel gelişim yazıları okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Selât-ü selam hassasiyeti…

Yüce Allah, Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in kendi katındaki değerinden dolayı ona salat-ü selam …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.