İhsan makamında bir ibadet: Tefekkür

Ruhi olgunluğu zirve noktada yaşayan peygamberlerin sünneti olan tefekkür, Peygamberimiz Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in de en önemli sünnetlerindendir. Hatta denilebilir ki onun nübüvveti tefekkürle başlamıştır. Otuz beş yaşından kırk yaşına kadar Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, Hira’da tefekkür hayatı yaşamıştır.

Onun tefekkürünün odağında Allah celle celaluh vardı. Yani, hayatın tüm genişlik alanında Allah celle celaluh unutulduğu veya inkâr edildiği için cahili bir hayat yaşanıyordu. İnsanlık amaç değerlerini kaybetmişti. Sömürü bütün yönleriyle etkindi.

İnsan olmak ne demektir?

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, Hira’da insanlığın itikadi, sosyal, iktisadi, hukuki, siyasi ve ahlaki sorunları üzerinde tefekkürünü yoğunlaştırmaktaydı. Sorunları çözmek istiyordu. İnsan olmak sorunlara çare bulmak demekti ona göre.

İnsanlığın bütün sorunlarında fena olduğu bir zamanda çözüm sunulmuştu: Allah celle celaluh, onu peygamber olarak göndermiş ve yıllardır arayıp da “kemiklerini kırarcasına” kendine dert edindiği toplumsal problemlere çareyi arz etmişti. Çare, hayatı vahye göre anlamlandırmaktı.

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, insanlığın sorunlarına çözüm bulmak için tefekkürle yoğunlaştığı ruh hâli, Kur’an-ı Kerim’de şöyle hikâye edilmiştir: “Biz senin göğsüne ferahlık vermedik mi? Senin belini büken yükünü de üzerinden almadık mı?(1)

Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in belini büken, kemiklerini adeta çatlatan yük; insanlığın kötü gidişatıydı. Nebevi tefekkürün konusunu da bu insani sorunlar oluşturuyordu.

Neden Hira’ya bir daha çıkmadı?

Burada şu hususu vurgulamak istiyoruz; Hira’da yıllarca tefekkür hayatı yaşayan Peygamber Efendimiz sallellahü aleyhi ve sellem, çözüm mahiyetinde risalet görevi verilince cihadının yoğunluğundan bir daha ömür boyu Hira’ya çıkmaya vakit bulamamıştır.

Peygamber Efendimiz sallellahü aleyhi ve sellem, tefekkürü bir ibadet olarak algıladığı için, teşvik bağlamında güzel sözler söylemiş ve bizlerin de tefekkürü sistemli hâle getirebilmesi için Müslümanlara “itikâf” sünnetini bırakmıştır.(2)

Ramazan ayının son on gününde yapılan itikâfın amacı, nefis muhasebesidir. Bu dönemde Müslüman, kendisini Allah celle celalüh’e karşı hesaba çeker ve Allah’la arasında inanç ve salih amel noktasında bir diyalog eksikliği görürse, hemen bu eksiklikleri gidermeye başlar.

Kendisini, kitabi bilgiler ve tefekkürle oluşan tecrübi ilimlerle donatır. Allah celle celalüh’le kendi arasındaki bağlılığı aşk boyutlu bir sevgiye taşımanın yollarını arar. Aslında böyle bir aşk hem zevkli hem de bedellidir. Zira, Allah’a aşık olmanın bedeli, gece gündüz onun kullarına hizmet etmektir. Peygamberler gibi iman ve cihadla dolu bir hayat yaşamaktır.

Dolayısıyla, itikâf anında Müslüman kişi, insanlığın tüm sorunlarını düşünür, onlara çareler bulmaya çalışır, bulduklarını daha sonra planlı bir şekilde hayata katar. Kısacası, bir tefekkür mektebi olan itikâf, bazı tecrübi zevkleri kapalı bir mescitte insanın yalnız başına yaşaması değildir. Ruhi kazanımlarını toplumla paylaşmasıdır.

İhsan makamında bir ibadet

Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in sözleri ve pratiği üzerinde karar kılarak, İslam’ı ihsan makamında yaşamaya çalışan veliler de tefekküre çok önem vermişlerdir. Sufi fakih Hasan el-Basrî (ö: 110/728) tefekkürün değerini şu sözüyle ifade etmiştir: “Bir saatlik tefekkür, geceyi kıyamla/nafile namazla ihya etmekten daha hayırlıdır.

Tefekkürle nefis muhasebesi arasında fonksiyonel bir ilgi kuran Fudayl b. Iyad da şu açıklamayı yapmıştır: “Tefekkür bir aynadır ki sen onda iyiliklerini ve kötülüklerini görürsün.(3)

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in ilmine varis olanların en büyüklerinden birisi Hazreti Ali radıyellahu anh da ibret almanın ve tefekkürün önemini şu güzel değerlendirmesiyle ifade etmiştir: “Gerçek anlamda fakih; insanlara Allah celle celaluh’ün rahmetinden umut kestirmeyen, haramların yapılmasına ruhsat vermeyen ve Allah celle celalüh’ün azabından kimseyi emin kılmayandır. Şüphesiz ki kendisinde ilim olmayan ibadette, içerisinde anlayışın/çözüm üretmenin olmadığı ilimde ve tedebbürün/inceden inceye düşüncenin olmadığı kıraatte hayır yoktur.”(4)

Tefekkür ehliyle birlikte olun

Yukarıda sözlerine yer verdiğimiz İslam büyükleri ve onların yolundan giden diğer âlimler tefekkür hayatımızı öldürebilir endişesiyle bizlerin, sefihlerle ve fasıklarla birlikteliğini hoş görmemişlerdir. Akıllı, sorumluluk bilinci yerinde, âlim ve feraset ehli insanlarla beraber olmamızı ise teşvik etmişlerdir.(5) Çünkü tefekkür etmek ve tefekkür ehliyle olmak insandan gafleti giderir.(6)

Tefekkür anında insan, geçirmiş olduğu şeylerden ibret alır, Allah’ın huzuruna varılınca onun rızasını kimin kazanıp kimin kaybedeceğini düşünür. Allah Teâlâ’nın kendisine yakınlığını ve beraberinde olup da her amelini yazan meleklerin varlığını her an zihninde tutar.(7)

Tefekkürle ilgili güzel sonuçları elde etmek için insanın, kısa emelli olması, gelecekle ilgili bencil hesaplar yapmaması, Kur’an-ı Kerim’in anlamları üzerinde düşünmesi ve kötü insanlarla beraber olmaması gerekir.(8)

Terakki ettirecek tefekkür

Peygamber Efendimiz insanı terakki ettirecek tefekkür modelini bizlere öğretmiştir. Bu tefekkür modeli kainattaki lafzi ve kevni ayetleri bütüncül bir şekilde okumaktır. Lafzî ayetlerle kevnî ayetleri eş zamanlı okur ve amel edersek tarihteki yerimizi yeniden alabiliriz.  Müslümanlar, tarih içerisinde Kur’an’dan ve Peygamber Efendimiz’den almış oldukları ruhla her iki ayeti de ayırım yapmadan okudular. Bu okuyuş onların ilerlemesine vesile oldu.

Müslümanlar kevnî ayetleri, Allah merkezli okumanın bereketiyle çeşitli ilimlerde keşifler yaptılar ve birçok yeni buluşun öncüleri oldular. Vahiy dediğimiz lafzî ayetleri gereğince okuyunca da Müslümanlar, tefsir, fıkıh, kelâm, hadis ve ahlâk alanlarında önemli çalışmalar yaptılar.

Ekoller oluşturdular, hikmet mektepleri inşa ettiler, eserler ortaya koydular, hayatlarını projelendirdiler ve hayata Kur’an penceresinden baktılar. Kur’an’ı ilk nesil iyi anlayıp sonrakilere de anlamanın anahtarlarını verince onlar da Allah’ın ayetleriyle hayatı anlamlandırdılar.

Sonradan sistematik hale getirilen fıkıh, tefsir, hadis ve kelam ekollerinin sahâbe görüşlerine dayandırılması, sahâbenin Kur’an okumalarının canlılığına güzel bir örnektir. Ne zamanki, lafzî ve kevnî ayetlerdeki okuma dengesi bozuldu ve kevnî ayetler okunmaz oldu, maddî yönden gerileme süreci yaşandı. Lafzî ayetler de Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’den öğrenilen okuma biçiminden/diri okuma (Kırâetün hayyetün) dan uzak olarak okunmaya başlandı, manevî çöküş başladı.

Literal okuma/ ölü okuma üretken değildir ve Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem böyle bir okuma modeli de sunmamıştır. Fakat diri okuma, okumayla beraber düşündürür, ürettirir (ictihad), üretilenleri hayata kattırır, insanı sürekli geliştirir ve bir dinin metinlerini ütopik olmaktan kurtarır.

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

DİPNOTLAR
1 İnşirah 94/1-3.
2 Darimi, Sünen, I, 101.
3 Ebu’l-Fida İsmail b. Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, I, 414.
4 Darimi, Sünen, I, 101.
5 El-Muhasibi, Haris, Risaletü’l-Müsterşidin, s. 102.
8 Zemahşeri, Keşşaf, I, 444.
7 Muhasibi, a.g.e, s. 209.
8 İbni Kayyım, Medaricu’s-Salikin, I, 483

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

İz bırakan mal müdürü Neşet Özerdem

Bir mal müdürü düşünün, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde görev yapmış ve her gittiği yerde iz bırakmış. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.