Kaçışı olmayan gerçek!

Allah Teâlâ, yaratmış olduğu hiçbir varlığa ebedîlik vermemiştir. Bu evrensel kural Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılmıştır: “Biz senden önce hiçbir beşere ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen ölürsen onlar ebedi mi kalacaklar? (Yaratılan) her canlı mutlaka ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz.”1

Ölüm denilen, hayatın sona erdirilmesini belirleyen Allah celle celaluh, vakti saati geldiğinde hiçbir erteleme yapılmayacağını da bildirmiştir: “Allah, eceli geldiğinde hiçbir kimseyi asla ertelemez. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.”2 Hatta insanlar ölümden kaçmak için türlü yollara başvursalar bile kurtuluş yoktur. Konuyla ilgili şu ayet her şeyi açıklamaktadır: “Nerede olursanız olun ölüm gelip sizi bulacaktır. Göğe yükselen sağlam kulelerde olsanız bile…”3

Salih amel

Ebedîlik ve ölümsüzlük, yaratılmayan ancak her şeyi yoktan var eden Yüce Allah celle celaluh’a mahsustur. Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle: “Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacaktır. Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin bizzat kendisi baki kalacaktır.”4 “Allah, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölüm ve hayatı yaratandır. Şüphesiz ki Allah aziz ve gafurdur.”5 buyuran Allah Teâlâ, varoluş amacımızın imtihan ve ubudiyet6 olduğuna defalarca dikkat çekmiştir. Bu münasebetle, önemli olan hayatı vahiyle anlamlandırmak suretiyle imtihanı başarıyla atlatmak ve bu yaşayış ve imanla Allah celle celaluh’a kavuşmaktır.

Rabbimiz bizden şirk koşmaksızın kendisine gelmemizi istemiş ve şu tavsiyeyi yapmıştır: “Kim, Rabbine kavuşmaya inanıyorsa salih ameller yapsın ve ibadetlerinde O’na hiç kimseyi ortak koşmasın.”7 Çünkü Allah celle celaluh: “Cennetini, müşriklere haram kılmış,”8 “yaptıkları için tartı bile koymayıp”9, “amellerinin fırtınalı bir gündeki küller gibi boşa gideceğini”10 söylemiş ve küfür üzerine ölen kimselerin “deve iğnenin deliğinden geçmedikçe cennete giremeyeceğini”11 beyan etmiştir.

Kur’an-ı Kerim, hayatın iman üzerine sonlandırılmasına çok önem vermiş ve ideal ölümü şu ayetle tanıtmıştır: “Ey iman edenler! Allah’a karşı nasıl takvalı olmak gerekiyorsa öyle takvalı olun. Mutlaka Müslüman olarak ölün.”12 Müslümanca ölmek, peygamberlerin de oğullarına vasiyetidir.13 Hazreti Yusuf da, “Allah’ım! Benim canımı Müslüman olarak al ve beni salih insanlara kat/ onlarla haşret.”14 diyerek Allah Teâlâ’ya dua etmiştir. Dünyada salihlerle olan, ahirette de salihlerle olur.

Salih insanlarla olanlar, onlar vasıtasıyla ciddi gündemler oluşturmak suretiyle Allah celle celaluh’tan kopmazlar ve Rableriyle kesintisiz iletişim kurarlar. Böylece, imanlarının zayi olmasını önlerler. Çünkü kötü arkadaş, ilgisiz aile, cehalet, fıtrata yabancılaşmak, vahiyden zihnen kopmak ve daimi bir bilgilenme süreci yaşamamak, olumsuz çevre, günahlara çok dalmak, kibir, ahiret duygusunun zayıflığı, materyalist eğitim ve dini dışlayan siyasal ortamlar imansızlığa davetiye çıkarırlar.

Esefle belirtelim ki Müslümanlar bugün bu saydığımız olumsuz nedenlerle kuşatılmış vaziyettedirler. İmanı koruma iddiasında olan mü’minlerin bu sayılan hususlarda ciddiyet göstermeleri elzemdir. Kendilerini koruyabilseler bile, materyalist kuşatmanın en büyük mağdurları olan nesillerini koruyamazlar. Zira dayatmacı emperyalist kültür herkesi büyük küçük demeden sarmalına almıştır.

Müslümanca bir hayat

İnsanın Müslümanca ölebilmesi için Müslümanca bir hayatı tercih edip yaşaması gerekir. Müslümanca yaşarsa Müslümanca haşrolur. Bu silsileyi Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem şu veciz ifadesi ile dile getirmiştir: “Her insan öldüğü hâl üzere diriltilir;15 Mü’min imanı üzerine, münafık da nifakı üzerine…”16 Kişi, İslâm dışı bir hayatı tercih edip ömrünü Allah celle celaluh’a isyan ile geçirir, can boğazına geldiğinde uhrevi makamlarının korkunçluğunu görünce tövbe ederse, bu tövbeyi Allah celle celaluh kabul etmemiştir. Buna yeis hâlindeki tövbe ve iman denilir. Bu durumdaki bir kimsenin yeniden hayata dönme imkânı kalmamıştır. Ayrıca ahirete; ölümden sonraki hayata iman etmek gayba imanın bir parçasıyken, bu kişi ahiretteki makamlarını görünce inanmıştır. Yani gayba değil şehadete/ sadece gördüğüne inanmıştır.

Allah celle celaluh, böyle bir imanı ve yeis(ümitsizlik) hâlindeki tövbeyi kabul buyurmamıştır. Şu ayet-i kerime bu duruma açıkça delalet etmektedir: “Oysa ne ölüm anına kadar kötülük işleyip duran, ama o an gelip çattığında “Şimdi tevbe ediyorum!” diyenlerin tevbesi kabul edilecektir, ne de kâfir olarak ölenlerin. Biz, kâfirler için can yakıcı bir azap hazırladık.”17 Allah celle celaleh’un âhirete yönelik ayetlerinden bazılarını müşahade ile başlayan bu süreçteki imanın makbul olmadığını şu ayet daha açık resmetmiştir: “(Ey Muhammed!) Onlar (iman etmek için) ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin bazı ayetlerinin gelmesini mi gözlüyorlar? Rabbinin ayetlerinden bazısı geldiği gün daha önce iman etmemiş veya imanında bir hayır kazanmamış olan bir kimseye (o günkü) imanı fayda vermez. De ki: ‘Siz bekleyin. Şüphesiz biz de bekliyoruz.”18 Yeis hâlinde iman eden bu kimseler şayet dünyaya döndürülecek olsalar yine eski yalanlamalarına ve günahlarına tekrar avdet edeceklerdir.19

İmam Maturidi rahmetullahi aleyh’in beyanına göre böyle bir iman, ihtiyari/özgürce edilen bir iman değildir. Kâfir birinin kendisinden azabı ve ölüm anındaki sıkıntıları def etmek için gerçekleştirdiği bir imandır ki sahibine hiçbir yararı yoktur.20 Kişi eğer yetişecek olursa; güneş batıdan doğduktan, deccal çıktıktan, dabbe zuhur ettikten ve daha başka belalar bizzat görüldükten sonra yapılan imanın sahibine hiçbir yararı olmaz.21 Bahsettiğimiz üzere artık gayba iman dönemi bitip şehadet; azabı bizzat görme dönemi başlamıştır.

Ölümü hatırla

Ölümle çepeçevre kuşatılıp, ayetlerin bir kısmını görünce yeis hâlinde yapılan iman, Firavun’un imanına benzetilmiştir. Kendisini tanrı ilan eden,22 İsrailoğullarının çocuklarını katledip yaşayanlarına en ağır işkenceler yapan23, siyasal şirkin en büyük temsilcisi Firavun da Kızıldeniz’in sularında boğulmaya başlayınca Allah celle celaluh’un ayetlerini görmüş ve şu ifadelerde hikâye edildiği üzere iman da etmiştir: “İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun askerleriyle beraber zulmetmek ve saldırıda bulunmak için derhâl onları takibe koyuldu. Nihayet boğulmak üzere iken ‘İsrailoğullarının iman ettiğinden başka hiçbir ilah olmadığına inandım. Ben de Müslümanlardanım’ dedi. Yüce Allah ‘Şimdi mi iman ettin? Oysa daha önce isyan etmiş ve fesat çıkaranlardan olmuştun’ buyurdu.”24

Ayetten açıkça anlaşıldığı gibi Allah Teâlâ, onun bir daha kurtulma umudunun olmadığı andaki imanını kabul etmeyip reddetmiştir. Denilmiştir ki: “Canından umudunu kestiğin ve boğulmaya başladığın bu güçlük anında mı iman ediyorsun.”25 Ayrıca “Şimdi mi iman ediyorsun?” cümlesinde onu kınama, ayıplama ve azarlama vardır.26 İnsanın, son anını imanla noktalayabilmesi için cenneti dünyada aramak gibi bir yanlışlığa düşmemesi ve dünya hayatını mutlaklaştırmaması şarttır. Bu nedenle insan, ölümü sık hatırlayıp akıbetini tefekkür etmelidir. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, bu konuda şu uyarıyı yapmıştır: “Ağzınızın tadını bozan/ yaşama zevkinizi yok eden ölümü çok hatırlayınız.”27

Yaşadığımız dünyadaki etkin Batı medeniyeti ölümü unutturmuş ve her an unutturmaya çalışmaktadır. Bu medeniyetin girdabına dalan Müslümanlar da aynı hastalığa yakalandıkları için ölümü tefekkür kültüründen uzaklaştılar. Bunun sonunda, dünyayı idealleştirip Batı medeniyetinin değirmenine su taşıyarak onunla hesaplaşamayacak bir entegrasyon yaşadılar. Artık kimse “Ben nasıl öleceğim?” sorusunun cevabını aramaz hâle geldi. Hâlbuki Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem, ümmetine şu ikazı yapmıştır: “Akıllı kimse kendini kontrol edebilen, benliğine hâkim olan ve ölümden sonraki hayat için çalışandır.”28

Ölümü hatırlatsın diye Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, mescidin yanına Cennetülbaki mezarlığını kurmuştur. Mescidinebi’ye ve Medine çarşısına çok yakın olan bu mezarlık Müslümanların her an onu seyredip ölümü zikretmelerini sağlamıştır. Sırf ölümü hatırlattığı için kabir ziyaretini tavsiye etmiştir.29 Bu tavsiyelerinden amaç mü’minleri ahiret hayatına hazırlamaktır. Nitekim hadiste şöyle varit olmuştur: “Ölüm gelmeden önce ölüme hazırlıklı olun.”30 Çünkü ölüm, kişinin tüm sevdiklerinden ayrılık vaktidir. Yeni hayatta herkes kendi derdine düşecek ve en yakınlarından bile kaçacaktır.31 Hatta Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem bile; “Amel defterleri verilirken, yapılan işler mizanda tartılırken ve sırattan geçilirken, kendisinin bile ehlini hatırlamayacağını” söylemiştir.32

“Ölüm bilincinin zayıflığını, tembelliği, uykuya çok düşkün olmayı ve göbeklerin yağ bağlamasını” ümmeti hakkındaki korku alanları33 diye belirleyen Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem, ölümün zorluğuna da zaman zaman dikkat çekmiştir. Kendisi de son nefesini vermeden önce; “Ey Allah’ım! Ölümün sekeratından/ insanı kendinden geçirip ne yaptığını bilmez hâle getirmesinden sana sığınırım.”34 duasını yapmıştır. Ölümün kolay olması ile günahı az işlemek arasındaki ilgiyi de şöyle açıklamıştır: “Günahları az işleyin ki ölüm size kolay olsun. Az borç yapın ki özgür kalasınız.”35 Ölüm anının güçlüğünü; “Âdemoğlu yaratıldığından beri ölümden daha zor bir şeyle karşılaşmadı. Ama daha sonrasına göre ölüm, en kolayıdır.”36 buyurmak suretiyle ahiret ahvalinin güçlüğüne işaret etmiştir. Bu güçlüğün içerisinde kabir azabı da vardır. Ehli Sünnet anlayışına göre, kabir azabı haktır. Ebu Hanife rahmetullahi aleyh “Kabir azabı haktır, gerçekleşecektir. Ruhun cesede kabirde iade edilmesi ve kabir sıkması olacaktır…”37 Kanaatinde bulunmuştur.

Allame Ebucafer et-Tahavi de (ö. 321 / 933) yazmış olduğu akait risalesinde; “Kabir azabının hak eden kimselere vaki olacağını, Münker ve Nekir sualinin kabirde gerçekleşeceğini ve itikatla ilgili sorular sorulacağını söylemiştir. Konuyla ilgili Peygamber sallellahu aleyhi ve sellem’den nakillerde ve sahabeden rivayetlerde bulunmuştur. Kabir azabının hak olduğu ile ilgili Gâfir (Mü’min) Suresi’nin 45-46. ayetleriyle, Tur Suresi’nin 45-47. ayetlerini delil getirmiştir.38 Ehli Sünnet ulemasının kabir azabının olacağına dair kanaatleri ilgili ayetlerle beraber, konuyla ilgili Peygamber sallellahu aleyhi ve sellem’den sâdır olan rivayetlerin tevatür derecesine ulaşmasından kaynaklanmaktadır.

Kabir azabı

Günümüzde bazı akademisyenlerin aykırı kanaat belirtmeleri; konuyla ilgili ayetleri, delaletlerinde netlik yok diye delil kabul etmemelerine ve hadisleri ise tamamen reddetmelerine dayanmaktadır. Bu anlayış rasyonel- pozitivist ve kompleksli bir yaklaşımla maluldür. Rivayetlerin sahihliğini ve sakimliğini/ sakatlığını bile ayırt etmekten âciz, dille ve kaynaklarla ilgili ciddi problemleri olan kimselerin müçtehit imamları “Kur’an bilmemekle” itham etmesi ise cehalettir. Nebevi ulemaya saygısızlıktır.

Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem vefat eden bir sahabisi için; “Kardeşinize istiğfar edin, Allah Teâlâ’dan onun için sorulara güzel cevap vermesini isteyin. Çünkü o şimdi sorguya çekilmektedir.”39 buyurmuştur. Hatta Peygamber sallellahu aleyhi ve sellem risaletini kabul edip ona ve getirdiği şeriata iman etmenin uhrevi kurtuluşun nedenlerinden olduğu hususunda açıklamada bulunmuştur.40 Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem, kabir azabından bahsedince Hazreti Ömer radıyellahu anh, “Ya Resulallah! O anda aklımız yerinde olacak (aklımız bize iade olunacak) mı?” deyince Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem; “Aynen şu hâliniz gibi olacaksınız”41 demiştir. “Kabir sualinden ve fitnesinden emin olan kimselerin daha sonraki hayatının kolay olacağına” dikkat çekmiştir.42 “Eğer ölülerinizi defnedip defnetmeyeceğinizden emin olsaydım, kabir azabını işitmeniz için Allah’a dua ederdim.”43 buyurmuştur. Kendisi de sürekli; “kabir azabından Allah’a sığınmıştır.”44

Ölümden sonraki hayat gerçek hayattır. Her an ölüme hazırlıklı olmak gerekir. Müslüman kimseye ölüm anında bazı müjdeler verilir ve o da bir an önce Rabbine kavuşmayı ister.45 Rabbine hoşnutlukla kavuşan insanların dünyadaki güzel yaşayışlarına; “Dört Müslüman şahitlik ederse, bu şehadet nedeniyle o kimsenin cennete gireceğini”46 açıklayan Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem, bazı rivayetlerde; “Üç
yakın hanenin/ komşunun ölüyü hayırla anmasını ve Allah’ın bu kimselerin şehadetlerini kabul etmesini, günahlarının bağışlanma nedeni”47 şeklinde haber vermiştir. Cenazenin kılınması anında ölünün lehinde bu şehadet yapılırsa Peygamber Efendinmiz sallellahu aleyhi ve sellem cenazeyi kılmış; ölünün aleyhinde şahitlikte bulunulduğunda ise o kimsenin cenazesini kılmamıştır.48

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem; “Ey Allah’ım! Beni Müslüman olarak yaşat ve mü’min olarak canımı al”49 diye dua etmiştir. Kimin mü’min olarak öleceği belli değildir. Hadiste de izah edildiği gibi insan cennete ya da cehenneme ramak kala kesin dönüşler yapabilir.50 Şu hadisi şerif, bu çerçevede çok manidardır: “Dünya güzel ve tatlıdır. Allah Teâlâ, sizi yeryüzünde halife yaratmıştır. Sizin nasıl amel ettiğinize bakmaktadır. Dünyaya karşı duyarlı olun, kadınlar hususunda (fitnelere karşı) bilinçli olun. İnsanlar çeşitli dereceler hâlinde yaratılmıştır. Fıtrat üzerine mü’min olarak doğar, mü’mince yaşar ve mü’mince ölür. Bazıları fıtratı bozar kâfir (bir ortamda küfrü tercih ederek) doğar, kâfirce yaşar ve
kâfir olarak ölür. Bazı kimseler ise kâfir (bir ortamda küfür tercihi üzere) doğar, kâfirce yaşar ama sonunda Müslüman olarak ölür.”51 “Nasıl inanırsanız öyle yaşar, nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz” kuralınca, İslâm’ı bilinçli ve ihsan hâlinde yaşayıp iman üzerine ölme lütfunu Allah celle celaluh’tan daima dileyelim.

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

DİPNOTLAR
1 Enbiya 21 / 34-35.
2 Münafikûn 63 / 11.
3 Nisa 4 / 78.
4 Rahman 55 / 26-27.
5 Mülk 67 / 2.
6 Zariyat 51 / 56.
7 Kehf 18 / 110.
8 Maide 5 / 72.
9 Kehf 18 / 105.
10 İbrahim 14 / 18.
11 A’raf 7 / 40.
12 Al-i İmran 3 / 102.
13 Bakara 2 / 132.
14 Yusuf 12 / 101.
15 Hâkim, Müstedrek, Cenaiz, h. no: 1254, I / 489.
16 İbni Hanbel, Müsned, III / 346.
17 Nisa 4 / 18.
18 En’am 6 / 158.
19 Bak: Enam 6/28
20 Maturidi, Te’vilat, c. IV, s. 329.
21 Maturidi, a.g.e., c. IV, s. 329.
22 Şuara 26 / 29.
23 İbrahim 14 / 6.
24 Yunus 10 / 90-91.
25 Zemahşerî, Keşşaf, II / 354.
26 Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s. 797.
27 İbni Mace, Zühd, 31, h. no: 4258, c: II, s. 1422; İbni Hamza, Esbab-ı Vürud-il Hadis, h. no: 348, I / 304.
28 İbni Mace, Zühd, 31, h. no: 4260, II / 1423.
29 Buharî, Edebü’l-Müfred, Iyadet’ü-l Merda, s. 149; Heysemî, Mecmau’z Zevaid, c.III, s.58.
30 İbni Hamza, Esbab-ı Vürud-il Hadis, I / 213.
31 Bak: Abese 80 / 33-37.
32 İbni Hanbel, Müsned, VI / 101.
33 Suyûtî, Camiu’s-Sagir, I / 24.
34 İbni Mace, Cevaiz, h. no:1623, I / 518.
35 Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, h. no: 491, I / 163; İbni Hamza, Esbab-ı Vürud-il Hadis, h. no: 341, I / 298.
36 Heysemî, Mecmau’z Zevaid, II / 219.
37 El-Kârî, Şerhu Fıkhı’l-Ekber,s.170-1;Ebu’l Münteha, Şerh-u Fıkh-ı Ekber,s. 27
38 El-Hanefî, Şerh-ü’l Akidetü’t-Tahaviyye, s. 384-5.
39 Hâkim, Müstedrek, Cenaiz, h. no: 1372, I / 526.
40 Hâkim, Müstedrek, Cenaiz, h. no: 1403, I / 536.
41 Heysemî, Mecmau’z Zevaid, III / 47.
42 İbni Hamza, Esbab-ı Vürud-il Hadis, h. no: 558, II / 7.
43 Suyûtî, Camiu’s-Sagir, h. no: 7516, II / 460.
44 Heysemî, Mecmau’z Zevaid, II / 55.
45 Heysemî, Mecmau’z Zevaid, III / 320.
46 Tahavi, Müşkil’ül Asar, h. no: 360, IV / 200.
47 Heysemî, Mecmau’z Zevaid, III / 4.
48 Hâkim, Müstedrek, Cenaiz, h. no: 1348, I / 518.
49 Heysemî, Mecmau’z Zevaid, II / 106.
50 Age., VII / 212, 216.
51 İbni Hanbel, Müsned, (tah: Muhammed Şakir, h. no: 11143), IV / 39.

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Makama gelince beni tanımadı…

Ankara’da öğrencilik yıllarımda kaldığım bir vakıf evinde, bir yıl, İlahiyat ve Siyasal Bilgiler fakültesi öğrencilerinden …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.