İmamlık çok ulvi bir meslek ve çok güzel bir görev… Bir o kadar da özveri isteyen, dikkat isteyen bir hizmet… Kırk senelik görev hayatımda çok badirelerden geçtim, çok sıkıntılar yaşadım, çok da güzellikler gördüm elhamdülillah…
“Dişe dokunan birkaç örnek verelim” diyeceğim ama bazı okuyan hocalarımızın; “Seninki de iş mi, bir de ben anlatsam yer gök çınlar dediğini” duyar gibiyim… Ama her taş yerinde ağırdır. Herkese kendi yaşadıkları zor gelir. Hani “Nasıl gidiyor?” denilince; “Yuvarlanıp gidiyoruz” derler ya! Bizimkisi de aynen o hesap. Şimdi sizlere yaşadığım ilginç olaylardan bir demet sunayım.
Hatıralardan bir demet
İlk görev yıllarımda camimde cemaati çoğaltmak için büyük bir gayret içerisindeydim. Camimizdeki kilimlerin yerine İstanbul’dan sipariş üzerine kırmızı yeşil halı ile camimize yeni bir çehre katmıştık. O yıllarda seccade desenli saf düzenli halılar yeni çıkmıştı.
Saf düzenine azami dikkat ediyorduk. Köyümüzde eğitmenlik yapmış, namaz kıldırabilecek bilgiye sahip bir hacı efendi ve onun Kur’an kurslarında okumuş iki oğlu vardı. Onların dışında namaz kıldırmak için ehil kimse yoktu.
Vaazlarımda, sohbetlerimde imamın arkasında duracak kişinin namaz kıldırabilecek bilgiye sahip olması gerektiğini, imamın abdestinin bozulması durumunda imamete geçebilecek donanıma sahip olması gerektiğini müteaddit zamanlarda söylüyordum.
Bu kadar anlatmama rağmen namaz sûrelerini tam bilemeyen bir hacımız her namazda gelip tam imamın arkasında duruyordu. Söylüyorum, hatırlatıyorum; “Sen işine bak hocaefendi” diyerek hiç kâle almıyor. Bir böyle, beş böyle…
Bir öğle namazında mihraba geçtim, tekbiri aldım, ellerimi bağladım Sübhaneke’yi okudum ve hemen sağa sola selam vermek zorunda kaldım. Geriye dönüp; “Abdestim bozuldu hacım, buyur sen kıldır” deyip kolunu tuttuğumda; “Ben doğru dürüst Namaz sûrelerini bilmiyorum nasıl kıldırayım” dedi.
“O zaman neden imamın arkasında duruyorsun mübarek insan! Geç şöyle sağda bir yerde dur da buraya bilen biri geçsin” diyerek ona bir yer gösterdim. “Tamam hocam bir daha oraya bilen geçsin” dedi de bu olayı çözmüş olduk.
Safları sık ve düzgün tutalım
Saf düzeni ile ilgili bir seferinde de şöyle bir şey yaşadım. Bir akşam namazını eda etmek için mihraba geçmiştim ve her zaman yaptığım gibi cemaatime dönüp safları sık ve düzgün tutmalarını söyledim. Halılar seccade şeklinde olduğu için her zaman ortadaki bir çizgiye göre saf düzeni alıyorduk.
Ön safta bir hacı efendi diğer cemaatimizden bir ayak boyu öne çıkmıştı. “Hacı efendi, cemaatimizin ayak hizasına gelir misiniz?” deyince; “Konuşma, başla sen namazına Hoca” diye çıkıştı. Böylelerini Rabbim gönderiyor, beni sınıyor diye düşündüm. “Seni Allah’a havale ediyorum” dedim ve namaza başladım. Namazdan sonra soracaktım niye böyle yaptığını ama erken çıkmış soramadım.
Bir hafta kadar sonra tekrar yine bir akşam namaz kılarken her zamanki gibi saf düzenini kontrol etmek için cemaate döndüm. Bu sefer tam arkamda ve yine bir ayak boyu öndeydi. “Safları düzgün tutalım” dediğimde aynı adam bu sefer; “Konuşma lan! Başla namazına, sen belediye zabıta çavuşu musun?” dedi.
Mihraptan aşağıya indim, nefsim ve şeytanla mücadeleye girdim, şöyle yaklaşıp; “Siz bana lan mı dediniz?” diye sordum. Kendinden gayet emin bir şekilde; “Evet sana dedim, ne olacak?” dedi. Kan beynime hücum etti. Ama ne var ki bu meslek öyle nefse uyularak yapılacak bir meslek değil… Allah Resulü ne kadar hakaretlere maruz kaldı da yine de sabır etti…
İçimden; “Sabır ver Ya Rabbi!” dedim ve o kişiye; “Hacı efendi! Şimdi siz lan dediğiniz bir hocanın arkasında namaz mı kılacaksınız?” diye sordum. “Evet kılacağım, ne olacak” dedi. Ben de; “Ben seni cemaatim olarak niyetime almıyorum” deyince; “O zaman ben de başka camiye giderim” deyip kapıya yöneldi…
Cemaatten müdahale etmek isteyenler oldu. “Sakın kimse fevri davranmasın” diye uyarıda bulundum. Ne olur ne olmaz diye de cemaatten bir esnaf arkadaşa; “Hacı efendiyi kapıya kadar geçir” dedim. Gitmeseydi namazdan sonra konuşur meseleyi anlamaya çalışırdık gerekiyorsa gönlünü alırdık ama gidince daha fazla bir şey diyemedik.
İşte dostlar bu meslek böyledir. Dışarıda canı sıkılan ya da evden yediği fırçanın acısını Hocalardan çıkartmaya çalışan çok kimseler olur. Kâh öyle kâh böyle işin içinden çıkmak zorundayız.
Ön saf tanıdıklara
Hocalarla ilgili çok fıkralar anlatılır, yeri gelmişken bir tane de ben anlatayım: Hocaefendi cüppe-sarığını giymiş geçmiş mihraba, tatlı tatlı Kur’an okuyor, cemaatte teker teker teşrif edip hoca efendinin tatlı nağmelerle tilavet ettiği Kur’an ı dinliyorlar…
O ara caminin kapısında bir kişi beliriyor, takım elbise, kravat, sinek kaydı traşlı ve her haliyle bir bürokrat tipli bir kişi tam gelip hocaefendinin karşısına oturuyor. Hocaefendi; “Her halde bu kişi bir devlet dairesinde yüksek makamda biridir” diye içinden geçiriyor ve kıraatine biraz daha özen gösterip makamdan makama geçiyor.
Hani diz üzeri çok oturunca ayak değiştirmek için şöyle ileri doğru kendimizi alırız. İşte tam bu esnada o bürokrat tipli kişi hocaefendiye öyle bir tokat atıyor ji caminin kubbesi çınlıyor. Hocaefendinin sarığı bir tarafa kendi bir tarafa düşüyor.
Hocaefendi kendini toparlayana kadar o kişi camiyi terk ediyor. Kendine gelince; “Kimdi bu şahıs, tanıyan var mı?” diye soruyor. Cemaatten biri; “Hocam o akıl hastası bir kardeşimiz, kusura bakmayın” diyor.
O gün hocaefendi bir nefis muhasebesi yapıyor. “Camiye gelen kim olursa olsun, Allah’ın bir kulu ve camii cemaatidir. Bir daha böyle bürokrat tipli birini görürsem okuyuşumu güzelleştirmeyeceğim” diye içinden geçiriyor.
Fakat bundan sonra hocaefendi de şöyle bir değişiklik oluşuyor. Her farza dururken ön safa tanımadığı hiç kimseyi almıyor, eğer tanımıyorsa ona; “Beyefendi! Şu arkadaşla yer değiştirir misin?” diyerek tanıdığını ön safa alıyor.
Yine bir gün akşam namazına biraz geç kalmış, acele ile mihraba geçip namaza duruyor. Ama hemen aklına; “Eyvah! Ben ön safta kimler var bakmadım, ya tanımadığım biri varsa” diye bir düşünce geliyor. Rükûya varınca şöyle bir gözünün ucuyla yan tarafa bakıyor ki orada tanımadığı bir kimse var.
Bizim hoca sağa sola selam verip namazı bitiriyor. Tanımadığı kişiye; “Beyefendi! Lütfen şu gerideki hacı abiyle yer değiştirir misin?” diyor. Namaza yeniden başlıyor. Ne demişler? Bir musibet bin nasihatten yeğdir… İmamın arkasında böyle ehil olmayan birisi durunca bu fıkra aklıma gelir.
İmama müdahale
Şimdi diğer bir ilginç hatıramı anlatayım. İstanbul Fatih’teki görevimin ilk yıllarıydı. Sabah namazından sonra Bayram namazına kadar vaaz ediyordum. Sabah namazından itibaren pür dikkat vaazı dinleyen cemaatim ve sonra gelen cemaatim camiyi tam doldurmuştu.
Mevzu çok ilgi çekici olduğu için bütün cemaat vaaza kilitlenmiş, Bayram namazı vakti de 3-5 dakika geçmişti. Mevzunun bir yere bağlanması lazımdı ve lafı tam da bağlamaya çalışıyordum. O esnada yeni gelmiş, ayakkabılıktan bir ses; “Hoca yeter, vakit geldi” diye bağırdı. Bana cevap verme fırsatı vermeden müezzin mahfili önünden bir genç yerinden fırlayıp; “Kim lan o …..” diyerek bir küfür savurdu.
Kürsüden müdahale ettim; “Genç kardeşim! Lütfen sinirlerine hakim ol, burası cami, beyefendinin acelesi varsa 50 metre ilerideki diğer camimize yetişebilir” diyerek ortalığı yumuşatmaya çalıştım. Tabi vaazın tadı da kaçmış oldu.
Yine de namazımızı huşu ile kılıp, bayramlaşıp ayrıldık. O genç kardeşimin küfür etmesini tasvip etmesem de imamına sahip çıkması çalışması çok hoşuma gitti. Onunla tanıştık, kendisi ilahiyat öğrencisi ve mahalle bakkalımızın da oğlu imiş. Niçin bu kadar tepki verdin diye sordum; “Hocam! O kadar güzel bir mevzuya değiniyordunuz ki konu dikkatimi çekti. Sonucu nereye bağlayacağınızı düşünürken bir anda o şahsın araya girmesi bütün sinirlerimi alt üst etti. Bir de her önüne gelen imam efendilere ayar veremez, imamlar yalnız değildir” dedi.
Gencimizin maşallahı vardı. Doktora müdahale oluyor, herkes karşı çıkıyor. Öğretmene müdahale oluyor, herkes karşı çıkıyor. İmamlarımıza her önüne gelen ayar çekmeye çalışıyor. Hoca efendiler şamar oğlanı değildirler… Rabbim hocalarına sahip çıkan nesillerin sayısını artırsın …
Osman Gülşen/ İrfanDunyamiz.com