Müslümanların zenginliğe bakışı nasıl olmalıdır?

İlim Yolcuları İçin
Temel Dini Metinler 10

Müslümanların Zenginliğe Bakışı Nasıl Olmalıdır?
ŞEYHULİSLAM MUSTAFA SABRİ EFENDİ

Bazılarımızda, eskiden kalma ve son zamanlarda umûmiyetle İslâm Dinine isnad olunan bazı yanlış fikirler vardır; “Fâni Dünya için çalışmaya ne lüzum var? Ahiretim mâmur olsun da, üç günlük dünyayı nasıl olsa geçiririm. Cenab-ı Hak rızkımı tekeffül etmiştir. Allah’ın kefâletine emniyetim tam değil mi ki; mâişet uğrunda bu kadar yorgunluğa lüzum göreyim? Bundan Allah’a tevekkülsüzlük çıkar” derler ve bu sözleri bir sofuluk ve dindarlık olmak üzere sarfederler.

Halbuki bu gibi fikirler dine, İslâmiyet’e leke sürdürür. “Bir din ki, mensûbunun tembellikle, işsizlikle fakr u sefâlet içinde kalmasını ve bunun neticesi olarak sâir milletlerin kuvvet ve satvetleri altında ezilmesini icabettirir, o din nasıl doğru ve makûl bir din olabilir?” dedirtir. Aziz ve mukaddes bildiğimiz dinimiz bizi düşmanlarımızın ayakları altına atıyormuş. Dünya’da yaşamayı değil, sürünmemizi istiyormuş!?. Hiç böyle şey olur mu? Bunlar dine iftiradır.

Peygamberimiz sallellahu aleyhi ve sellem Efendimiz bir Hadîs-i Şerîfinde; “Sizin hayırlınız ne dünyası için âhiretini, ne de âhireti için dünyasını terk ve ihmâl edenler değildir. Belki sizin hayırlınız dünyası ile ahireti arasını cem edenlerinizdir.” buyurmuşlardır. İntiharın dinimizce ne kadar çirkin bir şey olduğu mâlûmdur. İntihara kat’iyen râzı olmayan bir din fakr u sefalete de râzı olmaz. Çünkü bâhusus asrımızda fakr u sefâlet de tedricen intihar demektir. Diğer bir Hâdîs-i Şerîfte; “Fukaralık küfre yakın bir şeydir” buyrulmuştur.

İşte bu Hadis-i Şerîf’in de i’caz sırrı zamanımızda ferdî ve içtimaî olarak dinî hükümleri muhafaza ve icra etmek fakr-u zarûretle beraber pek müşkildir; o derece metânet, ahlâkın zaafa uğradığı devirlerde her babayiğidin işi değildir.

Dünya malı ile âhiretin de kazanılacağını isbat edici delillerden olmak üzere ecdadımızdan bize yâdigâr kalan bu kadar hayrat, hep servet sâyesinde değil midir? Fukaralıkla şahidi olduğumuz bunca hayır müesseselerini vücûda getirmek kâbil midir? Onun için yine bir Hadîs-i Şerîf’te; “İyi adam için iyi mal ne kadar güzel ve ne kadar lüzumludur.” buyurulmuştur. Hele bu babda Nahl Suresi 75. Ayet-i Kerimesi pek büyük, pek beliğ bir ibret dersi teşkil etmektedir. Öyle ya; “Kendi kendine elinden birşey gelmeyen ve ötekinin berikinin ihsan ve mihneti altında geçinen “abd-i memlûk”lerle, âlemin rızıklandırıcısının fıtrî hazînelerindenservet istihsâl ederek hemcinsine gizli ve açık her türlü muâvenetten geri durmayan izzet ve ikram sahibi, beşeriyetin bir zelil sınıfı bulunan biraz önce zikredilen inâyete muhtaç kimselerle şu ahrar-ı ümmet ve erbab-ı hamiyyet hiç müsavi olabilirler mi?”

Yine bir Hadîs-i Şerîf’te buyuruluyor ki; “Vereseni zengin olarak bırakmaklığın; fakir, âleme avuç açmaya mecbur bir halde bırakmaklığından elbette hayırlıdır.” Müslümanlıkta bu gibi Âyet ve Hadîsler sayılmayacak kadar çoktur.

Dünya malı ile âhiretin de kazanılabileceğini söylemiştik. Hattâ diyebilirim ki; akıllı ve müdekkik olan insanlar kazandıkları dünya servetini hayrata, millet menfaatine sarf ederek ahireti de elde etmek şöyle dursun, hayrata sarfetmeye bile kalmaksızın, umûmî menfaatlara hizmet iktidarını hậiz olmak niyetiyle henüz servet istihsal ederken âhireti servetle beraber kazanmaya muvaffak olurlar. Çünkü “Ameller niyetlere göredir” Hadîs-i Şerîfi Müslümanlığın en büyük düsturlarından olduğu cihetle, servetin kazanılması esnasında mevcut olan güzel niyetleri ile ecirlenmiş olmaları iktiza ederek kazanılan her bir meblâğ ile birlikte bir de sevap kazanılmış demektir.

Yukarıdan beri arzeylediğim hakikatlarla beraber teslim olunacak bir cihet vardır ki, o da İslâmiyet’te dünya malının helâline hesap, haramına ise azap tereddüp edeceği ve dünyanın mü’minin zindanı olduğu ve yine dünyanın Allah nezdinde sivrisinek kanadı kadar bir değeri olmadığı ve bunun için ne kadar çalışılsa yine taksim edilmiş rızıktan ziyâde olamayacağı ve fukaralığın Allah indinde kadri pek yüksek bulunduğu tarzında birçok nasların mevcut olmasıdır. İşte insanları atâlet ve sefâlete sevkeden yukarıda zikri geçen zan ve bâtıla dalmış kimseler işbu dinî emirleri kendilerine yanlış olarak senet edinmek sûretiyle sûistimal etmektedirler. Ayrıca bazı basiretsiz kalem sahiplerimiz de bu zanlara alışmış olan kimseleri takbih ve tezyif edeyim derken, Islâmiyet’te bunlara -velev galat olarak menşei olacak hiçbir şey yokmuş gibi- idâre-i lisan ederek mezkûr nasların vücûduna karşı müfrit bir gaflet eseri göstermektedirler.

Halbuki bu naslar sür mazmunlarından kelâm-ı kibara, oradan da hadîs ve âyetlere doğru yükselmekte olduğundan nazar-ı dikkate alınmadan geçiştirilmesi câiz olmayacak derecede mühimdir. Evet İslâmiyet’te, insanları dünya için çalışmak ve gayretten men etmek büyük bir dalâlet ve vebal olmakla beraber beri tarafta işbu çalışma ve gayret mânîlerinin sözlerini teyid etmiş gibi görünen bunca eserlere de cevap vermek iktiza eder. Matbuat âleminde bir vakit parlayıp sönen bir eski muharririmiz “Cihan fânidir, Onda vefa yoktur” mâruf mısraına ne kadar saçma diyordu! Lâkin haydi bu saçma olsun, meâlen buna uygun olan bu kadar âyet ve hadîslere ne diyecek? Öyle ise hakikati, İslâmiyet dâiresinde araştırma fikrinde bulunan bir adamı, öyle “saçmadır” deyip geçivermek ikna etmez. Bu hususta etraflıca ve derin tahkikat yapmak lâzımdır.

İşte İslâmiyet’te mesaiye mâni gibi görünen bu eserlerin hep birer nüktesi, birer mevkii vardır: Servetin, helâline karşı hesap ve haramına karşı azap vardır demek, insanları servet tahsilinden değil, servet kazanma esnasında haksızlıktan, istikametsizlikten men içindir ki, bu da lâzım değil midir? Bugün ahâlimize, geceyi gündüze katıp haram helâl demeyip servet kazanmak için çalışmak emrini verebilir miyiz? İslâmiyet servet kazanma esnasındaki yanlış yola sapmayı nazar-ı dikkatten uzak tutmamakla, umûmî servetimize bir darbe mi vurmuştur? Bilâkis!.. Eski devirdeki servete tapan paşalarımız mâlûm. Şimdi mesâi mesleğini biraz daha umûmîleştiriniz, bakalım umûmî servetimiz bu sa’y u gayretten müstefid mi oluyor, yoksa şimdikinden de beter bir hale mi geliyor?!.

Dünya’nın mü’minin zindanı olduğu ve fakirliğin, Allah nezdinde kadri yüksek bulunduğu mes’elelerine gelince bu gibi beyânların aslında yine çalışıp didinmekten nefret ettirmek olmayıp, dünyada mesâi ne kadar çoğalsa yine fukarasız memleket bulunması kabil olmaması ve belki çalışıp didinmenin en yüksek dereceye çıktığı memleketlerde bir kısım halkın daha elîm bir fakirlik içinde kalmaları zarûrî görülen şeylerden olması ve hattâ bu gibi memleketlerde servetin seyyaliyeti ve saâdetin bütün azâmetiyle, bütün kuvvetiyle mahdud mecralara akarak ekseriyeti teşkil eden sâir ahalinin, zenginlerin sefâlet hisselerine de vâris olmak derecelerinde izdıraba düçar olmaları cihetiyledir. Bu ifadelerin herhalde dünya yüzünden eksilmesi şöyle dursun belki mevcûdiyetleri günden güne kesret ve ehemmiyet kazanan fukarayı ümitsizlikten kurtararak kendilerine başka bir sûretle şevk ve ümit vermek ve belki bu sayede mahfuz kalacak kuvve-i mâneviyeleri ile dünyaca olan mesailerine de yeniden bir ciddî hayat ve celâlet getirmek üzere sarf ve irad edilen yüksek hikmetlerle dolu olduğu derin bir görüşe sâhip olanların dikkatlerinden kaçmaz.

Sonra, fukaralığın kadri yüksek olduğunu izah eden sözlerin, hakikati itibariyle husûsî muhatapları da vardır ki, onlar fukara ile beraber insanî vazifelere ve beşerî olgunlukları elde etmeye muvaffak olan ve fakir oldukları halde zenginlerin gözüne kestiremediği hamiyyet âsârını ibraz eden müstesna yaratılışta kimselerdir. Bu itibarladır ki, mezkûr cümlelere umûmî düsturlar nazariyle bakılamaz.

Dünyanın ve dünyalığın Cenab-ı Hakk’ın nezdinde sivrisinek kanadı kadar değeri olmadığını ifade eden beyana gelince, bundaki hikmet, nükte ve hakikat pek yüksektir. Mâlûm olduğu vechile âlemdeki insanlık şan ve haysiyetini muhafaza eden milletler için hayatı istihkar gibi bir haslete ihtiyaç vardır. Nitekim “Japon Devleti”nin, Dünya’ya şan veren muzafferiyetindeki (1904 Japon Rus Harbi) âmillerin en başında gelen, Japon Milleti’nin hâlet-i rûhiyesinde, görülen “hayatı hakîr görme” husûsiyetidir. İnsanlığın yükselmesi için hayatı hakir görmeye ihtiyaç bulununca bu hususta serveti hakir görme ihtiyacı daha evvel teslim edilmiş olmak lâzım gelir. İnsanlık, ancak sahibi nazarında hakir görülen servetlerden istifade edebilir. Yoksa “Parasını istersen o varlığından bir parçadır. Korkağın rûhunun bedeninden bir parça olduğu gibi” delili kabilinden olarak servet ve sâmâna vicdânen âşık olan zenginlerden beşeriyete hiçbir hayır dokunmak ihtimali yoktur.

Velhasıl İslâmiyet’te mevcut olup bazı eksik zekâların, hikmetini takdir edemediği beyanların hülâsasına nazaran servet kazanmaya çalışmalı fakat, serveti baş gâye ittihaz etmemelidir. İşte bu niyetle çalışmaya, Dünya için çalışmak bile denmez!.

Kaynak: Şeyhülislam Mustafa Sabri’nin “Meseleler Hakkında Cevaplar” adlı kitabındaki “EMEK VE SERMAYE” (sayfa 95-100) başlığındaki yazıdır.

İrfanDunyamiz.com

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Konya günlerim böyle başladı…

Konya’nın meşhur hafızlarından Hayra Hizmet Vakfı kurucusu merhum Hasan Hüseyin Varol hocamızın hatıralarını rahmete ve …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.