Kur’an-ı Kerim hayatımızın neresinde?

Her şey zamanında öğrenilmeli ve bilinmelidir; çocuk yaşta öğrenilecek şeyleri yaşlı iken öğrenmenin ne faydası olur! Çocukların, gençlerin en sorunlu dönemleri ergenlik dönemleridir. Eğer siz çocuğunuza, anne-babaya hizmet ve hürmetin “ibadet” olduğunu ve bu hizmet ve hürmetle ibadet sevabı alacaklarını öğretmemişseniz, kanının kaynadığı ergenlik zamanında onu nasıl frenleyeceksiniz?

Evlenmeden önce gençlere “Mehir nedir, talak nedir, yemin nasıl yapılır ve nasıl bozulur, bozulunca ne yapılmalıdır?” gibi konuları öğretmemişsek o zaman kuracakları yuvanın güçlü olmasını onlardan bekleme hakkımız var mıdır?

Bizim suçumuz

Bugün insanımızın büyük çoğunluğunun kredi mahkûmu oluşunda bizim suçumuz yok mu acaba? Yaratan, kulluk kitabımızda en uzun âyeti yazışma ile alakalı konulara ayırmışken, bizler neden borç alıp verirken şahitler huzurunda yazışma yapmıyoruz?

Kimsenin kimseye güveni kalmadığından “borç verme ibadetini” bugünün insanı unuttu ve ne yazık ki en ufak bir ihtiyacında bile banka kredisine koşar oldu. Müslümanın kredisi Yaratan’dan olmalıdır… İmanı olan bir insan “başka imkânım yok” diyerek faiz belasına bulaşır mı hiç?

Ne oldu böyle bizim genç neslimize, ne oldu necip milletin kadınına, erkeğine! Eskiden faiz kelimesini ağzına bile almazdı necip milletimizin güzel insanları… Çünkü faiz giren evin maneviyatının tahrip olacağını, melek gibi insanların azgın bir insan haline geleceğini, hacı dedenin torunlarının bilmem neci olacağını bilmekteydi. Birisi, “Benim sana verdiğim altın şu kadardı” derken, öteki, “Hayır, daha azdı” diyor. Birisi, “Şu zamanda verecektin” derken, öteki tersini söylüyor.

Neden oluyor bu anlaşmazlıklar? Tabi ki aralarındaki anlaşmayı yazan kâtip, gören şahit, ellerinde de yazılı belge olmadığından. Yaratan’ın emri olan bu işlemleri neden yapmıyor bu insanlar, anlamak mümkün değil? Eğer sözleşmeler kâğıda dökülmüş ve anlaşmayı gören şahitler de olmuş olsa, belki ne kırgınlık olacak ne de mağdur olan… Bakara Sûresi 282. âyeti birlikte okuyarak tövbe edelim ve kalan ömrümüzde bu tür belalara karşı dirençli olalım. Ne dersiniz, şeytanı yenebilir, etrafımızı ikna edebilir miyiz? Çok zor ama deneyelim.

Evlenmeden önce Tahrim, Nisa ve Nur Sûreleri özellikle de bayanlar tarafından sıkça okunmalıdır .“İman edip sâlih amel işleyenler mutlu bir hayat yaşar” diyor Kur’an Nahl Sûresi 97. âyette. Peki, biz neden mutlu değiliz, tekrar düşünmeye var mısınız? Hadi tövbe ederek okumaya başlayalım. Bizler evimizde seyirci gibi olduk, her masrafı biz karşılıyoruz fakat programı birileri yapıyor. Aynı evin içinde yaşayan insanlar birbirlerine yabancı oldular. Yolun neresinden dönsek kardır diyerek artık bundan sonra 5 âyet okumadan evden dışarı adım atmayalım. Ömrümüzde bir kere olsun Kur’an’ın tamamını anlayarak okumadan bu dünyadan gitmeyelim.

Miras meselemiz

Hele kanser halini almış olan bir miras meselemiz var ki… Malımızı taksim ederken sanki kitabımızda hiçbir emir yokmuş gibi davrandığımızdan mal taksimi yapıp kardeşine kırgın olmayan kalmadı. Babanın vefatının üzerinden yıllar geçmesine rağmen miras mallarını bazı kardeşler kullanıyor, varsa tarlaları ekiyor, biçiyor; kardeşlerden bir tanesi; “Gelin şu malımızı taksim edelim” deyince de bütün bağlar kopuyor.

Hâlbuki cenaze kalktıktan hemen sonra mal taksimi yapılmış olsa, hem kimse kimsenin hakkını yememiş, hem de kardeşler arasındaki bağ kopmamış olur. Babası veya annesinin vefatı üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen miras mallarını alamamış nice insan biliyorum. Oysa Nisa Sûresi 10. âyette, “Yetimin malını yiyenin karnına nar dolacağı” bildirilmektedir.

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem iki kimsenin cenaze namazını kılmamıştır. Birincisi münafıklar, ikincisi ise borçlular… Günümüzde cenaze namazlarında insanlara soruyorlar, “Hakkınızı helal eder misiniz, nasıl bilirsiniz?” diye. Cenaze daha yıkanmadan evlatları; yakınlarını, arkadaşlarını gezip babalarının borcu-alacağı olup olmadığını sorarak öğrenmeli ve musallaya cenazeyi getirmeden bu alacak-borç işlerini halletmiş olmalıdır.

Gıybet orucu

Daha bu âyetler gibi uygulanmayan nice âyet var… Hucurât Sûresi’ni okuyan kişilerin, insanları lakapları ile çağırması hiç mümkün müdür? Hele gıybet belası, kanserden daha beter hale gelmiştir. Kim bilir kaç haccımız, kaç yıllık namazımız, orucumuz; ağzımız yüzünden, ağzımıza sahip olamamamız sebebiyle başkasına gidecek ve iflas edenlerden olacağız. Allah korusun.

Gıybet orucunu bilmiyorum duydunuz mu? Yüzünde nur gördüğünüz insanların ilk vasfı dillerine hakim olmalarıdır. İnsanların yüzüne başka arkasından başka konuşanlar, mert değil namerttir. Kusur arayanlar güzellikleri göremeyen kusurlu insanlardır. Gıybet yapılan yerde rahatça oturuyorsan bir daha imanını gözden geçir. Saatlerce yazsam şu ayetin anlattığının bir noktası bile olmaz:

“Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.” (Hucurât, 12)

Kardeşini öldürecek katil olacaksın biraz sonrada insan eti yiyen olacaksın. Haydi bu güne kadar yaptıklarımıza tevbe edelim. Dünyada rezil ahirette iflas etmemek için şu çirkin iş olan gıybetten kurtulalım.

Kur’an’dan habersiz

Günümüzde her ne kadar konuştuğumuz insanların birçoğu birlik ve beraberlikten bahsetse de kahvehanelere, derneklere, parklara, bahçelere her nereye gitseniz durumun hiç de öyle olmadığına şahit oluyorsunuz. Bilerek veya bilmeyerek toplumun büyük çoğunluğu Kur’an’dan habersiz yaşayınca artık birleştirici değil de parçalayıcı sözler konuşulur oluyor.

Kimi insanlar toptancılık yapıyor; “Şu yöreden adam çıkmaz” diyor… Kimileri “şu ırk, bu ırk” diyerek büyük bir kitlenin vebalini sırtlarına alıyor… Örneğin geçenlerde hacdan gelen bir amcayı ziyarete gittik; “Hoş geldin Hacı Amca nasıl geçti haccın, ibadetlerini rahat yapabildin mi?..” diye haccını sormaya kalmadan; “Yahu şu Araplar var ya şöyle böyle…” demeye başladı.

Amca daha fazla günaha girmeden hemen sözünü kestim: “Amca yaşadığın kötü şeyleri değil de iyi şeyleri anlatsan daha iyi olur. Yoksa az önce ağzından çıkan sözlerin yükünü çekemez, mahşer günü söylediğin sözlerden dolayı perişan olursun. Toptancılık yaptığından dolayı şimdi yeryüzünde ne kadar Arap varsa hepsi ile helalleşmen gerekecek. Bu söylediğime de gücün yetmeyeceğine göre ağzından çıkanlara dikkat etmelisin.”

Kimi insanlar doğduğu illeri değil de ilçelerini öne çıkarmak için ilin bütün insanını karalarcasına sözler sarf ediyor. Bu ne biçim bir hastalıktır ki insan bir defa tutulmayı versin ölünceye kadar bu hastalığı terk edemiyor. Her ne şekilde olursa olsun ister köyünü, ister ilçesini veya ilini öne çıkarmak için; “Şu ilden, şu bölgeden, şu ırktan veya şu dilden adam çıkmaz…” gibi sözler sarf edenler bu tür sözlerin mahşer günü inanan insanları çok sıkıntıya sokacak sözler olduğunu iyi bilmelidirler. Ahiret inancı olmayanlar konumuzun dışında, onlara bir sözüm yok; bizim muhatabımız imanlı insanlar.

Müminler kardeştir

İmanlı insanlara Allah Teala kardeş olduklarını bildiriyor: “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz.” (Hucurât, 10) Kur’an bize “müminlerin kardeşliği”nden bahsederken bizim başka yollara sapmamız uygun olur mu? Bizler dünyaya gelirken ırkımızı, dilimizi, vatanımızı, ananemizi, hatta anne- babamızı bile seçemediğimize göre Allah celle celaluh’un takdirine razı olmamız gerekmez mi?

Şimdi şu ayetteki hikmetleri uzun uzun düşünelim: “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.” (Hucurât, 13)

Bizim takvaya sarılmamız gerekirken başka yolara gitmemiz çok yanlış olur. Şunu iyi bilmeliyiz ki takvaya sarılan insan ırkçılık, bölgecilik veya buna benzer başka türlü bir hastalıkla üstünlük peşinde koşmaz. Allah korusun insan nefsine uyar ve üstünlük hastalığına bir tutulursa artık vazgeçilmesi zor bir çeşit kibir hastalığına tutulmuş demektir.

Yine Mezhepçilik de bu tür hastalıkların en büyüklerinden birisidir. Günümüzde bu hastalıktan dolayı ümmetin kanlarının oluk oluk aktığına hepimiz şahit olmaktayız. Gelin Kur’an’ı Kerim’i elimize alıp Furkan Sûresi 30. âyetin meâlini ve tefsirini iyice okuyarak âyeti anlamaya çalışalım. Ardından da bu ayeti sevdiğimiz dostlarımıza, komşularımıza ve tanıdıklarımıza hatırlatalım. Belki böylece alev alev yanan ümmetin yangınına bir damla su serpmiş oluruz. “Ve Resûl: ‘Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur’ân’dan ayrıldı (Kur’ân’ı terketti)’ dedi.” (Furkan, 30)

Geylani Akan/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair çok güzel yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Konya günlerim böyle başladı…

Konya’nın meşhur hafızlarından Hayra Hizmet Vakfı kurucusu merhum Hasan Hüseyin Varol hocamızın hatıralarını rahmete ve …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.