Mü’minlerin ibadet ederken Mescid-i Haram’a yönelmeleri ve senenin belli günlerinde orada buluşmaları, o noktanın müminler açısından bir merkez noktası olduğunu ortaya koymaktadır. Dolayısıyla “mescid merkezli hayat” düşüncesinin temelinde “sünnetullah” olgusu yatmaktadır.
“Sünnet” kelimesinin “hikmet” anlamına da geldiğini düşündüğümüzde -Ki İmam-ı Şafii hazretleri böyle söyler- bunun aynı zamanda hikmetullah olduğunu da söyleyebiliriz. Sünnetin tersinin “bidat” olduğunu düşündüğümüzde ise içtimai hayatın mescid merkezinden uzaklaşmasını hikmetin kaybı; dolayısı ile de “bidat” olarak değerlendirebiliriz. (Sünnet ve hikmet kavramları ile ilgili izahlar için bkz; Bedri Gencer, Modernliğin Hikmetinden Sual)
Sünnet-i Resulullah
Sünnetullah çerçevesinde dünyanın “mescid merkezli” olarak kurulduğunu tespit ettikten sonra, sünnet-i Resulullah’a baktığımızda da aynı hikmetle karşılaşırız. Nitekim üsve-i hasene olan Resulullah sallellahü aleyhi ve sellem’in yaptığı şehir planlamasında mescid yine merkezde yer almaktadır.
Efendimiz sallellahü aleyhi ve sellem’in Hicret esnasında kumluk ve kayalık bir yer olan Kuba’da derme çatma bir mescit inşa etmesine, sonra Medine’de yapılan ilk işin yine bir mescit inşa etmek olduğuna bakılırsa “mescit” meselesinin İslam’da ne kadar temel bir mesele olduğu anlaşılacaktır. Mescid-i Nebevi örneğinde de görüldüğü üzere şehrin yani Medine’nin kalbi mescidde atmaktadır. İnsan vücudunda kalp ne ise içtimai hayatın merkezinde de mescid odur.
Burada bir hatırlatma yapmakta yarar görüyoruz. Bugün “mescid” denildiği zaman, tam olarak ilk Müslümanların anladığı şeyi anlamıyoruz. Onların mescid algısı ile bizim mescid algımız tam olarak örtüşmüyor. Bunun sebebi mescid kavramının sosyal ve siyasi nedenlerle zamanla içinin boşaltılması ve mescidin işlev kaybına uğramasıdır.
“Mescid” denildiği zaman, vakitten vakte kapıları açılan, içerisinde namaz kılınan veya ibadet edilen bir yer aklımıza geliyorsa, mescid algımızı yeniden gözden geçirmenin zamanı gelmiştir. Şöyle ki bunu bizim anlamamızın ve tesbit edebilmemizin tek bir yolu vardır. O da Resulullah’ın mescidine gitmek… Yani bundan Sünnet üzere inşa edilen İslam’ın ilk mescidlerine doğru yapılan tarihi bir yolcuğu kastediyoruz.
Mescid-i Nebevi örneği
Mescid-i Nebi örneğine baktığımızda mescidin başlangıçta mekteple birlikte kurgulandığını görüyoruz. Efendimiz aleyhis selatü ve selam’ın Medine’de inşa ettiği mescidin bir bölümüne “suffa” adı verilen derslikler yaptırılmıştır. Sevgili Peygamberimiz orada kalan Eshab-ı Suffe’ye çok önem vermiş, adeta onların üzerine titremiştir.
Suffenin mescidle iç içe olması, ilimle ibadetin bir arada olması anlamına gelmektedir ki gelinen noktada, bu anlamda mescidin bir fonksiyon kaybına uğradığı apaçıktır. İslam toplumu “ilim” üzerine kurulduğu için, Suffe’de toplumu ilimle inşa edecek hocalar yetiştirilmiştir. Yani mescid en ciddi manada toplumu dönüştürecek kadroların yetiştiği yerdir.
Bugün camilerde açılan Kur’an kursları elbette ki hayırlı ve faydalıdır. Bu tür hayırlı faaliyetlerden her zaman mutluluk duyarız. Ancak bizim mescid- mekteb birlikteliğinden kastımız bu değildir. Mescidi mektebe, mektebi de mescide yaklaştıracak bir ruhtan bahsediyoruz. Suffe’nin örnek alındığı bir yapıyı ortaya koymaya çalışıyoruz ki, ecdadımız bunun en güzel örneklerini sergilemiştir.
Mescid-Mektep iç içe geçmeli
Ecdadımız külliye anlayışı ile mektep ve mescidi yakınlaştırırken, batılılaşma/gavurlaşma projesi ile birlikte mescitle okulun arası git gide uzaklaştırıldı. Dans odasından, spor salonuna kadar her türlü alana sahip olan okullara uzun yıllar iki metrekarelik bir mescid çok görüldü.
“Çocuklarınıza yedi yaşına geldiğinde namazı öğretin” (Ebu Davut, Salat, 26) nebevî buyruğu gereğince, çocuklar ilkokula başladığında secde ile tanışmaları gerekirken, ona ilkokulda beş vakit namaz hariç herşey öğretildi. Cehenneme odun olacak bir nesil yetiştirmek için ne gerekiyorsa yapıldı.
Yeniden dirilmemiz için bugün bu ikisinin arasını yeniden yakınlaştırmamız gerekiyor. Şayet müslümanca bir şehircilik ve mimariden bahsedilecekse, okulun cami ile birlikte ayrılmaz bir bütün olduğu temel ilkesinden taviz vermemelidir.
Yaşadığımız toplum krizinin temelinde, mekteb ve mescid ayrışması yatmaktadır. Mescidin mektepten uzaklaşması, mescidin hayattan da soyutlanması anlamına geldiğinden, müslümanlar merkezlerini kaybetmiş ve dolayısıyla da içtimai hayatın şirazesi bozulmuştur. Mescit ve mektep yeniden yakınlaştırılmadığı takdirde, niyet ne olursa olsun eğitim alanındaki yapılan çalışmaların meyvelerini görmemiz mümkün olmayacaktır.
Mescidin fonksiyon kaybına uğradığını gösteren ikinci delilimiz ise mescidde İslam’ın bir bölümün anlatılamıyor oluşudur. Mecitler ibadet içindir. İbadet ise hayatın her alanındadır. Hayatın içtimai boyutundan soyutlanmış bir ibadet algısı, dinin aslına ve esasına aykırıdır. Çünkü kulluk sadece camide değil, insanlar arası ilişkilerden tutun bankalarla olan münasebetimize kadar hayatın her boyutunda geçerlidir.
Mescid dar bir “ibadet” anlayışına terk edildikten sonra, artık orada hakikatlerin de tam olarak ifade edilmesi mümkün olmamıştır. Bir taraftan resmi statikonun mescide biçtiği rol, diğer taraftan; “İmam siyaset yapıyor” şeklindeki mahalle baskısı, İslam’ın mescidde sosyal ve siyasi boyutu ile ele alınamayışına sebebiyet vermiştir.
Dolayısıyla ekseriyetle mescidde, İslam sanki hukuku olmayan bir ahlak öğretisiymiş gibi ele alınmıştır. Mesela Yüce Allah’ın hükümleriyle hükmetmeyenlerin, fasıkların, kafirlerin ve münafıkların ta kendileri olduklarını bildiren Kur’an ayetleri (Bakınız; Maide 44) görmezden gelinmiş, hutbe ve vaazlarda zikredilmemiştir.
Minber ve vaaz kürsüsü hakikatlerin sözcülüğünün yapıldığı bir yer olması gerekirken, zaman zaman resmî ideolojinin söylemlerinden kendisini kurtaramamıştır. İslam’ın ahkamı en saf ve net bir şekilde mescidte ifade edilemiyorsa, örneğin İslam’ın çok eşliliğe bakışı veya miras hukuku gibi hakikatleri hutbelerden adeta kaçırılıyorsa, henüz mescdlerimiz orjinal işlevlerini yerine getiremiyor demektir.
Bu yazıda mescidin işlevleri ile ilgili olarak birçok tespit yapılmaya çalışıldı. Bunlara bağlı olarak bugün yapılması gerekenleri şöyle sıralayabiliriz.
Sünnetullah ve sünnet-i Resulullah’a dayanan “mescid merkezli hayat” düşüncesi müslüman toplumun fıtrî olarak ideal hedefidir. Bundan dolayı tüm vakıf ve dernekler, sivil toplum kuruluşları “mescid merkezli hayat” düşüncesini yaygınlaştırmaya çalışmalıdır.
Mescid ve mekteb tedrici bir şekilde yakınlaştırılmalı, okula başlayan çocuk okulda ilk olarak, Rabb’inin kulu olduğunu ve ona kulluğunun en güzel ifadesinin namaz olduğunu öğrenmelidir.
Mimari olarak okul ve mescidler bir külliye içerisinde olmalı; eğer bu mümkün değilse mektebin giriş katında büyük mescidler yapılmalıdır. Mektebin müfredatı mescidle barışık olarak hazırlanmalıdır.
Aydın Başar/ İrfanDunyamiz.com
İstikamet Yazıları ↗
İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.
Kaynak Metinler ↗
İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.