Mevlânâ’da ölüm; sevgiliye kavuşmak, bir başka deyişle düğün günü anlamına gelmektedir. Mevlânâ; “Herkes ayrılıktan bahsetti, bense vuslattan” der. Böylece herkesin ayrılık olarak anladığı ölümü, Mevlânâ sevgiliye kavuşmak olarak nitelendirmiş ve öyle kabullenmiştir.
Mevlânâ’nın anlayışında; her şeyi yoktan var eden ve tek yaratıcı güç olan Allah celle celaluh, en büyük sevgili olarak kabul edildiği için, ölüm O’na kavuşulan gün olarak algılanmış ve ölüme vuslat, ölüm gecesine de Şeb-i Arûs denilmiştir.
Ölüm bir kavuşma
Bu hangi aşk ve hangi sevdadır ki, ağızların tadını bozan ve nice ocaklar söndüren ölümü, sevgiliye kavuşma olarak adlandırsın ve düğün gecesi olarak kabullensin. Bu anlayış ancak, sonsuz ve derin bir ilâhi aşk anlayışı ile mümkün olabilir. İşte Mevlâna yüz yıllardır bu derin aşkın ve sonsuz ilâhi sevdanın temsilcisi olmuş, bu aşkı Konya’dan tüm dünyaya duyurmuştur.
Adı Şemseddin Muhammed Tebrizi (Tebrizli Şems) olan bir gezgin, bir gün ders bitiminden sonra, atının üstünde gitmekte olan Mevlâna Celâleddin’in atının dizginlerinden aniden tutar ve aralarında ilginç bir diyalog geçer. Tebrizli Şems aradığı deryayı bulmuştu. Bu buluşmanın olduğu yer Merac-el Bahreyn (iki denizin buluştuğu yer) diye adlandırıldı.
Hayatının dönüm noktası olan bu olaydan sonra, Mevlâna Celâleddin kendisini tamamen ilâhi aşkın sonsuzluğuna kaptırmış ve aşk deryasında kaybolup gitmiştir. Bu aşk deryasının temsilcisi; “Aşk geldi, damarımda, derimde kan kesildi. Beni kendimden aldı, sevgiliyle doldurdu. Bedenimin her yanını sevgili kapladı. Benden kalan yalnız bir ad, ondan ötesi hep O…” diyerek gönlündeki sonsuz ilahi aşkı ve derin Hak sevdasını dile getirdi.
Hak yola çağırdı
Bu aşk denizine dalan; “Bu kapı umutsuzluk kapısı değil, aşk kapısıdır gel” diyerek tüm dünyaya kucak açan ve bütün insanlığı Hak’kın aydınlık ve nurlu kapısına çağıran, herkesi Hak yola davet etti. Bu ilâhi aşkı terennüm eden; “Başımı koyduğum her yerde secde ettiğim O’dur. Tek Mâbud ancak Allah’tır. Bağ, gül, sema, sevgili… Hepsi bahane, maksat daima O’dur” diyerek tek amacının Allah’a kavuşmak olduğunu dile getirdi.
Bu aşk bağının sembolü; “Aşka uçarsan kanadın yanar” diyen bir şaire cevap olarak, “Aşka uçmazsan kanat neye yarar” diyerek gerçek aşkın Allah’a ulaşmak olması gerektiğini haykırdı. Bu sonsuz ve derin aşkın sahibi; “Bizim Peygamberimizin yolu aşk yoludur. Biz aşk çocuklarıyız, aşk bizim anamızdır. Aşksız olma ki ölü olmayasın. Aşkta öl ki diri kalasın” diyerek ilâhi aşka dalmanın sonsuz dirilik olduğunu, ölmemek için ilâhi sevdâ ateşine girmek gerektiğini vurguladı.
Mâşûkluk âlemine dalan ve ilâhi aşkın sırlarına vâkıf olan; “Allah’dan başka bir temâşâsı bulunan aşk, aşk olamaz, saçma-sapan bir sevda olur” diyen ve Allah’ın nurunu görerek ilahi aşkta kemâle eren, yalnız ve ancak tek olan Allah’a aşkla bağlanılacağını ve O’ndan gayrısına bağlılığın saçmalık olduğunu dile getiren aşk bağının bülbülü oldu.
Allah için ağlayan göz
İnsanların ruhunu ilâhi aşkla dirilten; “Allah için ağlayan göz ne mübarektir. O’nun aşkıyla yanıp kavrulan yürek ne mukaddestir” diyerek yüreklerin ve gönüllerin bağlanması gereken gerçek aşk yolunu gösteren ve ilâhi aşk mesajını tüm dünyaya duyurarak herkesi ölçülemeyecek bir rahmete boğdu.
Daha çocuk yaşta iken Mevlâna’daki kemâlâtı gören şeyh Feridüddin-i Atar; Sultânül-Ulemâ Bahâeddin Veled’e hitaben şöyle der: “Çok geçmeyecek, bu senin oğlun âlemin yüreği yanıklarının yüreklerine ateşler salacaktır.” Gerçekten de öyle olmuş, Mevlânâ’daki aşk ateşi, dünyanın her tarafındaki yüreği yanıkları Konya’ya koşturmaya yetmiştir.
Şeyhi Ekber Muhyiddin Arabi hazretlerinin de yine çocuk yaştaki Mevlâna Celaleddin için yaptığı, “okyanus” benzetmesi, yıllar sonra aşk okyanusuna dalan ve kendi düşüncesiyle “düğün gecesi” ne kadar da bu aşk deryasında kalan Mevlâna’da kendini göstermiştir. Mevlânâ’nın ölüm anlayışını anlatan şu gazeli ne kadar mânidârdır:
“Öldüğüm gün tabutum götürülürken, bende bu dünya derdi var sanma.
Benim için ağlama, yazık vah vah deme. Şeytanın tuzağına düşersem işte o zaman eyvah demenin sırasıdır.
Cenazemi gördüğün zaman ayrılık ayrılık deme. Benim buluşmam, kavuşmam işte o zamandır.
Beni kabre indirip toprağa verdikleri zaman sakın elvedâ elvedâ deme. Zira mezar cennet topluluğunun perdesidir.
Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret. Güneşe ve aya batmadan ne ziyan gelir ki?
Sana batmak görünür, ama o doğmaktır. Mezar hapis gibi görünür, ama o cânın kurtuluşudur.
Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? İnsan tohumu bitmeyecek diye şüpheleniyor musun?”
Vefaya önem verir
Mevlâna, vefaya da çok önem verir. Bu sebeple daha önceki bir yılda törenlerin ana teması vefa idi. Bu münasebetleMevlâna’nın vefa ile ilgili şu sözlerini de hatırlayalım:
“Dostlarını daima vefa ile hatırla can! Arayan sen ol, bulan sen, Tanıyan sen ol, kucaklayan yine sen. Kula vefası olmayanın Hakk’a vefası olmaz!”
“Dostlar, birbirinizden ayrılmaya kalkmayın. Heves peşinde öyle kaçışıp durmayın. Birsiniz hepiniz çünkü… İkilik etmeyin. Vefa Sultanı emrediyor, vefasızlık etmeyin.”
Mevlâna’nın; “Ben Kur’an’ın kölesiyim, seçilmiş Muhammed’in yolunun toprağıyım” dediği şekilde Kur’an’ın yolunda yürümeyi ve Efendimizin sancağı altında buluşmayı Yüce Allah’tan diliyorum.
Salih Sedat Ersöz/ İrfanDunyamiz.com
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.