Şeraffetin Tübu amca Alvarlı Efe’yi anlatıyor…

Alvarlı Efe Hazretlerinin yanında yetişen ve 30 Ağustos 2021 tarihinde vefat edene kadar adeta onun hatıraları ve şiirleri ile yaşayan insan güzeli merhum Şerafettin Tübu Amcamızla 2011 yılında yaptığımız mülakatı istifadenize sunuyoruz.

Şerafettin Tübu Amca Erzurum’un Aşkale ilçesinin Merdiven köyünden… 1937 doğumlu… Alvarlı Efe Hazretleri olarak tanıdığımız büyük veli Muhammed Lütfi Efendi 12 Mart 1956 tarihinde ahirete irtihal edinceye kadar beş- altı yıl onun ziyaretinde ve hizmetinde bulunmuş. Birçok kereler sohbetlerine iştirak etmiş.

O dönemde aslen Hasankale ilçesinin Alvar köyünden olan Efe Hazretleri Erzurum merkezde ikamet etmekteymiş. Şerafettin Amca ise on dört/ on beş yaşlarında çalışkan ve cevval bir delikanlı imiş. Kışları kızaklı, yazları tekerlekli arabasıyla Erzurum’da at arabacılığı yaparmış. Sabah namazını kılar köylere arpa taşımak için yollara düşermiş.

Çocukluk çağından beri namazını hiç terk etmemiş. Öyle ki rahmetli babacığı dermiş ki; “Ben Şerafettin’e namaz kıl demedim, o kendiliğinden kılardı.” Şerafettin Amca’nın çocukluk ve gençlik yıllarındaki en büyük zevklerinden biri de yaşlılarla oturup sohbet etmekmiş. Bir de onun yaşayan ve vefat etmiş olan evliyalara olan ilgisi ve onlara duyduğu derin sevgisi hiç eksilmemiş. Çocukluktan itibaren başta Alvarlı Efe Hazretleri olmak üzere birçok evliyayı ziyaret etmiş.

Rahmetli hanımı ve çocukları ile de İstanbul’un bütün türbelerini birçok kereler dolaşmışlar. Onun bu konudaki iştiyakına bizzat ben kendim de şahit oldum. Dizlerinden ameliyatlı olmasına rağmen benimle birlikte gittiği o son ziyareti onun bu konuda ne kadar nasipli olduğunu gösteriyordu. Bir kandil günü Çamlıca’da muhterem Osman Nuri Topbaş Hocamızın sohbetine gitmiştik…

Şerafettin Amca ile Cuma günleri bir seri görüşme gerçekleştirdik. Bu görüşmelerde Alvarlı Efe Hazretleri ile olan münasebetlerini anlattı. Biz de o büyük zatı birinci elden dinlemiş ve onun hakkında okumadığımız bazı bilgilere kavuşmuş olduk. Bu konuşmalarda Şerafettin Amca, Alvarlı Efe ve diğer Erzurumlu mutasavvıf şairlerden ezberden okuduğu beyitlerle bizi mest etti. Bilhassa hiç elinden düşürmediği Alvarlı Efe Hazretlerinin Hülasatü’l Hakayık adlı kitabından okuduğu gazellerle de sohbetimize ayrı bir renk kattı.

1956 yılında İstanbul’a taşınan Şerafettin Amca’yla İstanbul’dayken tanıştığı Mahmud Sami
Ramazanoğlu
Efendi ve sohbetlerine iştirak ettiği Mehmed Zahit Kotku, Süleyman Hilmi Tunahan,
Muzaffer Özak ve Mahmut Esad Coşan efendiler hakkında da nasip olursa ayrıca konuşacağız. Şimdilik sizi Şerafettin Amca’nın Erzurum günlerine götürüyoruz.

Erzurum’da âlim, evliya çoktur Şerafettin Amca! Sizin köyde de var mıydı?

Bizim köyümüzde hocalar çoktu ama öyle meşhur olan kimse yoktu. Ben ona yetişemedim bir Abdulgani Efendi varmış eskiden; bizim köyümüzde imamlık yaparmış. O çok meşhur bir mutasavvıf şairdir. “Zikri” mahlasıyla şiirleri vardır. Herkes onun gibi söyleyemez… Türbesi Öznü köyünde… Bu mübarek zat ölmeden evvel hastalığa tutulmuş o zaman şu şiiri söylemiş:

Gönül bahçesini seyran eyledim
Bülbülleri mahzun güller perişan
Sararmış çiçekler bozulmuş revnak
Esen rüzgârlardan dallar perişan

Efe Hazretlerini nasıl tanıdınız?

Köyde evimiz vardı, Erzurum’da da bir evimiz vardı. Efe Hazretlerinin Erzurum merkezde bir dergâhı vardı. Ahırın yanında ufak bir oda vardı, ahırda mal bağlıydı, hem de sıcak oluyordu, orasını dergâh yapmıştı. Dergâhta hiç soba görmemiştim. Evi de yanındaydı. Beş dakika vaktim olsa Efe’nin yanına koşuyordum. (Şerafettin Amca sohbet boyunca Erzurum şivesini kullanıyor mesela burada “koşiyirdim” diyor.) Ona hizmet etmeye can atardım. Efe’ye benden evvel kimsenin peşkirini (havlusunu) verdiği yoktu. Abdest alıp gelince o zamanlar gözleri görmüyordu. Kollarını uzatırdı peşkirini atardım, kurulardı.

Efe Hazretlerinden ders aldınız mı?

Dergâhta dolu adamı vardı; yani vazifeli kişiler. Efe diyordu ki Nakşi dersi ver ona, o da tarif ediyordu. Ben de öyle aldım ilk tasavvuf dersimi. Bazısına da “sen kadiri çek” derdi. Efe hem Nakşiydi hem de Kadiriydi. Efe’nin şeyhi Bitlis’te Muhammet Küfrevi Hazretleri idi. (Tarihçeyi Hayat’ta anlatıldığına göre Bediüzzaman’ın ziyaret ettiği ve ders aldığı bir zat. Barla Lahikası’nda geçtiği üzere Bediüzzaman,
Alavarlı Efe Hazretlerine de bir mektupla selamını ulaştırmıştır.)

Ben de Efe’den kadiri dersi almıştım. Vefat ettikten sonra başka bir kadiri tarikatından daha ders aldım; Hacı Rasim Efendi diye bir şeyh efendiden… Ama Efe’min dersine de hala devam ediyorum, onu da çekiyorum, öbürünü de… Efem diyor ki:

Nakşilerin dildarıdır,
Kadiriler sultanıdır
Hasta diller lokmanıdır
Benim Efendim Erzurum’da

Dergâhta sesli zikir de yapılır mıydı?

Sesli zikir de yapılırdı. Hangi zamanlarda yapıldığını şimdi hatırlamıyorum. Bazen Efe’nin gazelleri okunur dervişler aşka gelir; o zaman da yaparlardı zikir. Hatta bir gün bir demirci vardı, zikirde çok coşmuştu. Efe ona “Kurban kendini biraz zapt et” demişti.

Bize biraz Efe Hazretlerinden ve dergâhtaki faaliyetlerinden bahseder misiniz?

Dergâhta sohbet yapardı. Fakat onun dizinin dibinde olup da hiçbir şey istifade edemeyenler vardı. Hatta namaz kılmayanlar bile vardı. Efe diz üstünde oturup, sürekli sohbete devam ederdi. Dergâh dolup dolup boşalırdı. Onun bir badalyası (rahle) vardı. Bazen ona yüzünü yaslardı. Burnunda bir yara çıkmıştı; bazen merhem filan sürüyorlardı, iyileşiyordu, sonra bir bakıyordum ki yine yara olmuş… Burnunu o badalyaya dayıyordu, onun istirahatinin hepsi buydu işte…

Namazını imamın sol tarafında kılıyordu… Ben de hep onun arkasında kılıyordum. Cüppesinin üstüne secde yapıyordum. O kalkamadan ben tabi hemen doğruluyordum. Mübarek son zamanlarında iyice ufalmıştı, yaşlanmıştı, secdede cübbesinin içine gömülüyordu. Arkasında çok namaz kıldığım için ensesine çok bakardım. Ensesi “rahat lokumu” gibiydi. Hani lokumu kesersin ya; işte o renkteydi. Çok güler yüzlüydü. Allah’ın nuruydu… Onu gördüğümüz zaman Allah hatırımıza geliyordu. Allah’tan başka bir kimse aklımıza gelmiyordu.

Çok mu yumuşak huyluydu? Hiç kızmaz mıydı?

Bazen yumuşak sohbet ederdi, bazen kızardı. İslam’a uygun olmayan bir şey duyduğu zaman çok kızardı. Dünya malına düşkün olanları sevmezdi. Şöyle bir şey duymuştum Efe Hazretlerinden: “Birisi gelmiş bana diyor ki; Efendim dünya malında gözüm yok. Bunu diyeni gelip anlattılar. Çöplükten kül toplamak için “onu ben tarlaya dökecektim niye çamur ettiniz” diye biriyle kavga etmiş. Kül yüzünden kavga ediyor bir de diyor ki benim dünyada gözüm yok.”

Efe Hazretleri bir de bazı hocaları beğenmezdi. 1955’in ramazanıydı, bir iftar vermişti. İftarda otuz tane hoca vardı. Ahırı boşaltmışlar, yerlere ot sermişler, otun üstüne de hasır atmışlar; iftarı orada veriyorlardı. O gün dedi ki: “Hocalar bellemiş Allah iyi etsin, Allah iyi etsin! Allah iyi etmez! Şapka başında, tasma boynunda, Allah iyi etmez!” Bunu söylerken karşısında oturuyordum, bembeyazken kıp kırmızı olmuştu mübarek. Çok kızarak söylemişti…

Öyle böyle hocaları sevmezdi ama gerçek âlimlere çok hürmetliydi. Mesela Efe Hazretleri, hocası Maksut efendinin oğlu gelince “Sen hem hocamın oğlusun, hem âlimsin“ der ayağa kalkardı. Hocalığı, hacılığı en yüksek bir rütbe olarak görürdü. O gün iftara gelenler arasında emekli bir yüzbaşı vardı; Sefer bey… O hem de doktormuş. Herkes ona çok hürmet ediyordu. “Sefer bey, Sefer bey” diyorlardı. Efe Hazretleri onlara;

“Ona Sefer bey demeyin. Ne olmuş ki; o yüzbaşı olmuş ama sonra en üst rütbeye ulaşmış, hacı olmuş… Adam paşa olmuş siz ona çavuş diyorsunuz. Hacım deyin, Hacı Efendi deyin!” demişti. Kur’an okuyan talebeleri de çok severdi. Hocalar talebeleri getirir; “Hatim etti bunlar harçlık istiyorlar” derdi. Efe Hazretleri de “herkes bunlara harçlık versin” derdi. Herkes gönlünden ne koparsa verirdi. Çocuklar çok sevinirdi. Efe Hazretleri; “Yine okuyun yine verecekler” der teşvik ederdi.

Hocalar o zamanlarda kravat ve Demirel şapkası mı takarlardı?

Yok, Demirel şapkası değil kasket takarlardı. Efe onu diyordu herhalde… Bir keresinde o zamanlar meşhur bin bir çeşit diye bir şapka vardı; gidip koyu kahverengi bir tane ondan almıştım. Namaz takkem yanımda yoktu. Bu sefer de dergâha şapkayla gireyim dedim. Zaten şapkayla girenler olurdu bazı zaman… Efe Hazretleri anlatırken dedi ki: “Şapkalıların keyfini görmüyor musun, peh peh peh!”

Bir ter aktı her yanımdan, bir rezil oldum… Usulca çıktım, şapkayı çıkarttım, mendilimi başıma bağladım, sonra geldim oturdum. Osman Efendi’ye dedi ki; “Bazıları da kabiliyetlidir ne desen anlar.” Beni kastetti tabii… Beni seviyordu… Ben o gün şapkayı kaldırdım attım daha da ondan sonra hiçbir zaman takmadım.

Osman Efendi kimdi?

Osman Efendi. Alvarlı Efe’nin yardımcısıydı. Efe, son zamanlarında iyice yatalak olmuştu, o zamanlarda da Osman Efendi çok hizmetini görürdü. Allah ondan bin kere razı olsun. Ben Efe’yi her zaman sarıklı cüppeli görürdüm. Tek bir sefer yataktayken sarıksız görmüştüm. Alvarlı Efe Hazretleri şiirlerini Osman Efendi’ye yazdırırdı. Osman Efendi hem yazardı hem de onun gazellerini çok güzel okurdu ki dinlemeye can dayanmazdı. Dinleyenler hep ağlaşırdı.

Efe Hazretleri şiirlerini ne zamanlar yazardı?

Derdi ki; “Yazarken bir hal geliyor, o hal gelmeden yüz sopa vursanız bir tane söyleyemem.” O hal gelende bir seferinde karşısındaydım. Baktım, renk veriyor, renk alıyor, halden hale giriyor, iyice terliyor, kızarıyor… O hal geldi mi; “Osman Efendi defterin yanında mı?” diye sorar Osman Efendi; “Buyur Kurban” der getirirdi. Sonra ona yazdırırdı. Bir gün Efe Hazretlerine demişler ki; “Falan Nakşi şeyhi pervaneler gibi dönmeye yani sema yapmaya yoktur demiş.” Efe Hazretleri; “Osman Efendi getir şu defteri” demiş şu şiiri söylemiş:

Şem’a-î nûr-i Ahmed’e
Cibriller pervane döner
Nur cemali Muhammed’e
Kutsiler pervane döner

Allah Allah Mûsâ döner
Elindeki Asâ döner
Âsumânda Îsâ döner
Melekler pervâne döner

Meydân-ı Tevhîd kurulur
Tarz-ı Geylânî vurulur
Boyunlar Hakk’a burulur
Sâdıklar pervâne döner

Lutfî kalbe inci eker
Emtâr-ı hikmeti döker
Güneş gurub fecir söker
Yıldızlar pervâne döner

Tasavvufa karşı olanlara hep böyle cevapları olur muydu?

Ya ne diyorsun, hem de nasıl. Mesela sesli zikir yoktur diyene; “Günde beş vakit namazın niye üçü aşikâr? Niye huccac lebbeyk diye aşikâr bağırıyor” diyerek cevaplar verirdi. Çok sevdiğim bir hoca var, profesör. Akşam onu dinledim canım sıkıldı… Tarikata girmek mecbur değil diyor. Yav sen başka bir şey bilmiyor musun? Yaşar Nuri’ni söylediğini söylüyorsun. Bunu sen söyleme bari.

Bir gün bir hoca vaaz ediyordu. Dedi ki; “Bu milleti mevlit hastalığından kurtaracağım. Mevlit yerine Kur’an okuyacağız.” Ona bir bağırdım; “Ulan sen kim oluyorsun” dedim. “Bunu Süleyman Çelebi yazmış” dedim. “Peki, sen kimsin? Oku Kur’an’ı sana Kur’an okuma diyen var mı? Mevlitle ne uğraşıyorsun?” Böyle çıkıştım hocaya… Sonra gittim Efe Hazretlerinin Hülasatü’l Hakayık adlı kitabını alıp geldim; okudum o hocaya:

Hürmet eden rahmet bulur
Mevlidine Muhammedin
Rahmeti hak nazil olur
Mevlidine Muhammedin

Diler isen şefaati
İki cihanın devleti
Daima eyle rağbeti
Müvlidine Muhammedin

Efe Hazretleri dergâhtan başka yerlere de gider miydi?

Faytonla gideceği yere götürürlerdi. Dışarı çıktığında mendille gözlerini bağlarlardı. Ortalığı görmesin diye… Kışın da bağlıyordu yazın da… Zaten gözü kapalıyken de görüyordu gideceği yerleri, hep söylüyordu. Mesela dergâhta badalyasının üzerine doğru kapanıp gözü yumukken dışardakileri hep söylüyordu. Hatta bir keresinde bir hafız vardı, bir düğünde rakı içmiş, sarhoş olmuş. Sonra birkaç gün sonra Efe’yi görmek istemişti. Efe birini göndermiş “görüşmüyor” dedirtmiş.

Gözlerini neden bağladığını biliyor musunuz?

O vakitler Erzurum’da böyle açık saçıklık yoktu. Bir tek saçı açık subay karıları vardı. Neden gözünü bağladığını bilmiyorum. Ama tabi bozulma o zamandan başlamıştı. Torunu Yalova Merkez vaizi Sadi Efendi vardı. Bir gün onun için Efe dedi ki: “Sadi bir güldür. Vallahi istiyorum ölsün, kara nahıra (siyah sığıra) karışacak.” Yani bu millet bozulduğu dönemde yaşayacak demek istiyor. Zaten o zamanlardan bozulmaya başlamıştı. Bir şiirinde diyordu ki; ”Lütfi ya sen bir bak devr-i zamane. Acep Allah bizi kabul eder mi?” Başka bir yerde de diyordu ki:

Yoktur nisalarda haya
Kalmadı dillerde ziya
Abitlerin işi riya
Bestı gönül endişesi

Aydım Başar, Şerafettin Tübu, İbrahim Çoban- İstanbul Eyüpsultan 2011

Onunla yaşadığınız başka bir anı var mı?

Bir adam vardı yolcuydu, dedim ki; “Efeyi görüp geleyim seni götüreceğim.” Adam; “Beni de götür” dedi. “Olur” dedim. Yolda bir adam bana dedi ki; “Rastgele adamı Efe’nin yanına götürme.” Ben de; “Allah için götürüyorum” dedim. Gittik girişte oturup bekliyorduk, bizi içeri almalarını… O arada adam; “Araba aldım, sattım” diye konuşmaya başladı. Dedim; “Bırak şimdi arabayı, biz buraya niye geldik?” Anladım ki yolda karşılaştığımız adam doğru söylüyormuş.

Kapı açıktı Efe evinde yatıyordu. Osman Efendi’ye dedi ki: “Kurban misafirlerin kim” Osman Efendi; “Biri bizim Şerafettin biri de arkadaşı” dedi. Efe hazretleri; “Ben” dedi: “Hasta oldum ölüyorum bu ne görüşmesiymiş.” Bizi reddetti… “Osman Efendi yolcu et çıksınlar” dedi. Ondan sonra ben tabi çok perişan oldum.

O gün gece bunun sıkıntısıyla üzülerek uyudum. Rüyamda Efe Hazretleri geldi yanıma durdu: “Sana demedim ha!” dedi. Anladım ki yanımda götürdüğüm adam yüzünden Efe öyle demiş. Sonra bir gün o adamın köyüne arpa götürmüştüm. Onu da birilerinden sordum, dediler ki; “O adam imansız, yaramaz bir adamdır.” Başka bir gün gittim Efemin elini öptüm, izin istedim; “Ben gidiyorum” dedim. “Yok” dedi: “İftarı et sonra gidersin.“

Efe’nin en yakın arkadaşı kimdi?

Hasankale’nin Çöğender köyünde imam olan, aslı Karadenizli Hacı Salih Efendi vardı. Efe ile o kardeşten daha öteydi. Acayip birbirlerini seviyorlardı. Hacı Salih Efendi ziyarete gelmeden haber veriyorlardı, Efe çocuk gibi seviniyordu. Efe, Salih Efendi ile birlikte iki sene hapis yatmış, Tarikat istemiyorlar ya hani… Efe bir gün Çöğender’e gidiyor, orada çuvallar görüyor. Salih Efendi; “Bunlar dağıtılacak” diyor. Efe, Salih Efendi’nin evine az erzak bıraktığını görünce iki çuvalı daha bu tarafa çekiyor; “Bunları da ben sana ayırdım, sakın dokunma” diyor.

Alvarlı Efe Hazretlerini hala ziyaret ediyor musunuz?

Her sene birkaç sefer türbesini ziyaret etmek için Alvar’a gidiyorum. Ama türbeyi zayi etmişler, iyi yapamamışlar. Sepet gibi bir şey olmuş… Hâlbuki onun şeyhi Küfrevi Hazretlerinin Bitlis’teki türbesini bir görseniz, kesme taştan yapmışlar, İstanbul’da bile öyle türbe yok. Erzurum’da belediye başkanı Yunus Emre türbesi yapmış görsen hayran kalırsın. Efe’nin türbesini yapanlar hiç mi türbe görmemişler?

İnşallah İstanbul’daki büyük zatlarla olan muhabbetinizi de başka bir zaman konuşalım. Sizi yorduk hakkınızı helal edin.

Allah ömür verirse konuşuruz inşallah… Siz de o zatları merak ediyorsunuz, güzel bir şey
yapıyorsunuz. Allah himmetlerini eksik etmesin.

Aydın Başar/ Dunyabizim/ 2011

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Selât-ü selam hassasiyeti…

Yüce Allah, Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in kendi katındaki değerinden dolayı ona salat-ü selam …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.