Son dönemin ilim ve irfan öncülerinden Seyda Molla Hüseyin Elçi 6 Şubat 2018 gecesinde 97 yaşında rahmet-i Rahman’a kavuştu. Aynı zamanda Norşin’li Şeyh Maşuk Efendi’nin de halifesi olan Molla Hüseyin Elçi’nin yaklaşık bir asırlık berketli ömrü talebe-i ulumun tedrisat, terbiye ve hizmetine adanmıştı. Son anlarına kadar ilim halkalarını ve cemaatle namazı terk etmeyen bu muazzam şahsiyetin faziletlerle dolu hayatını bakın yakınları nasıl anlatıyor. Deryadan bir katre olması ümidiyle…
Tayyip Elçi: (Oğlu)
1921’de Siirt’in Binerve Köyü’nde yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Önce kendi köyünde günün zor şartlarında, baskı altında okumaya çalışır. Sonra Bitlis taraflarına tâ Patnos’a kadar, Erciş’e kadar zor şartlarda dağları aşarak, tahminen 250 km’lik yolu çoğunlukla yayan yürüyerek gidip okumuşlardır.
Sabah güneş doğmadan karanlıkta köyün dışında bir mağaraya gider, akşama kadar orada ders okurlar… Hava karardıktan sonra da dağınık bir surette yanlarına cüzlerini kitaplarını da almadan, oradaki kayalıklara kitaplarını saklayıp eve dönerlar.
Benim şifam Kur’andır
Seyda o günlerden bugüne kadar ilmi hiç bırakmamıştır. Bugün 95 yaşına rağmen, hala öğrencilerle meşgul olur, onların dersini dinler, onlara gerekli açıklamaları yapar, neticede ilimle meşgul olur… Şu anda çok rahatsız olduğu zamanlarda bile; “Benim şifam Kur’an’dır, namazdır” der.
“Bugün hastasın evden çıkma” dediklerinde; “Beni medreseye götürün, öğrencilerin Kur’an okuyuşunu dinlediğimde ya da camiye gidip birkaç rekat namaz kıldığımda iyileşiyorum” der.
Yani tamamen kendisini buna adapte etmiştir ve şifasını bunda bulmuştur. Çok takatsiz ve güçsüz olmasına rağmen, yürümekte ve ayağa kalmakta zorlanmasına rağmen ölene kadar bu hizmeti devam ettirmeye azimlidir.
Sünneti terk ettiği görülmemiştir
İlme ve ilim ehline çok çok ehemmiyet verirdi. Bir hoca aşağı tarafta otursa; “Hocam sen yukarı buyur” derdi. Adabın detayına da riayet ederdi. Seferde ve hazerde tek bir sefer dahi –bazen onlarca gün beraber seferde olduğumuz hizmetinde bulunduğumuz zamanlarımız oldu– sünneti terk ettiğine şahit olmadım.
Bir gün bir yerde misafirdik, banyoya gitti, beni çağırdı, misvakını unuttuğunu söyledi, bir de kıbleyi sordu. Abdest alırken kıbleye dönmek ve misvak kullanmak sünnettir. Yolculukta olmasına rağmen bu detayları tatbik ederdi.
Bir fakir, bir dul veya yetim, bir ihtiyacı olan kimse kendisine başvurduğu zaman, parası varsa hemen verir, bir kuruş parası olmadığı zaman yanında kim varsa ondan borç alır ona verirdi. O iyilik fırsatını kesinlikle kaçırmazdı. Daha sonra da ne kadar almamak için ısrar etseler de o borcunu o kimseye öderdi.
Hamid Elçi: (Torunu)
Dedem, talebelerini o kadar çok severdi ki emin olun biz onun torunları olmamıza rağmen talebelerle aramızda hiçbir fark görmezdi.
Bazen nenem dedemin hasta olduğunu, ayağa kalkabilecek bir güçte olmadığını, sabaha kadar inlediğini, sabah olunca da; “Ben öğrencilerimin yanına gideceğim” dediğini, nenemin; “Sen hastasın, yürüyemiyorsun, biraz dinlen” dediğinde ise dedemin; “Talebelerimin yanında iyileşirim” dediğini anlatırdı.
O çok vefakârdı. İsmini dahi hatırlamadığımız bir eşi dostu ya da kendisine zamanında bir yardımı dokunmuş bir kimseyi hayatta unutmazdı. Bazen bize derdir ki; “Falan kimseyi tanıyor musunuz? Haydi, onun evine gidelim.” Zar zor yürümesine rağmen, bütün bu meşakkati, sıkıntıyı göze alarak onun evine giderdi.
Dedemin ahlakı sünnetten başka bir şey değildi. Sünnete çok bağlıydı. Samimiyetini hissederdiniz. Kim onunla konuşursa bize derdi ki; “Valla Seydam beni seviyor.” Kim giderse yanına, ona değer verirdi. Efendimiz sallellahü aleyhi ve sellem’in; “Din samimiyettir” sözü Seyda’mızda tecelli ediyordu.
Her gün o mezara giderdi
Bir aile dostumuz vardı; Bizim medresemize ve diğer medreselere yardımcı olan Kalender ailesi… Bu ailenin babalarına her gün bir Yasin okurdu… Her gün bir Yasin de rahmetli neneme okurdu. Derdi ki; “Eğer biz onları unutursak biz vefakâr insanlardan olamayız.”
Beş ay önce nenem vefat etti. Her gün ikindi namazından sonra onun mezarına gider. Mezara gitmeden önce ayakta bekler, mezar ehlini selamlar, sonra çok edepli bir şekilde minderine oturur, orada başı önde bir şekilde, okunan Yasin-i Şerif’i dinlerdi.
Bazen biz derdik ki; “Bugün yağmurdur gitmeyelim, hasta olursun.” Razı olmzdı. İki üç ay kadar önce kar yağdığı vakit babam ve amcam dedeme; “Hasta olacaksın bu sefer gitme” dedikleri zaman ne babamı ne de amcamı dinledi. Ve onlara şöyle dedi: “Hayır, gideceğim, çünkü onların bizim üzerimizde çok hakları vardır. Biz onları bırakırsak çok vefasız oluruz. Bu can bu bedende olduğu müddetçe her gün onun mezarına gideceğim.”
Murat Doğurucu (Talebesi)
Seyda bu yaşta bütün namazlarını cemaatle kılıyordu. Evde kılma âdeti yoktu elhamdülillah… 95 yaşına rağmen haftada salı günleri medreseye geliyor bizleri denetliyordu. Aşağıdan başlıyor, tek tek odaları geziyor, müderris nasıl ders veriyor, talebe nasıl ders alıyor, müderris talebelere sahip çıkıyor mu çıkmıyor mu, derse önem veriyor mu vermiyor mu; bunları teker teker denetliyordu. Hem bizi hem talebeleri sorguluyor, talebelerin okutulmasına çok önem veriyordu.
Seyda ile olan eski bir hatıramı anlatmak istiyorum. Ben çocukken bir gün hastalandım. O gün bizim arkadaşlar da pikniğe gitmişlerdi. Seyda öğle vakti mescide geldi ve bana; “Sen niye pikniğe gitmedin” diye sordu. “Seyda valla hastayım” dedim. “Yemek yemedin mi” dedi. “Valla yememişim” dedim. Seyda evine gitti bir tabak yemek aldı ve kendi eliyle bana verdi.” Seyda Molla Hüseyin’in yaptığı bu davranış talebelere verdiği değeri ifade ediyor.
İsmail Uludağ (Talebesi)
Seyda Molla Hüseyin takva yönüyle bir örnekti, dini yaşantı yönüyle bir örnekti. Hocam dünyaya önem vermemekle birlikte, dünya işlerine ehemmiyet vermesiyle bir örnekti. Çok vefakâr bir insandı. Kendilerine yapılan iyilikleri hiç unutmaz;“Falan kimseler bize şu iyilikleri yaptı” diyerek defalarca bizlere anlatırdı.
Hocamız dini hassasiyeti çok ön planda tutardı. Sünnet-i Seniye’ye çok sıkı bağıydı.
Bir seferinde Ahlat’a ziyaretimize geldiğinde kendisinden namaza gitmek için izin istediğimde bana iki şey söyledi. O iki şey benim kulağıma küpe gibi oldu. İmamlık vazifemi yaparken hep bu iki düsturla yaşamaya çalıştım. Seyda’nın bu sözleri bütün imamlar için çok güzel bir düsturdur. Şöyle dedi:
“Evladım eski muvazzaflar (vazifeli memurlar) bir ay içinde kaç gün göreve gitmeseler, o ücreti hesaplar götürür devletin maliyesine geri yatırırlardı. Bize helal değil derlerdi. Siz de bu şuurla yaşayın.
Evladım, hoca olan kimseler bir örnektir. Bu halk Müslüman bir halktır. Eğer hoca bozulmazsa halk onun yolunu takip eder. Ama bozulduğu zaman halk da bozulur.”
Not: Bu yazı Aydın Başar tarafından Trt Diyanet’te yayınlanan Köklerin Hikayesi adlı belgesel yapımın 35. bölümünden derlenerek hazırlanmıştır.
Aydın Başar/ İrfanDunyamiz.com
BEZNER İÇERİKLER
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.