Harçlık arayışları…

Ecevit hükümet olduktan sonra ülkede bir karaborsa başladı. Çay yok, şeker yok, yağ yok, temel gıda maddeleri yok, hatta akaryakıt bile bulunamıyordu. Küçük kardeşim Bahtiyar’ın köyümüzde mütevazı bir bakkalı vardı. Ancak karaborsadan dolayı bulamadığı ihtiyaç maddelerini bana telefonda söylüyordu. Ben de not alıyordum.

Trabzon İmam Hatip’te okuduğum bu yıllarda ders sonrası ya da hafta sonları bakkal bakkal dolaşıp kardeşimin siparişlerini birer ikişer toplayarak bir yerde biriktiriyordum. Kendisine telefon edip gelip almasını söylüyordum. O da bakkalında satmak için gelip götürürdü. Trabzon’la benim Tirebolu Güce’deki köyümün arası 145 kilometreydi.

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı rustem-kilic-kimdir-kac-yasindadir-nerrlidir-biyografisi.jpg

Fotoğraf çektim

Harçlık kazanmak için yeni yollar bulmam gerekiyordu. Düşündüm, taşındım… Fotoğraf çekmeye karşı bir merakım vardı. Benim köylüm olan hem de babası Almanya’da işçi olarak çalışan Mehmet Şen isimli arkadaşımın elinde bir fotoğraf makinası gördüm. Makina ince, uzun yani iç cebe sığacak şekilde çok güzel görünümlü bir makinaydı. “Bunu bana satar mısın?” dedim. “Satarım” dedi. 1500 TL’ye o makinayı aldım ve o günden sonra arkadaşlara fotoğraf çekip satmaya başladım.

Yalnız satın aldığım fotoğraf makinası küçük olduğu için mikro film ile çalışıyordu. Bundan dolayı çekilen fotoğraflar tab edilip basıldığında çok net bir görüntü vermiyordu. Fotoğrafları çektikten sonra hafta sonu ya da akşamları yürüyerek Uzun Sokağın bir ucunda bulunan fotoğrafçıya götürüp tab ettiriyordum. Fakat arkadaşlar fotoğrafları çok beğenmiyorlardı, ben de üzülüyordum.

Samsun’da Ali isminde bir arkadaşım vardı benden birkaç sınıf yukarıdaydı; onun elinde Rus yapımı çok güzel bir makine vardı. Büyük objektifi ve klasik ayarlı Zenit marka bir fotoğraf makinasıydı. Ali benim makinayı görünce; “Takas edelim mi?“ dedi. Hiç para alıp vermeden makinaları değiştik. Ali’nin makinası gayet güzeldi, klasik gece-gündüz ayarı, ışık ayarı, yakın-uzaklık ayarı vardı. Objektifinden de ayar yapılabiliyordu. Ayrıca flaşlıydı, gayet de net fotoğraflar çekiyordu. Onu aldığım gün çok sevinmiştim. Hemen fotoğraf çekmeye başladım ve artık her gün müşterilerim daha da artmaya başladı.

Yapraklı nüfus cüzdanı

70’li yıllara kadar nüfus cüzdanları çok yapraklı defter gibiydi, taşıması zordu. Bir kanun çıktı, kart şeklinde cüzdan olacak diye. Herkes nüfus müdürlüklerine müracaat etmeye başladı. Şöyle kaliteli bir flaş aldım, köyüme gittim. Hafta sonu köydekiler; “Ya senin makinan var, biz fotoğraf çektirmek için 30 km Tirebolu’ya ya da Espiye’ye gideceğiz, sen bize çekemez misin?” dediler. Ben de Trabzon’a gelince fotoğrafçıma bundan bahsettim; “Nasıl yaparız?” diye danıştım. O da; “İki kişi, iki kişi çekeceksin. Arkaya da mavi ya da bordo iki metrekare boyunda bir örtü açarsın olur biter” dedi.  

Köyde fotoğraf makinesi bulmak o zamanlar pek mümkün değildi. Olanlar da fotoğraf çekme taktiklerini bilmiyordu. “Ben fotoğraflarınızı yeni çıkan nüfus kâğıdına yapıştırmak üzere çekebilirim” dedim. Fotoğrafçımın tarif ettiği şekilde köyün büyük kısmının fotoğraflarını çektim. Çünkü herkes işinde gücünde çalışıyor, işi gücü bırakıp da bununla uğraşmak istemiyordu. Ben hem uygun fiyata, hem de hemen çekip tekrar ayaklarına getirip teslim etmek kaydıyla fotoğraflarını çekiyordum. Onların da işine geliyordu, çok sevinmişlerdi tabi. 

Çevre köylerden gelip demişler ki: “Acaba bize de çeker mi?” Ben de bir plan yaptım, köyümüzün civarında Fırın Köyü, Sarıyer Köyü, Kuluncak Köyü, Anadere Köyü diye köyler var; o köylere gitmek için katır kiraladım. Küçük kardeşimi de yanıma alarak beraberce en üst Fırın Köyü’nden başlayarak diğer köyleri dolaştım. Gittiğim köylerde camiden anons yaptırıp, muhtarın gözetiminde bütün köylüyü çağırtarak fotoğraflarını tarif edilen şekilde ikişerli çekiyor, bastırıp bir sonraki hafta getirip kendilerine teslim edip paramı alarak diğer köye geçiyordum. Böylece bütün köylünün hem duasını hem parasını alarak fotoğraflarını çekmiş oldum. Sanıyorum köylerde çekmiş olduğum fotoğraflardan yaklaşık 30.000 TL para kazanmışımdır. O paranın büyük bir kısmını babama vermiştim, bir kısmını da kendime harçlık yaptığımı hatırlıyorum.

Yaz tatillerinde

İmam Hatibe giderken yaz tatillerinde bazen de köyde manavlık yapardım. Kardeşlerimin ortak çalıştırdığı bir çay ocağı vardı. Ben gidip Espiye’den satmak istediğim sebze meyveleri satın alıyor, kasalarla kamyona yükleyip köye götürüyordum. Çay evinin karşısına onları açık alana diziyordum. Akşam geç saatlerde kahvehane kapanınca kasaları biraderlerin kahvehanesine koyar, sabah erkenden gider tekrar dışarı çıkarırdım.

Pazartesi günleri Espiye’nin pazarı olurdu. Erkenden gider pazarı araştırır, hangisi daha uygunsa 50 kasa domates alırdım. Hemen oracıkta müşterilere satmaya başlardım. Araba kalkıp öğleden sonra köye hareket edinceye kadar malın üçte ikisini yaklaşık satmış olurdum. Geri kalanını da kamyona yükleyip köyümüze çıkarırdım. Hatta bazen köyde kimse olmazdı da sebze meyveleri satamayınca kamyona yükleyip yaylaya çıkartır orada eritirdim.

Ben 35 yaşıma kadar o kadar farklı işler yapmıştım ki Mevlam meğer beni bugünlere hazırlıyormuş da haberim yokmuş. Kader ağlarını yavaş yavaş örüyormuş. Ben şimdi geriye dönüp bakıyorum da çok ilginç geliyor bana, hayret ediyorum. Yeri geldiğinde o taraflarımı da sizlere yazarak dile getireceğim inşallah. Yani yatağa düşünceye kadar hep bir şeyler alıp satmayı kendime şiar edinmiştim. Nasıl iş adamı olamamışım şaşırıyorum. Demek ki öğretmenliği o kadar sevmişim ki hepsini elimin tersiyle itip öğretmenliği seçmişim. Çünkü öğrencilere bir şey öğretmenin çok kıymetli olduğunu biliyordum.

İnsanın inancı sağlam olmasa benim şu an yaşadıklarımı bir insanın kaldırması kolay değil. İntihar etmeyi düşünmemesi ancak inancın iyi olması ile olabilir. Allah her şeyin hayırlısını verir inşaallah. Sizlere dua ediyorum, sizlerden de dua bekliyorum. Dua edin, mahrum etmeyin kardeşinizi.

Kelâmı kibar dediğimiz kısa ama öz cümleler, atasözleri, vecizeler vardır. Bir tanesini hatırladım söyleyeyim gençler: “Ölüm gelmiş cihane, baş ağrısı bahane.” Bir başkası: “Güvenme zenginliğine bir kıvılcım yeter, güvenme güzelliğine bir sivilce yeter.” Allah var gam yok diyorum, her halime, her halimize şükür etmemiz gerektiğini biliyorum. Rabbim hamd etmekten, şükür etmekten alıkoymasın bizleri.      

O zamanalar öyleydi

Bu arada size bir o günlerden bir detayı daha anlatayım. Ortaokul ikinci sınıfa giderken yaşım da 18 olmuştu. Bir gün annem bana “Oğlum seni yakınım falancanın kızı ile evlendirelim. Bana yardımcı olur, sen de arada bir Trabzon’dan gelir, gidersin bu şekilde ben de rahata kavuşurum” demişti.

Yani ben evleneceğim, evlenmiş olacağım eşim Trabzon’da olmayacak… Trabzon’da ev tutsam kirasını ödeyemeyeceğim… Annemin yanındaki eşimin bana bir faydası olmayacak, çamaşırımı yıkamayacak, bulaşığını yıkamayacak, temizliğimi yapamayacak, yani anneme yardımcı olacak; annem rahmetli bunu istiyor. Annemi kırıp dökmeden, üzmeden, onu çeşitli bahanelerle oyalaya oyalaya hamdolsun fakülte birinci sınıfın ilk devresine kadar evlenmeyi erteleyebildim

Sadece benim annem değil Türkiye genelinde, Karadeniz özelinde daha birçok yerde çocuklar bu şekilde evlendiriliyordu. Anneler hayat şartlarının zorluğundan yardımcı bir eleman arıyorlardı. Onun için de çocuklar genç yaşta evlendiriliyordu. Eğitim yok, tecrübe yok, çocukları doğduğunda bu gençler çocuk nasıl yetiştirilecek, nasıl büyütülecek, nelerle mücadele edilecek; bunları bilemiyorlardı. Saldım çayıra Mevlam kayıra denilerek çocuk yetiştiriliyordu. Amiyane tabirle ne kadar köfte o kadar ekmek. Yani malzeme bu, ne yaparsan yap.

Rüstem Kılıç/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Mehmet Feyzi Efendi farklı bir zattı…

İmam hatipte okurken yaz tatillerinde İstanbul gibi manevi üstadların bol olduğu bir şehirde birçok güzel …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.