Huzurun şehrine yolculuk…

Niyetimiz Bolu‘da kahvaltı yapmak, Abant ve Yedigöller civarında ailece vakit geçirmekti. Günübirlik bir yolculuk planlanmıştık lakin her ihtimale karşı bir gece konaklayacak kadar eşyamızı almayı ihmal etmedik.

Sabah 05.00 te alarm çaldı, namazımızı eda ettikten sonra minikleri uyandırma safhası başladı. Bir gün önce kendilerine yolculuğumuzdan bahsettiğimiz için uyanmaları pek de güç olmadı. Ayrıca yolculukta rahatça seyahat etmelerini sağlayacak şişme oto yatağı da onları heyecanlandırıyordu. Bismillah dedik saat 06.00 civarında yola revan olduk.

Dualar ile

Yolculuk esnasında yaptığımız ilk şey her zamanki gibi sefer dualarını okumaktı. “Ama babaaaa! çok uzun olmasın dualar” diye başladı bizim kız, daha duaya başlamadan… 3 İhlas, 3 Felak, 3 Nas, 7 Ayetel Kürsi, 11 Kureyş Suresi, Fatiha Suresi… 3 defa “Bismillahi hayril esma…” , 7 defa “hasbihayallah…” duaları. Zuhruf Suresi 13, Hûd Süresi 41…

Bu ayetleri ve duaları okurken her birinin Türkçe manasını da çocuklara söylerim ve hangi duanın ne faydası var onları da zikrederim. Çocuklar birer kere okur, ben kelime kelime söylerim, onlar tekrar ederler.

Biz duaları okurken neredeyse Gebze’ye vardık… Minikler de biraz sabahın mahmurluğu biraz da uzunca duaların yorgunluğuyla arka koltuğun üzerine yerleştirdiğimiz şişme yatakta uykuya daldılar. Sapanca Berceste tesislerinde bir sabah kahvesi içerek şöyle canlanalım dedik. Dedik demesine ama fark ettim ki üzerimdeki yağmurluğu Berceste tesislerindeki sandalyenin üzerinde unutmuşum. Aaahhh! Şu benim unutmalarım…

Göynük yolunda

Gümüşova‘ya doğru yaklaşırken artık bir kahvaltı planlaması yapmamız gerektiğini fark ettim. İstanbul’da bir firmada dış ticarette vazife yapan bir kardeşim aklıma geldi. Sürekli Sakarya, Bolu civarlarına seyahat eder yabancı ülkelerden gelen misafirleri buralarda ağırlar. En temiz, en nezih kahvaltı mekanını o bilir diyerek telefonu aldım elime.

“Hocam Abant tarafında çok güzel kahvaltı mekanları var isterseniz birkaç yer tavsiye edebilirim” dedi.. “Şurası mı olsa? burası mı olsa?” diye konuşurken; “Aslında şimdi bir başka yer düşündüm, Göynük tarafına ne dersiniz? Orayı da ziyaret etmeyi düşünür müsünüz? Orada bildiğim çok güzel bir mekan var hocam” deyince, bir hafta önceki Akşemsettin Hazretlerini ziyaret etme düşüncem hatırıma geldi. “Evet evet abi Göynük’ü ziyaret edeceğiz inşallah, çok iyi olur” diye cevap verdim. “5 dakika sonra sizi arıyorum Allah’ın izniyle” diyerek kapattı.

İnsanın derdi ile dertlenen, onun düşüncesini kendine düşünce edinen dostların olması bu dünyadaki en güzel kazanımlardan olsa gerek. Telefon çaldı; “Selamün aleyküm hocam, kahvaltı yapacağınız mekan hazır. Paşazade Göynük Sofrasında rezervasyonunuz yapıldı. Afiyet şifa olsun. Bize de dua edin lütfen…”

Bir levha

Abant’a yaklaşırken Hayrettin Tokadi levhasını görünce bir anda tüylerim ürperdi. Birkaç sefer bu levhayı görmüştüm ama ziyaret etmek nasip olmamıştı. Merakla sapaktan içeriye giriş yaptık. Şöyle biraz tepeye doğru devam ettikten sonra mübareğin medfun olduğu yere geldik. Bizim dadalar uykuya kanmışlar. Arabadan inip makbere doğru ilerledik.

Hayrettin Tokadi Hazretleri’nin hayatını okuyunca heyecanım daha da artmaya başladı. Zira kendisi memleketimin büyük velilerinden Hazreti Pîr Şeyh Şaban-ı Velî‘nin şeyhi olurmuş. Eeee ne derler, toprak çekermiş. Şeyh Şabânı Velî talebelik yıllarında bu mevkiden geçerken yanındakilere; “Burada büyük bir maneviyat var, yukarı doğru çıkalım” demiş. Hayrettin Tokadi’yi bulunca 12 sene yanından ayrılmamış, daha sonra memleketi Kastamonu‘ya irşat vazifesi için gönderilmiş.

Ömer Fuâdî’nin verdiği bilgiye göre öğrenimini tamamladığı günlerde rüyasında kendisine, “Vatan-ı aslînize gidiniz” denilmesi üzerine muhtemelen 925 (1519) yılında birkaç arkadaşıyla birlikte Kastamonu’ya dönmek için yola çıkan Şaban-ı Velî, Düzce ile Bolu arasındaki Konrapa’da Halvetiyye’nin Cemâliyye kolunun pîri Cemâl-i Halvetî’nin halifelerinden Hayreddin Tokadî ile karşılaştı.

Hayreddin Efendi sohbet sırasında kendisine bir âyetin meâlini sordu, o da müfessirlerin görüşlerine göre cevaplar verdi. Hayreddin Tokadî’nin âyetin ledünnî mânasını kendisinin o güne kadar öğrendiklerinden çok farklı şekilde izah etmesi gönlünde derin izler bıraktı. Arkadaşlarına Hayreddin Efendi’nin yanında kalacağını söyledi ve onun dervişi olup on iki yıl kendisine hizmette bulunduktan sonra seyr-ü sülûkunu tamamlayıp halife olarak Kastamonu’ya gönderildi. (Bkz. Diyanet Ansiklopedisi)

Pirin selamı

Kabristan’ın yanındaki levhadan Şeyh Efendi’nin hayatını 1. paragraf kızım, 2. paragraf oğlum, 3. paragraf hanım ve 4. paragraf ben olmak üzere ailece okuduk. Çocuklarımızın okula başlayıp okumayı öğrenmesi ve bir ulu zatın hayatını bizimle beraber okuyor olmaları da bizim için şükür vesilesi oldu.

Tam huzurdan ayrılacakken iki kişi çıka geldi. “Hazreti Pîr’n selamı ile Kastamonu’dan geliyoruz” dediler. “Ve aleykum selam ve rahmetullahi ve berakatuhu. Sübhanallah! ben de Kastamonuluyum” dedim. Merhabalaştık, tanıştık. Kendileri Kastamonu‘da Hazreti Pîr Şeyh Şabanı Velî Vakfı‘nda vazife yapıyorlarmış. Sosyal medyadan sohbetlerimizi de takip ediyorlarmış. Allah’ım ne kadar büyüksün! Rabbim sosyal medyayı her daim en hayırlı şekilde kullanmayı nasip eylesin.

Arabaya binince fark ettim İstanbul‘daki dostum birkaç sefer aramış. “Hocam az önce ölümden döndük!” “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun, hayr olsun abi ne oldu?” deyince şunları anlattı: “Kuzey Marmara otoyolunda seyrederken ani başlayan yağmur sonucunda, sol şeritte çok yoğun bir su birikintisine lastikler girince bir anda en sağ şeritte kendimizi bulduk, araba savruldu şeritler arasında zikzak çizmeye başladık artık kontrol benden çıktı. Rabbimin yardımıyla kontrolü sağladık elhamdülillah. Hocam İyi ki Sabah sabah beni aramışsınız sadakaya vesile oldunuz, biz de ölümden döndük. Büyük bir kaza atlattık. He hocam! Bu arada geç kaldınız, abimiz sizi kahvaltıya bekliyor.”

Mevlam korumuş çok şükür. “Aman yavaş ve dikkatli gidin” diye hatırlatma yaptım yine de. Seyahat halinde olduğumuzu, yavaş yavaş gittiğimizi, acelemiz olmadığını söyledim. “Abimize bir vakit söylemeyelim. Allah’ın izniyle sözümüz söz, Göynük’e gideceğiz” dedim.

Göynük’e vardık

Abant Gölü ve Mudurnu duraklarından sonra saat 14.30’da Göynük‘e vardık. Aç karnına ziyaret olmaz diyerek günün ilk yemeğini Paşazade Göynük Sofrası’nda yedik. Bolu‘nun aşçılarının meşhur olduğunu hepimiz biliriz. Lakin bir lokantada yediğim her ürünün lezzetli olduğuna ilk defa rastladım. Hani 10 ayrı ürün tadarsınız da 7’si iyi olur. Diğerleri de arada idare eder. Burada kahvaltı, sulu yemek, tatlı vesaire ne yediysek memnun kaldık. O kadar ki yiyemediklerimiz de gözümüz kaldı. “Raşit Bey Allah nasip ederse ziyaretlerimizi tamamlayıp akşama acıkınca yine buraya geleceğiz inşâallah” diyerek mekandan ayrıldık.

Göynük daha gezmeden bize huzur vermeye başlamıştı. Vakit ikindiye yaklaşıyordu. Ailece bu gece burada konaklamaya karar verdik. Müftülüğe gidip geceyi nerede geçireceğimiz konusunda istişare yapmayı düşündüm. Zira her işte istişare yapmaya önem gösteririm. Küçücük ilçe 5 dakika yürüyünce dairenin kapısına geldim.

Çok güzel, şirin ve müstakil bir yer. İçeri girince veri hazırlama memuru arkadaşlara selam verdim. Hepsi çok güzel karşıladılar, gayet yakın davrandılar. Buyurun, oturun çay ikram edelim dediler. Vaktimin az olduğunu Müftü yada Vaiz ile görüşmek istediğimi söyleyince “Müftümüz yok Vaiz Bey vekalet ediyor” cevabını aldım. Göynük Vaizi meslektaşım kimdi acaba, meraklı gözlerle makamdan içeriye adım attım.

“Selamün aleyküm muhterem hocam” dedikten sonra tam kendimi tanıtacaktım ki “Mustafa Hocam! Üsküdar Vaizi! Hoş geldiniz kıymetli hocam…” cevabını aldım. Kendisini ilk defa görmüştüm ama sanki yıllardır tanıyormuş gibi davranıyordu. Yine sosyal medyanın bereketi. YouTube’da 3 yıla yakındır içerik üretmenin, 250’nin üzerinde video yüklemenin bir meyvesini de Bolu’da karşılaştığım bir vaiz arkadaşımdan almış oldum.

Göynük Vaizi Ahmet Erdemli Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in tavsiye ettiği şekilde uzattığı sakalı, mütebessim çehresi, 40 yıllık dostmuş gibi canı gönülden karşılaması, gencecik yaşında böyle ulvi bir vazifeyi deruhte etmesi gerçekten de beni çok sevindirdi. O küçücük kasabanın mutlu insanlarından birisiydi. Halkı irşad ediyor, vazifesini ifa ediyordu. Rabbim kendisini hayırlı hizmetlere muvaffak kılsın.

Meğer tanıyormuş

Konaklama konusundaki istişareler sonrası ikindi namazı için Akşemsettin Hazretleri‘nin makberinin yanıbaşındaki Gazi Süleyman Paşa Camii‘ne yetiştik. Genç bir imam efendi namaz kıldırıyordu. Böyle tarihî bir camide, maneviyatı yüksek bir mekânda gencecik hocamızın varlığı beni mesrur etti.

Farzı kıldık, tesbihattan sonra İmam Efendi bana işaret yaparak mihraba buyur edince şaşırdım. “Allah Allah! Hocaefendi beni nereden tanıyor, neden mihraba çağırdı, acaba takkeli ve sakallı olduğum için hoca olduğumu mu tahmin etti?” gibi sorular bir yandan zihnimde gezerken ben kendimi Hocaefendi’nin yanında buldum. Âli İmran Sûresi 190-194 arasını okuyarak mana verdim, 10 dakikalık kısa bir sohbet ve dua ile tamamladım.

Cemaatle musafaha ettikten sonra İmam Efendi’ye döndüm sarıldım ve kendisi ile tanıştım. “Hocam babanız gelmişti, kardeşiniz Murat Çınar Hoca da Sapanca’dan gelmişti. Bir siz kalmıştınız, ekip tamam oldu. Hoş geldiniz sefalar getirdiniz.” Meğerse Rıfat Alibaş Hoca, bu güzel insan yine sosyal medyada tanıştığımız cevherlerden bir tanesiymiş. Böyle hayırlı bir sosyal medya arkadaşı edindiğim için Allah’a şükrettim. İyi ki bu mecrayı kullanmışım, iyi ki burada içerik üretmişim.

Ne büyük tevafuk değil mi? Yıllarca uzaktan birbirinizin fotoğraflarını görüyorsunuz sonra bir gün hiç ummadığınız bir yerde, ummadığınız bir anda o kişi karşınıza çıkıveriyor. Bunun lezzeti de bambaşka onu söyleyeyim. Bazı insanların sosyal medya fobisi var, bazıları ise gereksiz görüyor. Aslında bu mecra yerli yerinde ve dikkatli kullanıldığında ne kadar faydalı oluyormuş. Bizzat müşahede etmiş olduk.

Ziyaret vakti

Artık vakit Akşemsettin Hazretleri‘ni ziyaret vaktiydi. Huzurdan, huzura geçiş demleriydi. Göynük‘ün huzur şehri olmasına vesile olan, İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet‘in hocası, fethi müjdeleyen büyük veli, fetih ordusunun manevî komutanı, bu toprakları mayalanan Allah adamlarından Ak Şeyh! Yıllardır manen özlemini çektiğim, hasret duyduğum, 29 Mayıs İstanbul’un Fethi konulu vaazlarımda adı geçtiğinde tüylerimi diken diken eden bir zatın yanında olmak. Ne büyük devlet, elhamdülillah… Yanıaşına çocuklarla dizildik. Ben Yasin-i Şerif okudum. Oğlumuz ve kızımız da İhlas, Felak, Nas ve Fatiha surelerini okudular. Dualarımızı yapıp huzurdan ayrıldık.

Sakin bir şehir, yavaş bir şehir. İstanbul’un yoğunluğundan, gürültüsünden ve hızından sonra insanın en ihtiyaç duyduğu şey zaten bu değil mi? Türbe ziyaretleri, minik kasabanın keşfi ve konaklama mekanının ayarlanmasından sonra Göynüklü Ömer Usta’nin meşhur dondurmasını tatmak nasip oldu. Evet yaz mevsiminde çeşit çeşit dondurmalar yeriz lakin güllü dondurma, tahinli dondurma hiç yediniz mi! Ömer Usta’nın güllü dondurmasını yemeden sakın ha; “Ben şöyle çeşitli dondurmalar yedim” demeyin.

Biraz yürüyüşten sonra akşam namazını eda ettik ve yeniden rotayı Paşazade‘ye çevirdik. Lokantaya gidince birde ne görelim. Gündüz var olan yemeklerin neredeyse tamamı bitmiş. Hatta bir tepsi ekmek kadayıfından tek parça kalmış. Her şeyden önce onu istedim. Bari bunu kimseye kaptırmayalım dercesine. Eğer küçücük kasabada her yanı dolu bir tezgah akşam olunca tencerelerin dibini sıyırıyorsa burası gerçekten doğru bir tercih demektir. İstanbul’dan beni buraya yönlendiren dostuma bir kez daha dua ettim.

Ahşap bir konak

Yatsı namazından sonra geceyi Hanedan Butik Otel isimli tarihi ahşap bir konakta geçirmek üzere küçük bir yürüyüş yaptık. Ahşap mekanlarda yatmak insanı tarihe götürüyor. Bizim gibi büyük şehirlerde, beton yığınlarının arasında büyüyenler için en özel geceleme şekli bu herhalde. 5 saat uyku gayet yeterli oldu ve ezandan önce hemen konağın karşısındaki Gazi Süleyman Paşa Camii‘ne sabah ezanı için vardım.

Bir gün önce vaiz Ahmet Erdemli hocam cuma sabahları sabah namazı buluşması olduğu ve tesbihat yapıldığını söylemişti. Cami imam hatibi muhterem Rıfat Alibaş Hoca’nın ikramıyla Akşemsettin hazretlerinin huzurunda sabah ezanı okumak nasip oldu. Namaz kıldırıp tesbihat yaptıktan sonra kısa bir vaaz yapmasam olmazdı. Ne de olsa vaizim. İzin günüm olsa ne fark eder. İnsan aynı insan, vaaz aynı vaaz…

Ülkemizin çeşitli illerinden ziyarete gelen misafirlerle namaz sonrasında çay içtik, poğaça ikramına iştirak ettik. Sabah namazı cemaatinden bir kişi Pendik vaizi iken her perşembe sohbet yaptığım Pendik Çarşı Camii cemaatindenmiş. Eee ne demişler? “Hacı hacıyı Mekke’de, hoca hocayı tekkede bulur.” Bizim buluşmalar da hep camide…

Kastamonu İnebolu’dan hem şehrimiz olan Rıfat Alibaş Hoca 2017 yılından buyana her cuma ve pazar sabahı camide tesbihat yapıyor namazdan sonra cami cemaatine ve uzaklardan gelen ziyaretçilere ikramda bulunuyor. Cuma sabahları çay ve poğaça, pazar sabahları ise çorba veriyor. Bulunduğu mekanın kıymetini idrak etmiş, cami hizmetinin aşkını gönlünde hissetmiş, elindeki nimetin farkında ve karınca kararınca bir hizmet başlatmış. Kısacası; “Bir benle ne olur?” dememiş; “Bir benle dünya değişir” diyerek bulunduğu yerdeki dünyayı değiştirmiş. Allah Teala böyle gayretli hocalarımızın sayısını arttırsın.

Sabahın ilk ışıkları

Bir önceki gün vakit darlığından çıkamadığımız Zafer Kulesi‘ne sabahın ilk ışıkları ile birlikte vardık. Bu mütevazı ve rahmet kokan şehri kısaca temaşa ettikten sonra kuleden aşağıya doğru yürümeye başladık. Kasabanın iç sokaklarına doğru ilerlerken yolun kenarında gördüğümüz bir manzara bizi şaşırttı. İlk defa böyle bir görüntüyle karşılaşıyorduk.

Oğlumuzun; “Anne! baba! gelin gelin!” diye seslenişi ile fark ettiğimiz bir anne köpek ve 8 yavrusunun içler acısı haliydi. Anne köpek yan üzeri yatmış, küçücük yavruları anneden beslenmeye çalışıyorlar, viyak viyak sesler çıkartıyorlar. Anne ise bitkin halde kendinden geçmiş gibi. Bir taraftan da gelen sinekleri ara ara başını kaldırıp engellemeye çalışıyor.

Bizim çocuklar minik yavruları görmenin heyecanıyla sevinirken ben annenin bir yarasının olduğunu fark ettiğim için içim acıyor. Annelik ne kadar zor. Canın acıyor, ağrın var, kan kaybediyorsun ama yavruların bunun farkında değil onlar senden beslenmek istiyor, sana tutunmak istiyor. Belki beslenememişsin belki onlara verebilecek bir şeyin yok ama yine de onları terk etmiyorsun. Evet bu anlattığım bir anne köpek.

Merhamet aşısı

Elimizde bir küçük şişede yarım kalmış su vardı o suyu başının yanındaki kabın içine döktük ama onu içecek kadar bile mecali yoktu. Sanki gözlerinin içi kanlanmış gibiydi başını yerden kaldıracak hali yoktu. “Baba baba bir veteriner bulalım.” Çocuklar tatili falan unutmuşlardı, tek gündemleri acılı anne köpek ve 8 yavrusuydu.

Küçüklüklerinden beri onlara merhametten, hayvan sevgisinden bahsetmiştik. Fırsat buldukça hayvanların yanına götürmeye, onları sevdirmeye ve onların dünyasını anlatmaya gayret etmiştik. Hatta bir zamanlar Ahsen adında serçe-saka melezi bir kuşumuz bile olmuştu. Aaaah Ahsen bülbül gibi öterdin, senin kadar şirin kafesin vardı, ama bir gök gürültüsü ve şimşek dünyadaki nefeslerini tamamlamana sebep oldu. Çocuklarımıza yaptığımız bu aşı Allah Teala’nın izniyle tutmuş inşaâllah.

Cuma günü sabah saat 8.30’da Veteriner Hekim aramaya başladık. Telefonuna ulaştığımız bir beyefendi belediyenin sokak hayvanları için görevli bir veteriner hekiminin olduğu bilgisini verdi. Köpeklerin mekanının konumunu görevliye gönderdik, o gelene kadar biz de bir kasap bulup anne köpeğe yemek getirmenin telaşına düştük. Kasabanın içerisinde biraz dolandıktan sonra sonunda aradığımızı bulduk. Çocuklar çok heyecanlıydı. Yaralı köpeğe yardım ediyor olmak, onun için yiyecek aramak bundan sonraki hayatlarında Göynük deyince ilk akıllarına gelecek husus olacaktır belki de…

“Anne anne! bak bir poşet yemek bulduk köpeğe” diyordu kızımız. Hızlıca beneklinin yanına gittik. Yavrular yerlerinde duruyordu ama Benekli’yi göremedik yoksa gitti mi diye korktuk. Sonra baktık ileride belirdi. Sağa sola gidip duruyor, anlaşılan acıkmış hayvancağız. “Gel kuçu kuçu, gel kuçu kuçu” seslerini duyunca kayıtsız kalmadı. Oh be şimdi gelip bu etleri güzelce yiyecek diye düşünürken bir de ne görelim. Poşetin içerisindeki etleri teker teker çıkartıyor onları üst tarafta bir patikadan götürüyor. Gittikten sonra da hemen gelmiyor, gelmesi 2-3 dakikayı buluyor. Böylece üç beş sefer yaptı ve etlerin yarısını götürdü.

Sonraki geldiğinde anlaşılan halsiz kaldı ve yerdeki etlerden bir parça yiyip kabını doldurduğumuz sudan da biraz içti. Kalan etleri de götürmeye başladı. O sırada veteriner hekim bulunduğumuz yere geldi. Beneklinin durumunu gördükten sonra bize izah etti. “Bu hayvan doğum yapacağı yeri iyi seçememiş, doğum esnasında da enfeksiyon kapmış. Aslında tecrübeli bir anne, ilk doğumu da değil, neden böyle bir hata yapmış anlayamadım. Şimdi ona bir antibiyotik iğne yapacağım ve iltihabı kurutacağız yalnız yavruların durumu kritik onların yaşaması çok zor çünkü anne onlara ilk andan itibaren bakamamış.”

Yavruların her biri bir yanda öyle acı sesler çıkartıyorlar ki insanın ciğeri parçalanıyor. Çünkü onlar da can taşıyor. Oğlumuzun gözleri doluyor; “Ama anne baba çok ağlıyorlar” derken hepimizin yüzünde hüzün ve gözlerimiz dolu. “Evet çocuklar biz elimizden geleni yaptık, veteriner hekime ve çevredeki insanlara haber verdik. Tedavi için gayret gösterdik, yemeğini de getirdik, bundan sonrası artık buradaki kişilerin görevi” diyerek istemeye istemeye de olsa çocukları arabaya doğru gitmeye ikna ettik.

Altın öğütler

Artık dönüş vaktiydi. Yol kenarındaki panolardan hem İslam âlimi hem tıp âlimi olan, mikrobu ilk keşfeden Ak Şeyh’in nasihatlerini okuyarak döndük;

Her işe besmele ile başla.
Temiz ol.
Daima iyiliği adet edin.
Tembel olma…
Namaza önem ver!
Nimete şükür, belâya sabır et.
Dünyanın mutluluğuna mağrur olma. Kendini başkalarına methetme!
Namahreme bakma. Harama bakmak gaflet verir.
Kimsenin kalbini kırıp viran eyleme.
Düşen şeyi alıp temizleyerek yersen; fakirlikten kurtulursun.
Edepli, mütevazı ve cömert ol!
Tırnağınla dişini kurcalama.
Elbisenin üzerinde dikmekten sakın.
Cünüp kimse ile yemek yemek gam verir.
Yalnız bir evde yatmaktan sakın.
Çıplak yatmak fakirliğe sebep olur.

Mustafa Çınar/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

İz bırakan mal müdürü Neşet Özerdem

Bir mal müdürü düşünün, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde görev yapmış ve her gittiği yerde iz bırakmış. …

Bir yorum

  1. Başından sonuna kadar keyifle ve heyecanla okudum yer yer duygulandıran yer yer de tebessüme vesileolan, akıcı bir üslupla kaleme alınmış çok güzel bir yazı ve hikmet dolu bir yolculuk olmuş. Kıymetli Mustafa Çınar Hocamızın kalemine, yüreğine sağlık. ✏️

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.