Menderes’e kurulan tezgah…

Birinci Dünya Savaşı’ndan yorgun düşen dünyamız birçok yeni gelişmeye sahne oldu. Osmanlı yönetimi artık yıkılıp ortadan kalktıktan sonra ülkemiz yeni bir yönetimle, yeni bir anlayışla Ankara’da kurulan Türkiye Cumhuriyeti devleti adıyla yeniden tarih sahnesine çıktı. Cumhur halk demektir, Cumhuriyet de halkın yönettiği yönetim modeli demektir. Yalnız burada söylediklerimden dolayı sürçülisan edersem tarihçilerden, siyasetçilerden ve bu işi bilen otoritelerden özür diliyorum. Ama ben kendi anladığım şekilde kısaca izah etmek istiyorum.

Halk yorgun argın yeni bir yönetime geçişin şaşkınlığını yaşarken, tek parti yönetimi Cumhuriyet Halk Partisi ismi ile yönetimde belirmiş, altı tane okla altı ilkesini teker teker saymış ve bu ilkeler etrafında ülkeyi yöneteceğine söz vermiştir. O gün yönetimi elinde bulunduran kişiler daha çok askeriyeden siyasete gelenler oldukları için yani halk bu işi beceremez biz kendi bildiğimiz şekilde ilkelerimizi oturtalım ondan sonra gerisine bakarız diye düşünmüşler. Başka bir partinin kurulmasına müsaade edilmemiş ve yaklaşık 25 30 sene ülkeyi tek parti yönetimi ile idare etmişler.

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı rustem-kilic-kimdir-kac-yasindadir-nerrlidir-biyografisi.jpg

Hızlı değişim

Bildiğim kadarıyla Türkiye İkinci Dünya Savaşı’na katılmamış, fakat her an ne olur ne olmaz biz de katılabiliriz düşüncesi ile halkın ürettiği buğdaylar stoklara çekilmiş, halkın ahırındaki hayvanların bir kısmı devlet adına gönderilen görevliler tarafından alınıp götürülmüş, zaten zayıf olan halkın ekonomisi daha da zayıflatılmış.

Dünyadaki hızlı değişimden sonra artık 1950’lere yanaşıldığında Türkiye’ye biçilen elbise dar gelmeye başlamış, artık düğmeler birer birer koparak patlama noktasına gelmiş. Bazı dış telkinlerin de bastırması ile Türkiye çok partili yeni bir sisteme geçmek zorunda kalmış. Çok partili sisteme geçildiğinde CHP milletvekili olan Adnan Menderes ve Celal Bayar yanına bazı arkadaşlarını da alarak partiden ayrılmış ve Demokrat Parti ismi ile yeni bir parti kurmuşlardır.

1948’de yapılan seçimlerde CHP halkı sindirmek için açık oy gizli sayım taktiğini uygulamış, yani halk sandık başında kime oy vereceğini açıktan gösterecek, fakat oylar sandıktan çıkarken sayımı gizli yapılacak, yani yönetim kendine yontarak sonucu lehine çıkarmaya çalışacak. Ama bu oyunların da tutmayacağı anlaşılınca yeni bir erken seçime gidilip 1950’de yapılan seçimlerde halk artık tek parti yönetiminden bıktığından dolayı Menderes ve partisinin yanında yer alıp ezici bir çoğunlukla iktidarı ele geçirmişlerdir.

Menderes’e tuzak

1950 ile 60 arasında Menderes kurduğu hükümetlerle ülkeye yeni bir çağ atlatmış, yeni yollar yaptırmış, barajlar yaptırmış, fabrikalar kurdurmuş, millete iş- aş imkânları doğmuş, milletin cebi para görmeye başlamış, artık refah yavaş yavaş tabana doğru yayılmaya başlamıştır. CHP tabii ki unutulup geriye düşünce, bu değişimi hazmedemeyip acaba Menderes ve demokrat partiyi nasıl olur da durdururum diye planlar yaparak, -tabi arkada neler döndüğünü tam olarak bilemeyiz, onu tarih ortaya koyacak- 1960’ta bir senaryo ile beraber Menderes yönetimine el konulmak istenmiştir.

1959- 60’da efendim yeni bir seçim propagandası yapmak için Eskişehir’de bulunan Adnan Menderes’e kurulan bir tezgâhla, Menderes ve arkadaşları ülkeyi 17 uçak dolusu altın, para, mücevheratla beraber alıp kaçacaklarken yakalandılar diyerekten onları tutuklamışlardır. Bu söylediklerimi araştıranlar o günkü yazılı basınında görebilirler. Gazetelere boy boy bunu aynen bu şekilde yazmışlardır. Yani Menderes ve arkadaşları ülkeyi soyup, uçaklarla yurtdışına kaçacakken Eskişehir’de yakalanıp, derdest edilip, içeri atılıp, mahkemede yargılanmaya başlanmıştır.  

Menderes ve arkadaşları hâkim karşısına mahkeme karşısına çıkartılmış, aylarca bebek davası, köpek davası adıyla uyduruk davalar ortaya atılıp, yargılanmışlar sonunda mahkeme başkanı da itiraf etmek zorunda kalmış; “Ne yapalım sizi buraya tıkan irade, sizin böyle olmanızı istiyor” demiş. Bu yargılamalar Yassıada adıyla anılan küçük bir adacık üzerinde yapılmış, halk ulaşamasın, halk ayaklanmasın, halk müdahil olmasın diye gemilerle karadan yargılanacak olan kişiler oraya taşınmış, aylarca yargılanmışlar ve sonunda yanlı bir kararla idam edilmişlerdir.

Hamdolsun bugün Yassıada artık eski Yassıada olmaktan çıkartılmış, yeniden dizayn edilip halkın ziyaretine açılmıştır. Bir müze haline getirilerek, yeni baştan neyin ne olduğu yerli yerine oturtularak artık her şey ortaya çıkartılmıştır.

İhtilaller dönemi

Menderesin idamından sonra iyice sindirilmiş olan halk iyice moralini kaybetmiştir. Yani koskoca başbakanın asılmasına şahit oldular neticede. Artık yönetime gelen yeni yönetimler; “Acaba bu askeriye bizi de asar mı?” korkusuyla hep itaatkâr davranmışlar, ne denirse isteneni yapmışlar, aman ne olur ne olmaz arkadan dolanıyım, yörüngeden çıkmayım düşüncesiyle ülke onlarca yıl yönetilmiştir.

Hani Türkiye elden çıkarılmayacak kadar önemli bir ülke, fakat kontrol altında tutulması gereken, kendi başına bırakılmaması gereken bir ülke ya… Yani yeşerdikçe buda, kurudukça sula mantığıyla her on senede bir yaklaşık askeri ihtilaller, muhtıralar yapılmış. Çeşitli bahanelerle ülkeye gelip bırakılmış, yerinde saymış, savaşa girip çıkan Güney Kore, Japonya, Almanya ve diğer birçok ülkeler bizi geçerek fersah fersah yol kat ederek dünya devi olmuştur. Ekonomide ilerlemede ve teknolojide biz hep yerimizde saymışız.

Son ihtilal yani yönetime el koyma denemesi Fetö eliyle 2016 yılı 15 Temmuz’da denenmiş fakat halkın uyanması ile başarısız olmuş, halk galip gelmiştir. Fakat bundan sonra olmayacak diye bir şey düşünülemez halk olarak her an uyanık olmak zorundayız. 1960’lı yıllarda cemaat adı altında bir oluşum millete dindar görünüp gladio mantığıyla milletin elindeki yardımları, bağışları himmet adı altında toplamış, başka yerlere aktarmış, millet kandırmış, neticede millete kurşun sıkmıştır. 15 Temmuz’dan sonra halk fetö adlı bu oluşumun ülkeye neler yapmak istediğini artık herkes gözleriyle görmüştür.

1970’li yılların sonunda PKK adıyla kurulan örgüt, toprak koparmak için ülkemizle onlarca yıl savaştırılmış ve ülkemiz zarara uğratılmak istenmiştir. Fetö ve Pkk ülkemize bu şekilde çok zaman kaybettirmiştir. Yani Türkiye’nin hiçbir zaman başı rahat bırakılmamış, devamlı iç ve dış tuzaklarla karıştırılmak istenmiştir. Bu örgütler her zaman kendi ülkesinin aleyhinde olmuş ve yabancılardan medet ummuş ve sıkıştıklarında hep onların kucağına sığınmışlardır.

Rusya rahat durmaz

İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra dünya yeni bir hayata geçmiştir. Bir tarafta Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler birliği adıyla yanıbaşımızda kurulu olan dünyanın en büyük toprak parçasına sahip Rusya devleti, mevcut nüfusuyla ekonomisi ile enerji kaynakları ile devasa bir güç olarak orada duruyor. Tabi rahat durmak da istemiyor. Karadeniz’den boğazlardan geçip sıcak denizlere yani Akdeniz ve okyanuslara açılmak istiyor bunun yollarını araştırıyor.

İkinci Dünya Savaşı sonunda Çin nüfusunun patlaması ile birlikte toprakları dar gelmiş ve Kore Yarımadası’nı da topraklarına katmak için Kore’ye saldırmış. Bunu kendine yediremeyen Amerika, Avrupa devletlerini yanına alarak Güney Kore’nin çağırması ile birlikte savaşa müdahil olmuştur. Menderes yönetimindeki Türkiye Cumhuriyeti de bu savaşa asker göndermiş, yani daha sonra kendisine vaat eden bir takım şeyler karşılığında binlerce vatan evladını o topraklara yollamıştır. Savaş bitiminde Nato diye bir konsept kurulmuştur.

NATO’nun açılımı yanlış değilsem Kuzey Atlantik Savunma Paktı Birliği şeklinde özetlenebilir. Yani Rusya’nın sıcak denizlere inmesini önlemek için, öncelikle Rusya’ya karşı kurumuştur. Avrupa birliği o zaman yoktu. Avrupa’yı da Amerika’yı da kapsayan bu birliğe Türkiye de Boğazlar elinde olduğu için dâhil edilmiş ve 1952’de üyeliği tamamlanmıştır.

Menderes yönetimi Amerika’dan borç para istemiş, fakat tabi Amerika bunu vermek istemeyince, Menderes Rusya’ya yönelmiş. Rusya’dan para ihtiyacını alınca Amerika; “Sen benim düşmanımdan para aldın ben de sana bir oyun oynarım” düşüncesiyle hareket etmiştir. Bu gün de aynı senaryoyu uyguluyorlar; “Vay sen Rusya’dan nasıl S-400 alırsın” diyorlar. Aslında Menderes’in asılmasında Amerikan yönetiminin de elinin olmaması, haberinin olmaması zaten düşünülemez.

Entrikalar

Bu arada olaylar iç içe geliyor. Söylemeden geçemeyeceğim Rusya’nın enerji kaynakları kapalı olduğunda, dünya enerji ihtiyacını karşılamak için Suudi Arabistan’daki ve Orta Doğu’daki petrol yataklarını keşfetmiştir. 1960- 70’li yıllardan önce bir İngiliz ajanı olan Lawrence isminde bir adam Arap kılığında bütün Orta Doğu’yu Suudi Arabistan’ı karış karış dolaşmış, Arapça öğrenmiş onlardan biriymiş gibi davranmış, bütün kabileleri adım adım araştırarak kafasında bir plan kurmuştur. Petrol yataklarının Suudi Arabistan da yeryüzüne çok yakın ve iyi bir kalitede olduğu anlaşılınca, Lawrence kendine ram olacak bir kabile bulmuş ve o kabileyi yani Suud aşiretini devletin yönetimine getirerek Suudi Arabistan devletini kurdurmuştur.

Suudi Arabistan da petrol çıkarılmaya başlayınca Aramco Petrol Şirketi isminde bir konsorsiyum kurulmuş, buna Amerika, Avrupa da ortak olmuş ve Suudi Arabistan’a; “Bu petrol dünyaya senin paran riyalle değil, Amerikan doları ile satılacak” şartını getirmişlerdir. Tabii bizim gibi enerji ihtiyacı olan ülkeler Suudi Arabistan’dan petrolü satın alabilmek için, riyal yerine dolar bulundurmak zorunda kalmış, böylece de Amerikan doları dünya devi bir para birimi olma yolunda hızla yol kat etmiştir.

Amerika Birleşik Devletleri dünyanın dolar ihtiyacını karşılamak için hızla dolar basıp, dünyaya pompalamış ve bu şekilde dünyanın bir numaralı devleti olma yolunda büyük aşama kaydetmiştir. Bilindiği gibi bugün bütün dünya devletleri, bütçelerini dolar hesabı ile hesaplayarak yaparlar. “Şu kadar dolar ihracat yaptık, bu kadar dolar ithal ettik, kişi başı milli gelirimiz şu kadar dolar” diye hep haberlerde duymuşsunuzdur.

Bağlar koparıldı

Osmanlı İmparatorluğu son dönemlerinde, İkinci Abdülhamit döneminde, özellikle Medine’ye kadar tren rayları döşeyip, Hacca gidecek olan hacılara kolaylık olsun diye çok gayret göstermiştir. Tren rayı döşeyerek Mekke’ye ulaşamamıştır belki ama Medine’ye ulaşmış ve hacılara kolaylık sağlamıştır. İngiliz ajanı Lawrence ve avenesi işte tam bu noktada devreye girmiş, Osmanlıyı Hicaz bölgesinden atabilmek için türlü oyunlar sergilemiştir.

Rivayet odur ki Osmanlının bir askerini öldürüp, düğmesini teslim edene bir altın vaat edilmiş, Medine’ye gelen trenleri engellemek için de bir ray söküp getirene on altın vaat edilmiştir. Böylece yavaş yavaş Osmanlı’yı Hicaz’dan atma yolları aranmıştır. Ve bunda da başarılı olunmuştur. Osmanlı artık daha dayanamayacağını anlayınca yavaş yavaş Mekke’den ve Medine’den askerlerini çekerek, kendi kabuğuna çekilmek zorunda kalmıştır. Hatta Yemen’den bile çekilmek zorunda kalmıştır.

İngiliz İmparatorluğu görülmeyen bir imparatorluktur. Her ne kadar yıkıldı dense de gizli olarak hala dünyada hükmünü sürdürmektedir. Şu an dünya üzerinde irili ufaklı yanlış değilsen 56 tane ülke İngilizce konuşulmaktadır. Bunların başında Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Avustralya, Hindistan, Pakistan, Bangladeş başta olmak üzere sayabiliriz. Biliyorsunuz İngiliz kraliçesi 8 Eylül 2022’de 96 yaşında öldü.  

İngiliz pasaportuna sahip olan bir kişi dünyada hangi gümrükten geçerse geçsin, hemen öncelik tanınarak işlemler yapılıp, gümrükte hiç beklemeden çabucak işlem görürler. Çünkü üzerinde Kraliçe’nin imzası ve fotoğrafı vardır, o çok önemlidir. Yani Uzakdoğu’dan tut ta Filipinler’den yeni Zelanda’ya, Papua Yeni Gine’ye kadar birçok ülke İngilizce konuşuyor. Ve artık dünya İngilizce konuşuyor. İngilizce konuşmak dünyanın ortak bir dili haline geliyor. Bu da İngiltere’nin gizli bir şekilde İmparatorluğu’nu devam ettirdiğinin kanıtıdır.

Esaret kabul edilemez

Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale’ye gelip Türkiye’yi ele geçiremeyen devletler daha sonra Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, Kurtuluş Savaşı’nda tekrar herkesin bildiği gibi ülkeyi ele geçirme yollarını aramışlardır. İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar her biri bir taraftan saldırmıştır. Fakat Türklerin esaret altına girmeyeceğini, boyunduruk altına girmeyeceğini anladıklarında geri dönmek zorunda kalmışlardır. Türkler esarete boyun eğmez bunu dünya bilsin, bundan sonra da bu şekilde olacaktır.

Şunu da söylemek isterim ki arkadaşlar bizim tarafımız bellidir. Haktan tarafız, mazlumdan tarafız, doğrudan tarafız, taraf olmayan bertaraf olur, arafta kalır. Mutlaka taraf olmak zorundayız, çünkü dünyanın gidişi böyle kurulmuş hak- batıl mücadelesi Hazreti Âdem’in oğulları arasında başlamıştır. Bu böyle kıyamete kadar da devam edecektir. Bundan kaçış yoktur. Görüyoruz hala dünyada çatışmalar, savaşlar devam ediyor, ülkeler birbirine saldırmaya devam ediyorlar. Hak ve batıl mücadelesini iyi anlamak için yakın tarihimizin fotoğrafını net olarak ortaya koymalı ve çocuklarımıza net bir şekilde öğretebilmeliyiz.  

Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah şöyle buyurur: “Hak geldi, batıl zail oldu, batıl yok olmaya zaten mahkûmdur.” (İsra, 81) Yani eninde sonunda doğru her zaman üstün gelecektir. Güneş doğunca artık ortada karanlık diye bir şey kalmaz. Karanlık yok olur bu Allah’ın kanunudur. Bugün hamdolsun Türkiye olarak iyi bir yöne doğru çevirdik yönümüzü. Sanayimizi, ticaretimizi, savunma sanayimizi güçlendirdik. Çok daha iyi bir yöne gideceğimize inanıyorum.

Bu açıdan seçimler çok büyük önem arz ediyor. Çünkü dış düşmanlar yönetimi değiştirip, artık bu gidişata dur demek isteyeceklerdir. Fakat ekonomik durumun dünyada kötüye gitmesini de fırsat bilecekler. Ama biz de inşallah ülke olarak Türkiye’nin, şimdiye kadar yapmaya çalıştığı birçok büyük projeyi hayata geçireceğiz. Açık ve gizli çalışmalar sayesinde birçok dev projemizin peyderpey önümüzdeki günlerde faaliyete geçtiğini inşallah hep birlikte göreceğiz. Bu fiyat artışını ve faiz artışını da mutlaka durdurmayı başarmak zorundayız.  

Rüstem Kılıç/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.