Yüreği yanmayan anlamaz bizi

Yıllarca çalışıp kazandıklarımla alıp içinde mutlu bir yaşamı arzuladığım evimin yandığını görsem buna seyirci olabilir miyim? Kendim aç durmaya, aç yaşamaya razı olsam da yavrularımdan birinin açlığına gönlüm razı olur mu?

Hasta olsam “İmtihanım böyleymiş” der, etrafımdaki insanları üzmemek için acımı sineme atarım da, evlatlarımdan bir tanesi hasta olsa sabahlara kadar gözüme uyku girer mi acaba? Onun bir yeri ağrıyınca benim tüm organlarım sancı çeker. Allah vermesin de, böyle bir olay karşısında seyirci kalabilir miyim?

Seyirci kalabilir miyim?

Her sabah yatağımdan beni uyandırarak Rabbimin huzuruna davet eden ezan sesleri susturulmak ve ibadetgâhımız olan camilerimiz yıkılmak istense bir kenarda durup da seyirci olabilir miyim?

Al rengini şehit dedelerimin kanından, hilalini manevi derinliklerden alan bayrağımız gönderden indirilmeye çalışılsa, acaba o vahşete seyirci kalabilir miyim?

Bir karış toprağına bin can feda etmeye hazır olduğumuz, dedelerimizden bize yadigâr, bizden de evlatlarımıza miras olarak kalacak olan cennet vatanımıza Allah göstermesin düşman saldırsa, acaba oturup da seyirci kalabilir miyim?

Ey “tarihine destan”, “toprağına vatan”, “kadınına sultan”, “erkeğine kahraman” diyen ve “bayrağını namus” ve onun için ölmeyi de “şeref bilen” yüce milletin evlatları, güzel insanlar!

Zaman şuuru

Zamanınız çok kıymetli… Gençliğiniz gözünüzün nuru, sıhhatiniz en büyük sermaye… Ne olur hayatı boşu boşuna geçirmeyin! Yan taraftaki komşunun evinde ağlayıp sızlayan, “imdat” diye bağıranlar varken yorganınızı başınıza çekip yatmayın, komşunuzun derdine derman olmaya çalışın. Eğer yangın varsa kovanızı elinize alıp bir kova su da siz dökün ki, Hak karşısında sorumluluktan kurtulmuş olasınız.

Ne demek istediğimi bilmem anlatabiliyor muyum? Bugünkü yangın, belki ev yangını değil; belki susturulan, ezan sesi değil; elimizden alınmaya çalışılan da belki vatanımız, toprağımız değil; fakat evimizin düzenini bizden almaya çalışıyorlar. Evlerimizin tapusu, tüm giderleri bize aitken, gelin görün ki programları ise başkasına ait…

İstediğimiz zaman yatamıyor, inancımıza göre kalkamıyoruz. Evimizde gurbeti yaşar olduk. Oğlumuz bir odada internet başındayken, kızımız diğer odada dizi başında… Baba bütün hücreleri ile maç peşinde… Anne de dizilerini kaybetmemek için mutfaktaki yemekleri dibine yakmakta… Böyle bir evde sohbet, istişâre, karar alma nasıl olacak, varın siz düşünün?

İsraf çılgınlığı

Şu memlekette yoksulluk, pahalılık var diyenlere her şeyden önce israfı öğretmek gerekiyor. Ramazan’da sofrasına içki koymayanlar niçin yemekleri çöp tenekelerine atıyorlar? Düğünler de birer israf merkezi olmuş. Birilerinin beğenisi için kredi çekiliyor veya borç altına giriliyor… Yemekli düğünmüş vah vah.

Allah aşkına ne kadar rotamızı şaşırttık ki bir defa giyinmek için 10 bin lira verilerek gelinlik kiralanıyormuş. Yemen’deki çocuklar ilaç bulamıyor bizim halimize bak hele. Tıp doktoru bir kızımız; “Gelinlik nedir ki benim elbisem zaten gelinlik gibi” dediğini duyduğumda o kızımıza çok dua etmiştim.

Çarşılar pazarlarda, AVM denilen mekânlarda, bir bardak çayın 20 TL olduğu yerlerde insanlar araçlarına park yeri bulamıyorlar. Vah benim savrulmuş insanım vah. Hülasa akla gelen her yerde israf gıra gidiyor. Camiler boşalıyor, Avm’lerin önünde kuyruk oluyor. Zaman israfını anlatmaya kalksam bitiremem.

Teknoloji çağı

Teknoloji büyük bir nimettir, fakat kıymetini bilenler ve gönlünde “Allah sevgisi”, beyninde “Kur’an bilgisi”, alnında “secde izi” olanlar için… Ne gariptir ki, bugün teknolojinin getirdiği nimetler ile nice yuvalar perişan hale getirilmek, kadınlar ve gençler ön planda olmak üzere de maneviyatımız tahrip edilmek isteniyor. Kadınlarımızı “edebinden”, gençlerimizi ise “hedefinden” ediyorlar.

Çok mu karamsarım? Elbette gayret edenler, çalışanlar var ve biz de onlara minnet ve şükran borçluyuz, fakat beri tarafta ise bin çeşit olumsuz durum var… İşin içine girmeyen, yüreği yanmayan anlayamaz kardeşlerim! Beş çocuklu kadın evinden, eşinden, bütün değerlerinden vazgeçiyor… Evindeki pırıl pırıl namuslu eşini bırakıp pislik yuvalarına düşüyor insanlar… Ne ile? İnternetle…

18-20 yaşından sonra gençlerimizi çeşitli yollarla elimizden almaya çalışıyorlar. Bütün bunların temelindeki sorun “inanç sorunudur”, sıkıntı “inançla” alakalıdır. Allah Resulü Mekke’de 13 yıl bütün insanlara, “De ki Allah’a inandım, de ki Ahirete inandım” diye feryat etti; çünkü Yaratan’ını bilen onun kıymetini de bilir ve onun nimetine zikirle, fikirle, şükürle muamele eder. Ahiret inancı olanlar her an takip altında olduklarını, ağızlarından çıkan her sözün yazıldığını bilerek ahirette okuyacakları kitaplarını da ona göre yazarlar.

Bugünün insanına “Allah ve Ahiret inancı” yeniden, gece gündüz demeden anlatılmalı, öğretilmelidir. Ve bunu da sadece hacı-hoca yani belli grup değil, “iman ettim” diyen herkes elini taşın altına koyarak yapmalı, kendi kabiliyeti ne ise ona göre bir gayret içinde olmalıdır; yoksa Allah korusun “yangına seyirci kalmış” oluruz.

Çevremizden sorumluyuz

Çevremize karşı hepimizin sorumlulukları var. “Her koyun kendi ayağından asılır” sözü çok yanlıştır, hem insanlar koyun değil ki bunun gibi çirkin misaller ile duyarsız hale getirilsinler. İman eden insan “emr-i bi’l mağruf ve nehy-i ani’l münker” ile sorumludur.

Şöyle bir hikaye anlatılır: Devrin idarecisi, âlim kişiye bir mektup göndermiş, toplumun sıkıntılarını dile getirmiş, “Bu milleti bu hale getiren nedir?” diye sormuş. Bir zaman sonra âlim kişiden cevap mektubu gelmiş. İdareci heyecanla mektubu açınca bir de ne görsün, koskoca kâğıtta bir tek kelime yazılı imiş: “Nemelazım.”

İdareci şaşırmış; “Bu nasıl bir cevap?” demiş, kızmış, sinirlenmiş; doğru âlimin evine gitmiş. “Ben size milletin sıkıntılarının sebeplerini sordum, siz bir âlim olarak nasıl nemelazım dersiniz?” demiş. Âlim tebessüm etmiş: “Efendim ben de sizin sorunuzun cevabını yazdım; insanı, dolayısı ile toplumları perişan eden hastalık nemelazımdır” diye karşılık vermiş. Evet, “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” anlayışı âyetlere ters bir anlayıştır ki bu insanlık onuruna da yakışmayan bir tavırdır.

Bir kıvılcım yak

Nemelazım diyemeyeceğimize göre hepimiz bir kıvılcım yakmakla mükellefiz. Düşünün kardeşlerimi, her ateş bir kıvılcımla başlar, sonra o ateş zamanla büyür ve çoğalır. Bugüne kadar sönmeyen hiçbir ateş kalmamıştır. Fakat insanın yürek ateşi başkadır. Ne mutlu yürek ateşine sahip olanlara, ne mutlu yüreği İslam’ın derdi ile yananlara…

Bir çok insanın Allah ve Resulünün sevgisine nasıl tutuştuğuna baktığımızda kimi zaman birisinden duyduğu bir çift sözün kıvılcım olduğunu görürüz. Onun için siz tebliğ edin, belki o kıvılcımı siz ateşlemiş olacaksınız. Bütün ibadetler bu hali kazanmak için, tüm yasaklar bu güzel noktaya gelmek için emredilmiştir. Bu ateşi bulmanın çaresi ancak güneşi bulmakla olur. Güneş çıkınca karanlık yok olduğu gibi Resul’ün yolunu bulanlar da Allah sevdalısı olur.

Delil istiyorsak, hemen Kur’an’ı Kerim’i açıp Âl-i İmrân Sûresi 31. âyeti okuyalım ve ondan sonra da hayatımızı değiştirmek için emredilenlerin ne kadarını yapıyor, yasaklardan ne ölçüde kaçıyoruz bir gözden geçirelim: “De ki: Eğer siz Allah’ı seviyorsanız, o takdirde bana tâbi olunuz ki Allah da sizi sevsin ve sizin günahlarınızı mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve Allah Gafur’dur, Rahîm’dir.” (Âl-i İmrân, 31)

Sakın ha, şeytan bizi kandırmasın; bizi camiye sokmayan iman, cennete nasıl sokacak? İşte kast edilen o ateşin kıvılcımı camide başlar; büyümesi, aşk haline gelmesi de gece ibadeti ile olur. Unutmayın güller seherlerde açılır. Seherlerde yaptığım bir dua ile bu yazımı bitirmek istiyorum:

Ya Rabbi! Seher vaktinde niyazım şudur: Gecenin karanlığını üzerimizden götürüp sabahın seherini getirdiğin gibi, küfrün ülkemiz gençliği üzerinde kurmaya çalıştığı tuzaklarını, tezgahları boz Allah’ım. Ya Rabbi! Devletimizin kadrolarında çalışanların en büyüğünden en küçüğüne ahirette hesap vereceği şuurunu nasip eyle.

Ya Rabbi! Ülkemizin her köşesini sarmış Ahlaksızlık, edepsizlik musibetinin gitmesi için bizlere çalışma gayreti ver. Ya Rabbi! Dünyanın göz bebeği olan ülkemizi, zalim gözlerden, doymayan tacirlerden, İnançlarını cüzdanların kullanan gafillerden muhafaza eyle. Ya Rabbi! Şu anda ezanlar okunuyor: Camilerimize cemaat, görevlilerimize gayret, kadınlarımıza edep, gençlerimize hedef, bizlere de ihlas nasip eyle.

Yarabbi, bizim karşımıza öyle insanlar çıkar ki onları görünce Seni bize hatırlatsınlar ve bize öyle ibadetler yapmamızı nasip et ki, onları yapınca bizi görenler seni hatırlasınlar!

Geylani Akan/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Halil Atalay hoca yüreklere dokunmuştu…

1959 yılı Ramazan ayının Kadir gecesinde Eskişehir’in Mihalıççık ilçesi Çalkaya köyünde doğdu. İlkokulu Çalkaya Köyü …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.