İnsanın, gözü önünde öteki âleme; kralların, âlimlerin, politikacıların, askerlerin, tüccarların, memurların, erkeklerin, kadınların, yaşlıların, çocukların, zenginlerin ve fakirler her gün gittiğini görmesine ve Allah Teâlâ’nın “Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacak” (Rahmân, 55/26) buyruğunu bilmesine rağmen, genel olarak insanoğlu berzah âlemi konusunda aşırı gaflet içerisindedir.
Ayet-i kerimenin de işaret ettiği gibi yeryüzündeki bütün canlıların ilk hayatı sona erecek ve daha sonra insanoğlu ölüm ile hesap günü arasında “berzah âlemi,” “kabir hayatı” veya “ahiretin eşiği” denilen hayata intikal edecektir. Demek ki hayat sona ermiyor, aksine yeni bir hayata yelken açılıyor. Çünkü Allah Teâlâ, insanoğlunu yok olması için değil kalıcı ve ebedî bir hayat yaşaması, bir diyardan başka bir diyara intikal etmesi için yaratmıştır.
Şöyle ki babasının sulbundan annesinin rahmine, annesinin rahminden dünya hayatına, dünya hayatından kabir veya berzah âlemine, kabir hayatından büyük duruşmaya, “kıyamet gününe” intikal eder. Oradan da ebedî olarak ya cennete ya da cehenneme intikal eder.
Dönüş Allah’adır
Ölüm, acısıyla- tatlısıyla, mutluluğuyla- sefaletiyle insanın dünya hayatının tabiî bir sonudur. Bu nedenle her insanın, oturup bu konuda iyice düşünmesi ve akl-ı selimle derin bir şekilde tefekkür etmesi gerekmektedir. Çünkü insan, -inancı ne olursa olsun- sürekli kendine şu soruyu sorar: “Ölümden sonra ne olacak?”
İman eden biri için bu sorunun cevabı gayet nettir. Ölümden sonra dönüş Allah’adır. Çünkü mü’min kimse kesin bir inançla biliyor ki Allah Teâlâ onu yok olması için değil, ebedî bir hayat için yaratmıştır. Allah’a dönüş ise bir hayattan başka bir hayata aşamalı bir geçişten ibarettir. İki hayat arasındaki ince çizginin bilgisi sadece Allah Teâlâ’nın katındadır. Ona dair detayların çoğu bize gizlenmiştir.
Dünya ile ahiret arasındaki hayat olan berzah âlemi, ölümün ilk anından itibaren, yani ruhun kabzedilmesinden itibaren başlar ve bütün gerçekler onun gözleri önüne serilir. “Biz de senin perdeni kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir (denir).” (Kâf, 50/22)
Tefekkür edin
Başımıza gelecek bu durum üzerinde tefekkür etmemek büyük bir musibettir. Yaşadığımız bu gezegendeki yolculuğumuz çok kısa sürecektir. Bundan kurtulmanın başka bir çaresi, çözümü yoktur veya başka bir seçenek yok. Zira Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de ‘İşte (ey insan,) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir’ denir.” (Kâf, 50/19)
Her insanın yaşayacağı en zorlu gece, kabirde yalnız başına geçireceği bu ilk gecedir. Berzah âleminde hiç görmediği, alışık olmadığı ve ilk defa karşılaşacağı bazı durumlarla karşılaşacaktır: Kabrin onu sarması, iki meleğin sorguya çekmesi, onu bekleyen varış yeri. (Cennet veya cehennem)
İnsanoğlu berzah âlemi hakkında pusulasını kaybetmiş ve ona dair gerçek tasavvuru yitirmiş bulunmaktadır. Hâlbuki bu konudaki gerçekler, doğru bir şekilde, Allah Teâlâ’nın aziz kitabında ve Resûlünün pak sünnetinde muhafaza edilmektedir. O halde insan ancak Allah’ın kitabı ve Resûlünün sahih sünnetiyle berzah âlemine dair tasavvura ulaşabilir ve ancak onlar sayesinde önümüzde duran berzah âleminin korkularından kurtulabilir.
En zor an
Kur’ân, ruhun bedenden çekilme anını son derece ince bir nitelemeyle şöyle anlatmaktadır: “Artık gözünüzü açın! Ne zaman ki can köprücük kemiğine dayanır, ‘Tedavi edebilecek kimdir?’ denir. (Can çekişen,) bunun gerçek bir ayrılış olduğunu anlar ve bacak bacağa dolaşır. İşte o gün sevkedilecek yer, sadece Rabbinin huzurudur.” (Kıyâme, 75/ 26-30) “Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında, ‘Rabbim! der, beni geri gönder.’”(Müminîn, 23/ 99)
“İşte bu, ölüm sahnesidir. Herkesi yakalayan ve hiçbir canlının kendisini de başkasını da ondan savunamadığı ölümdür bu. Sevenleri birbirinden ayıran ölüm… Tasalı kimsenin haykırışına, sevenlerinden ayrılan kimsenin özlemine, istekte bulunan kimsenin isteğine, korkan kimsenin korkusuna aldırmayan ölüm… O ölüm ki ceberrut/kuvvetli kimselerin, zayıf kimseleri yere serdiği gibi kolaylıkla yere serer, zorbaları da mustaz’afları mağlup ettiği gibi mağlup eder. İnsanların kendisinden kaçamadığı ölümdür bu.” (Fi Zilâli’l-Kur’ân, 6/3772)
“Yüce Allah, kitabında (Kur’ân-ı Kerim’de), bir âlemden ötekine sevk edilme durumundaki kimsenin, ölüm sekeratındaki halini anlatarak insana öğüt vermektedir. Bu kimsenin ruhu göğüs kafesini çevreleyen kemiklere dayandığında en ağır ıstıraba duçar olur. Bu haldeyken içinde bulunduğu bu sıkıntıya şifa olacak ve kendisini rahatlatacak bütün yol ve sebeplere başvurur. İşte bu nedenle şöyle der: ‘Tedavi edebilecek kimdir?’ denir.’ ‘Râk’ kelimesi rukye, yani tedavi anlamındadır. Çünkü o durumdaki kimselerin bütün olağan sebeplere dayalı umutları tükenir, ilahî (mucizevî) sebeplere sığınırlar…
Ama heyhat! Allah Teâlâ’nın kaza ve kaderi kesinleşip geldiğinde artık geri çevrilemez. ‘(Can çekişen) bunun gerçek bir ayrılış olduğunu anlar,’ yani dünyadan ayrılış vaktinin geldiğini… ‘ve bacak bacağa dolaşır,’ yani bütün zorluklar üst üste gelir, durum vahim bir hal alır, ıstıraplar ağırlaşır… Bedenin alışık olduğu ruhun bir an önce bedenden çıkması istenir. Ama hâlâ bedenle beraberdir ve işlediklerinin karşılığını almak üzere Allah’ın huzuruna sevk edilir. Allah, onun yaptıklarını ona itiraf ettirir. İşte Yüce Allah, insanoğlunun öğüt alması için bunları anlatarak kalpleri, kurtuluşa ereceği yola sevk eder ve helak olacağı şeylerden uzak durmasını sağlar.” (Tefsirü’s Sa’dî, 1222)
Beklenen son
“‘İşte o gün sevkedilecek yer:’ Öyle ki neredeyse o sahne hareket edecek ve dile gelecektir… Sahnenin her bir işareti birer hareket, her bir pasajı birer parıltı… Sekerat hali de bütün kaygı, ibret ve üzüntüyle ve acı gerçeğin ağırlığıyla yüzleşmeyle beraber şekillenir. O acı gerçek ki karşısında savunmasız ve çaresizsin… Sonra kaçışı olmayan son belirir: ‘…sadece Rabbinin huzurudur.’ Ve trajik sahnenin üstüne perde kapanır. Gözlerde sahneden bir görüntü, duyularda ondan bir etki ve bütün atmosferi kaplayan korkunç ve tedirgin bir sessizlik…” (Fi Zilâli’l-Kur’ân, 6/3772)
Bu ayrılış anının (berzah âlemine intikalin) değerini idrak edebiliyor musun?
Ey Çin halkı! Bu an sizi de beklemektedir.
Ey Hindistan halkı! Bu an sizi de beklemektedir.
Ey Amerika halkı! Bu an sizi de beklemektedir.
Ey Afrika halkı! Bu an sizi de beklemektedir.
Ey Arap Yarımadasının halkı! Bu an sizi de beklemektedir.
Ey Arap, Acem, Müslüman, Hristiyan, Yahudi, Ateist! Bu an hepinizi de beklemektedir.
Ne hazırladınız?
Berzah âlemi için veya insanın ya cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennem çukurlarından bir çukur olarak içinde yaşayacağı bu aşama için ne hazırlık yaptınız? İnsanoğluna nebiler, resûller ve kitaplar gönderen, ebedî risaletini Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem ve ona gönderdiği kitapla sonlandıran/ taçlandıran Yüce Yaratıcı’ya ne diyeceksiniz? Ki bu son peygamber, Allah Teâlâ’nın kullarına akide, ibadet, ahlak, muamelat, tasavvurlar, kıssalar, misaller, va’d ve va’îd, karşılık, sevap, azap, helal ve haram gibi onları ilgilendiren her şeyi beyan etti.
Peki, siz Rabbinizin dini olan yüce İslâm üzerinden O’nun risaletini öğrenmek için herhangi bir girişim ve çaba sarfettiniz mi? “Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur. Ve çalışması da ileride görülecektir. Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir. Ve şüphesiz en son varış Rabbinedir. Doğrusu güldüren de ağlatan da O’dur. Öldüren de dirilten de O’dur.” (Necm, 53/ 39-44)
Zamanın tik takları, durmadan ömrümüzün saat ve dakikalarını sayar. Her geçen gün kişinin ömründen gider, sahibini bir adım daha eceline yaklaştırır ve o oranda dünyasından uzaklaştırır. “Gecelerin akıp gitmesi sevindirir kişiyi… Oysa giden gecenin gidişi o gidiştir” (Alıp götürdükleriyle bir daha dönmez.)
İnsan hayatı böyledir. İnsan hayatının düzene girmesi, ahirete dair öğrenmesi gereken haberlere bağlıdır. Her şeyin karşılığının verileceği din gününe dair dayanak hazırlayan ve hazırlık yapan kimse, ahirete doğru yol aldığını hesaba katarak dünyadaki davranışlarına çekidüzen verip istikamet alır. Bundan gafil olup umursamaz davranan kimse ise ne kendisini ne de başkasını istikamet üzere tutabilecek bir çağrı bulamaz. (Mahir es-Sûfî, Ölüm ve Berzah Âlemi, 2011, s. 11)
Mümin kimsenin, günün birinde öleceğini ve kabir ehlinden olacağını bildiğine göre, o halde o güne hazırlık yapması gerekir. Her can, -araya ne kadar uzun süre girse de- nihayetinde ölümü tadacaktır. Müminin bu kesin ve mutlak hakikat karşısında azık hazırlaması gerekir. Azıkların en hayırlısı da takva ve salih ameldir.
“(Ey müminler! Ahiret için) azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvâdır. Ey akıl sahipleri! Benden (emirlerime muhalefetten) sakının.” (Bakara, 2/197)
Son olarak; mümin kimsenin davranışları, ibadet, ihsan, sadaka, iyilik ve insanlar arasında ıslah faaliyetinde bulunma gibi Allah’ın emirlerini yerine getirmekten ibaret olursa, insanlar onun ölümünden sonra, daima onun bu güzel davranışlarını zikredip dururlar.
Allah azze ve celle’den; mağfiretini, hüsn-i hatimeyi ve bizi berzah ve ahiret âleminde azap ve gazabından selamette tutmasını niyaz ediyoruz.
Not: Bu makale yazarın son makalelerinden olup, özel olarak tercüme edilmiştir. Görseldeki resim Ressam Zeynep Yeşilmen’in çizimidir.
Dr. Ali Muhammed Es Sallâbi/ İrfanDunyamiz.com
KAYNAKÇA
. Erkanü’l-İmân, el-İmânu bi’l-Yevmi’l-Âhir, Ali Muhammed es-Sallâbi.
. Teysîru’l-Kerîmi’r-Rahmân fi Tefsîru’l-Kur’ân, Abdurrahman es-Sa’dî.
. Fi Zilâli’l-Kur’ân, Seyyid Kutub.
. el-Mevtu ve Alemü’l-Berzah, Mahir es-Sûfî.
İstikamet Yazıları ↗
İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.
Kaynak Metinler ↗
İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.