Peygamberimizin çocuk eğitimi metotları

Evvelâ şunu ifade etmelidir ki, çocuklar, bizlere ilâhî birer emanet ve öz varlığımızdan teşekkül etmiş kıymet filizleridir. Duygulu gönüllere göre; evlerin ilk seâdet mûsikîsi, doğan çocukların gönüllere huzur veren sadâları ile başlar.

Hadîs-i şerîflerde beyan buyurulduğu vechile çocuklar, “cennet çiçekleri”, “kalb meyveleri”, “ilâhî ihsân ve rızıklar”dır.

Allah’ın ihsanıdır

Bu itibarla çocuklar, Rabbimizin ne güzel lutuf ve ihsânıdır. İlk çocuğumuz dünyaya geldiğinde ana-baba olmanın taze hatırası hiç unutulur mu?

Onların gülüşlerindeki zevk-ü safâ ışıkları cennet parıltılarına benzer. Bir anne için en güzel meşgale onu yetiştirmek ve terbiye etmek, topluma armağan etmektir. Emek verilip yetiştirilen sâlih evlâtlar, âhırette anne baba ile cehennem arasında perde olacaktır.

Hülâsa çocuklar, âilenin seâdet meyvesi, zevc ve zevce arasında en köklü râbıtadır.

Anne ve baba terbiyesi

Çocuk terbiyesine, evvelâ ana babanın terbiyesinden başlamalıdır. Zîrâ bu yüce terbiye, mürebbî sıfatını kazanabilen olgun anne ve babaların gerçekleştirebileceği bir eğitimdir. Şâirin: “Kendisi muhtâc-ı himmet bir dede, Nerede kaldı gayriye himmet ede!” diye tavsif ettiği sınıfa giren anne ve babaların evlâtlarına verebileceği terbiye ne olabilir ki?

Hele bugün bazı âilelerde görüldüğü gibi rahatı için çocuk istememek; bundan daha vahimi, masumları ana karnında iken hayatî bir zarûret olmadan aldırmak, asrımızın bir cinâyetidir. Bir yılan bile yumurtalarını emin bir şekilde saklar, onları muhâfaza eder. Nesillerini koruma duygusu içinde çırpınan hayvanlar karşısında, kâinâtın en yüksek varlığı olan insanın bu şefkat ve merhamet hislerinden mahrûmiyeti pek acıdır…

Kısacası çocuk terbiyesi, evvelâ anne-babanın yüreğindeki çocuk sevgisinden başlamalıdır. Onları Allâh’ın bir emaneti olarak sevmeli; bu sevgiyi de, dünya ve âhiret seâdetini kazanmaya vesile kılmalıdır. Bilhassa çocuklar ile daha yakından alâka fırsatına sahip olan anneler, göz nûru yavrularını terbiye hususta sahabî hanımlarını misâl almalıdır. Şöyle ki:

Hazret-i Muhammed sallâllâhu aleyhi ve sellem’in terbiyesinde nü­mû­ne an­ne­ler hâ­li­ne ge­len sa­ha­bî hanım­lar, Ra­sû­lul­lâh sallâllâhu aleyhi ve sellem’i gör­mek­te ge­ci­ken ve uzun zaman gö­rüş­me­yen ev­lad­ları­nı îkâz eder­ler­di. Ni­te­kim Hu­zey­fe ra­dı­yal­lâ­hu anh bir­kaç gün Efen­di­miz sallâllâhu aleyhi ve sellem’i gör­me­di­ği için an­ne­si onu azar­la­mış­tır. Ken­di­si bunu şöy­le an­lat­ır:

An­nem ba­na sor­du:

– Pey­gam­ber Efen­di­miz’le en son ne za­man gö­rüş­tün?

Ben de:

– Bir­kaç gün­den be­ri onun­la gö­rü­şe­me­dim, de­dim.

Ba­na çok kız­dı ve fe­nâ bir şe­kil­de azar­la­dı. Ben de:

– Dur kız­ma! He­men Ra­sû­lul­lâh sallâllâhu aleyhi ve sellem Efen­di­miz’in ya­nı­na gi­de­yim, onun­la be­ra­ber ak­şam na­ma­zı­nı kı­la­yım, son­ra da hem ba­na, hem de sa­na is­tiğ­fâr et­me­si­ni on­dan ta­leb ede­yim.” de­dim. (Tir­mi­zî, Me­nâ­kıb, 30; Ah­med b. Han­bel, Müs­ned, V, 391-2)

Bu terbiye istikametinde

Diğer taraftan hadîs-i şerîflerde kız çocukları daha çok hizmet ve itinaya muhtaç oldukları için erkek çocuklarından farklı olarak tavsıye olunmuştur.

Hadîs-i şerîfte buyurulur:

“Bir kimse üç kız çocuğunu yetiştirip terbiye eder de onları evlendirirse ve onlara iyilikte devam ederse, o kimseye cennet vardır.” (Sünen-i Ebî Dâvûd)

Bu hadîs-i şerîf, çocuklara ve hâssaten kız çocuklarına nasıl muâmele edileceğini bildiren mübârek bir beyandır.

Bilhassa dikkat edilmeli

Çocuk eğitiminde bilhassa dikkat edilmesi gereken husus ise, dayak meselesidir. Bu, aslâ kabul edilemeyecek yanlış bir davranıştır. Kötü alışkanlıklar kazanmasın diye çocuğa caydırıcı usuller uygulanabilir, ancak bunların arasında dayak aslâ olmamalıdır.

Çünkü o, istikbâlin gencini korkak ve ürkek, yahut da arsız ve yüzsüz bir hâle getirir. Kaldı ki Hazreti Muhammed sallâllâhu aleyhi ve sellem, değil bir insanın, hayvanın bile sertlik ve dayakla terbiyesini yasaklamıştır. Nitekim henüz binmeye alıştırılmamış bir deveyi Hazreti Âişe’ye hediye olarak verdiğinde binmeye sertlikle alıştırılmaması için şu îkazda bulunmuştur:

“Ey Âişe! Yumuşak huyluluk bir şeye girdi mi, onu mutlaka tezyin eder; eğer bir şeyden de çıkarıldı mı, onu da mutlaka kusurlu kılar.”

Çocukları severdi

Hazreti Muhammed sallâllâhu aleyhi ve sellem, çocuklara daima derin bir muhabbet gösterir; onları öper, okşar; mübârek parmaklarını tarak yaparak onların saçlarını düzeltirdi. Çocuklara muhabbet göstermeyenlerden hoşlanmaz; onları kabalık ve katılıkla tavsîf buyururdu.

Hazret-i Âişe radıyallâhu anhâ’nın rivâyet ettiğine göre bir defâsında Hazreti Muhammed sallâllâhu aleyhi ve sellem, torunlarını severken ziyâretine İslâm’ın merhamet, şefkat, nezâket ve inceliğinden uzak bir bedevî geldi. Rasûlullâh –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in çocukları ziyade sevmesine hayret ederek:

“–Yâ Rasûlallâh! Siz çocuklarınızı öper (sever) misiniz? Biz çocuklarımızı öpüp okşamayız” dedi.

(Allâh’ın evlât nîmetine karşı bedevînin duygusuz ve duyarsızlığı, Allâh Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem’i müteessir etti.) Bedevîye:

“Allâh senin gönlünden merhamet ve şefkati çekip çıkarmışsa ben ne yapabilirim!..” (Buhârî, Edeb, 22) dedi.

Hadîs-i şerîfin muktezâsınca bir Müslüman gönlü, Allâh’ın emânetleri karşısında muhabbet, şefkat ve merhametle dolu olarak şefkat ve muhabbeti nasıl ve nereye tevzî edeceğinin idrâki içinde olmalı ve yaşamalıdır.

Bir defasında da Hazret-i Peygamber –sallâllâhu aleyhi ve sellem-, üzerine küçük abdestini yapan torununu:

“– Sen nasıl Rasûlullâh’ın üzerine küçük abdest yaparsın?” diye pataklamaya kalkan Ümmü Fadl’a:

“– Çocuk bu, yapar!” diyerek yumuşak bir üslûpla mânî olmuştur.

O, mübârek kucağında torunları olduğu hâlde namaza durur, secdede iken torununun mübârek sırtına çıkması üzerine secdesini uzatırdı. Çocuğa müdahale etmek isteyenlere:

“– Bırakın, çocuk hevesini almış olsun!” buyururdu.

Yine o Varlık Nûru, Hazret-i Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem, bir çocuk ağlaması duyduğunda namazı kısa keserdi. Bir defasında evinde namaz esnasındayken çocuk ağlaması üzerine namazını kısa tutmuş ve ev halkına:

“– Onların ağlamalarının beni üzdüğünü bilmiyor musunuz?” buyurmuştu.

Muhabbet akışları

On yaşından itibaren on yılını Hazret-i Muhammed sallâllâhu aleyhi ve sellem’in hizmetinde geçiren Enes radıyallâhu anh anlatır:

“Rasûlullah’a tam on sene hizmet ettim. Bana bir defa bile: «Öf!» demedi. Yaptığım bir şeyden dolayı: «Niye böyle yaptın?» diye azarlamadığı gibi, yapmadığım bir şey sebebiyle: «Şöyle yapsan olmaz mıydı?» da demedi.”

Bu itibarla Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem’in yüce huzurunda yetişen çocuklar bambaşka güzellik ve firâset ile müzeyyen olmuşlardır. Buna bir misâl kabîlinden Sehl bin Sa’d ra­dı­yal­lâ­hu anh’ın şu rivâyeti pek ibretlidir:

Ra­sû­lul­lâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem Efen­di­miz’e bir içe­cek ge­ti­ril­miş­ti. On­dan bir mik­tar iç­ti­ler. Bu es­nâ­da sağ ta­ra­fın­da bir ço­cuk, sol ta­ra­fın­da ise as­hâ­bın bü­yük­le­rin­den yaş­lı kim­se­ler otu­ru­yor­lar­dı. Efen­di­miz sallâllâhu aleyhi ve sellem sa­ğın­da­ki ço­cu­ğa kâ­bı­na varılmaz bir in­ce­lik ve ne­zâ­ket­le:

“– Mü­sâ­ade eder mi­sin, bu içe­ce­ği ev­ve­lâ şu bü­yük­le­ri­ne ve­re­yim?” bu­yur­du­lar. O akıl­lı ço­cuk da her­ke­si şa­şır­tan ve âle­me ib­ret ol­ma­ya lâyık şu bü­yük ce­vâ­bı ver­di:

“– Yâ Ra­sû­lal­lâh! Sen­den ba­na ik­râm olu­nan na­sî­bi­mi hiç kim­se­ye vermem!”

Bu­nun üze­ri­ne Sev­gi­li Pey­gam­be­ri­miz sallâllâhu aleyhi ve sellem mü­bâ­rek el­le­rin­de­ki içe­ce­ği o ço­cu­ğa ver­di­ler. (Bu­hâ­rî, Eş­ri­be, 19)

Bu hâdise, Hazret-i Muhammed sallâllâhu aleyhi ve sellem’in çocuklara verdiği değeri göstermesi ve karşılıklı muhabbet akışları bakımından pek mühimdir.

Huzurunda yetişen çocuklar

Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem’in amcazâdesi olan Hazret-i Ali, Efendimiz’in mübârek terbiyelerinde sadrını irfanla doldurdu. İlmin kapısı oldu. Kıyamete kadar devam edecek bir tasavvuf silsilesinin başlangıcını teşkil etti.

Kardeşi Cafer Tayyar da, Peygamber muhabbetinin bambaşka bir misâli idi.

Rasûlullâh –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Kızı Fatıma, ümmetin seyyidesi oldu. Daha küçük yaşlarda iken gösterdiği yüksek davranış ve mübârek babasını sahiplenişi dolayısıyla «babasının annesi» vasfını aldı. Oğlu Hazret-i Hasan, şerîflerin, Hazret-i Hüseyin de seyyidlerin sertâcı oldu.

Mus’ab bin Umeyr, âilesinin bütün servetini reddederek Allâh Rasûlü –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanını tercih etti. İslâm yolunda fedâkârlık ve diğergâmlığın eşsiz bir numûnesi hâline geldi. Allâh Rasûlü –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e olan muhabbeti, onu bu uğurda can vermeye kadar götürdü.

Üsame bin Zeyd, yirmi yaşlarında iken Peygamber –sallâllâhu aleyhi ve sellem– tarafından İslâm ordusunun kumandanı tayin edildi.

Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem’in dizi dibinde yetişen çocuklardan sayabileceğimiz daha pek çokları var, ancak bu anlattıklarımız birer misâl kabîlinden kâfîdir herhâlde…

Not: Bu yazı Nisan 2003 tarihli Şebnem dergisinde yer alan “Cennet Çiçeklerinin Terbiyesibaşlıklı mülakattan kısaltılarak iktibas edilmiştir.

Osman Nuri Topbaş

İrfanDunyamiz.com

BENZER YAZILAR

Çocuk Eğitimi ↗

Çocuk eğitimini batılı pedagojiyi esas almadan işleyen yazılar okumak için tıklayın.

Aile Okulu ↗

Mutlu evlilik ve huzurlu aile konusunu ele alan seçme yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Firavun’un ilahlık iddiası…

Kibirlenmek, büyüklük taslamak, ayetlere karşı aldırışsız davranmak, hakikate kulak tıkamak da fısktır. Kibirlenmek (istikbar); büyüklük gösterisinde …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.